GüncelMakaleler

KRİZ VE SİSTEMİN İFLASI…  -1-

Mevcut sorunlar çözüme kavuşmadığı gibi giderek daha uç boyutlara tırmanıyor. Bunun sonucu olarak müzmin bir süreç içerisinde bulunan Türkiye daha katmerli bir dönemece giriyor.

Mevcut sorunlar çözüme kavuşmadığı gibi giderek daha uç boyutlara tırmanıyor. Bunun sonucu olarak müzmin bir süreç içerisinde bulunan Türkiye daha katmerli bir dönemece giriyor. Yapılan devalüasyon sonucu TL’nın değeri dolar ve euro karşısında hızla düşüşe geçiyor. Dolara endeksli TL’nin uluslararası rezerv para olan dolar ve euro karşısında tarihinin en büyük düşüşüdür bu. Devalüasyon beraberinde enflasyon oranını da son 18 yılın en üst düzeyine yükseltiyor. Daha açık bir ifadeyle mevcut ekonomi-politika çökmüştür. Bu ekonomi politika salt Türkiye’yle sınırlı değildir. Uluslararası alanda yürürlüğe konan ekonomik, mali, sosyal, siyasal bir sürecin kendisidir. Dolayısıyla Türkiye’nin mevcut durumu uluslararası kapitalizmden kopuk değildir.

Bu durum 20. yüzyılın sonlarında uluslararası alanda uygulamaya konan neo liberalizmin iflasıdır. Uluslararası mali sermayenin ve devletlerinin yürürlüğe koyduğu esnek para politikası ve esnek üretim tarzının kesintiye uğramasıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin içine girdiği durum bu minvalde ele alınmalıdır. Daha açık bir deyimle uluslararası emperyalist yapının içine bulunduğu konumdan soyut ele alınmamalıdır. Bu nedenle bu günkü sonucun daha iyi kavranılabilmesi için yakın bir geçmişe, 2008 krizine ve sonrasına göz atmakta yarar vardır…

2008 Krizi ve piyasaya sürülen sıcak para

Bilindiği gibi 2007-2008 döneminde dünya çapında bir kriz yaşandı. Amerika’da patlak veren Mortgage Krizi başta Avrupa olmak üzere hızla tüm dünyaya yayılır. Bu kriz 1929-32 Krizi’nden sonra uluslararası alanda yaşanan en büyük krizdir. Dünya çapında en katmerli tahribatların oluştuğu kriz furyasıdır. Nitekim yarattığı olumsuz etkiler belirgin bir şekilde kendisini hala hissettirmektedir.

Aslında 2008 krizinden evvel Amerika ekonomisi ciddi sarsıntı geçirir. Bunun sonucu olarak daha 1999, 2000, 2001 yıllarında Amerika’nın ekonomik ve mali durumu kendi iç yapısında sendeler ve üç kez darbe alır. Sistem iyice tıkanmış, ekonomik ve mali piyasaların işlerliği tahrip olmuştur. Yeniden üretim sürecinde meta sermaye tümden para sermayeye dönüşmekte daha zorlanır duruma gelmiş ve bunun sonucu mali piyasalara kayan sanal sermayenin likidite (hisse senetlerinin para sermayeye dönüşmesi) sorunu yaşaması ve kapitalizmin en geliştiği ülkede doruğa çıkması böylesi bir durum yaratmıştır. Bu durum mümkün mertebe kamuoyundan gizlenir ve emperyalist aşamasına ulaşmış kapitalizmin sınırları içerisinde duruma müdahale edilmek istenir.

1999 ve 2000’de tökezleyen ABD ekonomisine ve mali piyasasına destek için  FED (Amerika Merkez Bankası) faiz indirimine gider. Ancak Amerikan ekonomisindeki sendelemenin 2001’de de devam etmesi üzerine FED müdahalesini devam ettirir. 2001’in başında yüzde 6 olan faizler, Ocak-Ağustos ayında FED tarafından 7 kez düşürülür ve 3.50’ye çekilir. 2001’in Eylül-Aralık aylarında da dört kez faizler düşürülür ve 1.75’e çekilir. Ancak ABD sarsıntıyı tümüyle atlatamadığı gibi hem içte, hem dışta yeniden müdahale ve düzenlemeye ihtiyaç duyar.

Tam da bu dönemde 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’nın dört bölgesine saldırı yapılır. El Kaide adıyla üstlenilen bu şaibeli saldırı oluşan Amerika ve dünya konjonktüründe katalizör rol oynar. Ve uluslararası alanda yeni bir dünya konjonktürüne girilir. Bunun sonucu ABD 11 Eylül saldırısını gerekçe göstererek içte yeni düzenlemelere gider ve uluslararası alanda daha saldırgan bir sürece yönelir. Dünyayı tek başına hakim olmak dürtüsüyle tehdit eder. Ve saldırgan bir hatta yönelir. Ve sendeleyen iç yapısının ekonomik, mali, siyasi durumuna müdahaleyi de sürdürür. 11 Eylül  akabinde Afganistan ve Irak işgalleriyle birlikte içte de sendeleyen ekonomik yapısını kısmen kontrol altına alır. Ancak 2002 ve 2003’te birer kez yapılan indirimlerle faiz hadleri yüzde 1’e kadar düşürülür.

Faiz hadleri iyice düşürülmesine rağmen bankalar yine de kredi vermekte zorlanıyorlardı. Likidite öyle boldu ki kredi verecek müşteri arıyorlardı.

Bunun üzerine bankalar ilk başlarda düşük faizle ve taksitle konut kredilerini satışa çıkarırlar. Kredi verilenlerin kredi standartları da düşürülür. İlk başlarda kredi veren bankalar ve kredi alanlar memnundur. Kredi alanlar giderek artar. Böylece daha düşük gelire sahip olanlara verilen krediler daha artırılır. Kredi alarak konut satın alanların sayısı giderek artar. 1999-2001’den itibaren hızla düşüşe geçen kredi faizleri, konut satın alanların sayısının hızla artması üzerine 2004 sonlarında 25 baz puan artışıyla 1.25’e yükselir. Ancak faiz artışları bu bazla sınırlı kalmaz ve hızla artışa geçerek 2004’ün Aralık ayında 2.25’e kadar çıkar.

Konut satışları 2005 yılında da artmaya devam eder. Bunun sonucu kredi alanların sayısı arttıkça 2005 yılında faiz bazları 8 kez artar ve 4.25’e çıkar. Faizdeki bu yükselme 2006’da da devam ederek yüzde 5.25’e kadar çıkar.

Görüldüğü gibi 1999-2001 sonrasında hızla düşüşe geçen mali piyasalardaki faiz, 2004-2006 yılları arasında tekrar yükselmiştir. Kapitalizmin işleyişi sonucu artan talep faizle birlikte konut fiyatlarını da artırır. Öyle ki bazı kredilere duyulan ilgi giderek öne çıkar. Mortgage konut kredileri bunlardan biridir. Öyle ki Mortgage konut kredilerinin payı hızla yükselerek toplam konut kredileri içindeki payı yüzde 20’ye kadar çıkar. Artan konut fiyatları ve  artan faiz oranları alınan kredilerde sub-prime (ödeme gücü) riskini giderek artırır. Kredi alanların önemli bir bölümü artan faizler ve artırılan konut fiyatları sonucu ödeme zorluğu çekerler. Artan faizlerle beraber işsizliğin de giderek artması yükselen ve artan faizlerin  ödenmesinde oluşan zorlukları daha artırır.  Bunun sonucu 2007 yılında faizler 3 kez, 2008 yılında 8 kez düşürülür. Ve 0.-0.25 puana kadar iner. Böylece bir dönem şişen emlak balonu Mortgage’de patlar ve tüm dünyaya yayılır. Bu kriz uluslararası kapitalizmin en büyük krizlerinden biridir. Elde kalan kredileri alamayan bankalar iflasın eşiğine gelmiştir.

Bunun üzerine ABD, Japonya ve Avrupalı emperyalist devletler kurtarma ve canlandırma paketlerini açıklarlar. Bankaların ve tekellerin ellerinde kalan tahvilleri bastıkları 20 trilyon dolara alarak önlerini açarlar. Bu sanal sermayeyle merkez (emperyalist) ülkelerin bankaları ve tekelleri Türkiye’nin de içinde bulunduğu kenar (yarı sömürge) ülkelere yönelirler. Faiz hadleri 0.-0.25 puana dek düşen emperyalist ülkelerin finans kapitali, böylece 2008 krizinin müzmin faturasını faiz hadlerinin yüksek olduğu bağımlı ülkelere kesmeyi hedeflerler. Faiz hadleri 0.-0.25 puana düşen ABD, Avrupa ve Japonya gibi ülkelerdeki sıcak sermayenin Türkiye’ye geldiği 2008’de Türkiye’deki faiz oranı yüzde 16’ının üstündeydi. IMF ve Dünya Bankası’nın rantçı sermayesi yerini daha kısa vadeli sürelerle giren-çıkan rantiye sermayesine -burjuvazinin deyimiyle- sıcak paraya bırakmıştı…

Türkiye’ye giren sıcak para…

Uluslararası kapitalizmin girdiği kriz ve yarattığı erozyon sistemi tahrip etmiştir. Ayrıca bankaların ve tekellerin ellerinde kalan sermaye sıcak ve rant sermayedir. Bundan dolayı burjuvazinin bankalarındaki sermayesinin bağımlı ülkelere ihracını daha hızlandırır. Geçen yüzyılın başlarından beri var olan sermaye ihracı mevcut süreçte daha üst boyutlara tırmanmıştır. Uluslararası finans kapitalin girdiği aşırı-üretim ve mali kriz sarmalı ve yarattığı tahribatlar kronik boyutlara ulaştıkça, sömürü, talan, rant mekanizması daha keskin bir hatta sokulur. Bunun sonucudur ki, sıcak para kisvesiyle neo-liberalizm döneminde sermaye ihracının giriş-çıkışı daha hızlandırılır ve daha artırılır. Türkiye’ye de yüksek faiz, düşük kur uygulamasıyla dolar, euro gibi emperyalistlerin rezerv paraları geçmişe kıyasla daha serbestçe ve daha hızlı girip-çıkarak, Türk lirasını iyice kendilerine tabi kılarlar. Faizin yüksek olması dolar ve euro gibi sıcak paraya cazip gelir. Türkiye’ye girdiğinde dolar TL’ye çevrilir göreli olarak kur düşük gösterilir, ancak çıktığında tekrar dolara ve euroya çevrilen  TL rezerv para karşısında değer kaybeder. Giderek cari açığı büyüten ve istihdam yaratmayan büyümeyi beraberinde getirir. Bu ekonomi-politika sonucu lira dolara karşı iyice endeksli hal almıştır.

IMF ve DB üzerinden orta ve uzun vadeli sürelerle giren sermaye, yerini sıcak para tanımıyla kısa vadeli sürelerle giren-çıkan sermayeye bırakır. Bunun sonucu giren sermaye liraya çevriliyor ve Türkiye dahilinde -gelir getiren- bir araca (bir kompradora, bir bankaya, borsaya vb.) yatırılıyor; kısa bir süre sonra – ortalama 1 yıla kadar- elindeki aracı satıyor… Elde ettiği parayı tekrar dolar veya euroya çevirip çıkyor… Nasıl ki, Dolar ülkeye girdiği oranda çevrildiği lira yükseliyorsa, çıktığı oranda da liranın değeri düşüyor. Bu neo liberalizm döneminde sıcak para uygulamasıyla daha üst düzeylere tırmanmıştır.

Türkiye’ye giren sıcak para başlıca 3 piyasada kullanılır:

1) Komprador kapitalizmde kullanılan para:

Dünya krizinin emarelerinin oluşması sonucu DB ve IMF programları 2007’de sona erdirilir. Yerini sıcak para alır. Sıcak para nakit olarak dolaşıma giren sermayenin, kısa sürede -ortalama bir senede- dolaşımdan çıkması durumudur. Bunun sonucu 2007’den itibaren dışa bağımlı komprador kapitalizmin üretiminde kullanılır. Dolayısıyla komprador burjuvazinin borçlanışı sıcak para üzerinden olur. Kompradorlar verdikleri tahvil ve bono senetleri üzerinden rantiyelerden aldıkları sıcak parayı yatırımda kullanırlar. Karşılığında sıcak para sömürüden rant alır. Bunun sonucu ağır sanayisi olmayan komprador kapitalizm üzerinden dışarıdan ithal edilen mamul malların içte montajı yapılarak dolaşıma sokulur ve ihraç edilir. Kullanılan hammaddeler ve doğal kaynaklar da genelde dışarıdan ihraç edilir. Her yeniden üretim sürecindeki bu işlerlik, beraberinde dış açığı getirir. Çünkü komprador kapitalizmin ithalat gideri, ihracat gelirinden fazladır. Bu da kaçınılmaz olarak cari açık yaratır. Sonraki yeniden üretimde cari açık alınan borçla giderilmeye çalışılır. Ama borç miktarı giderek artar. Çünkü alınan borç mamul metaların hem ithalatında, hem de montajında kullanılır ve sonrasında alınana borç ve faizi ödenir. Komprador kapitalizmin devranı hep böyle döner. Külfeti de üretim sürecindeki işçi sınıfına çıkarılır.  Son dönemlerin bu borçlanması 2008’den sonra sıcak para uygulamasıyla yürürlüğe konmuştur. Ve bu sürede Türkiye’nin borçları azalmadığı gibi hızla yükselerek 467 milyar dolara ulaşır. Bu borç tarihi olarak oluşan  en yüksek borç miktarıdır.

2) İnşaat sektöründe kullanılan sermaye:

İnşaat sektöründeki sermayenin önemli bölümü de sıcak paraya bağımlı sermayedir. IMF programının 2007’de sona ermesinden sonra inşaat sektöründe de sıcak para öne çıkmıştır. 2008’den itibaren devletin desteğini daha fazla almıştır. Kentsel Dönüşüm Projesi yaftasıyla yerli yersiz alanlarda inşaat ve yol yapımı iyice yaygınlaşmıştır. Ülkenin çeşitli yerleşim yerlerindeki  halk katmanlarıyla problemleri olmuştur. Bu sektörün palazlanan kesimi AKP hükümetinden aldıkları destekle halkın arazilerini işgal etmek, evlerini yıkmak, köylülerin ürün ürettikleri ve hayvanlarını otlattıkları arazilerini gasp etmek girişiminde bulunmuştur. Bu sektörde sömürü, baskı ve katliam doruğa çıkmıştır. Ücretlerin en düşük olduğu sektördür. Çalıştırılan işçilerin ezici çoğunluğu taşeron olarak en ilkel, en korumasız ve en riskli şartlarda çalıştırılmıştır. Bu sektörde istihdam edilenlerin ezici çoğunluğu sigortasız, güvencesiz, taşeron işçilerdir. Öyle ki işçilerin en çok öldürüldüğü katil sektör inşaat sektörü olmuştur. Son on yılda üretimde katledilen işçi sayısı 11-12 bini bulmuştur. İşçilerin böylesi koşullarda çalıştırıldığı hep gizli tutulmuştur.

3. Havalimanı’nda çalıştırılan işçilerin eylemleri çalışma koşullarının ne kadar acımasız olduğunu açığa çıkarmıştır. Baskı ve sömürü mekanizmasının ne kadar ilkel boyutlara tırmandırıldığını göstermiştir. 3. Havalimanı’nda çalıştırılan işçilerin yüzlercesi bizzat katledilmiştir. İnşaat sektörünün GSYİH içindeki payı geçen yıl yüzde dokuza çıkarken, bu sektörün diğer branşlarıyla elde ettiği pay yüzde 30’u geçmiştir. İnşaat sektörü finans sektörüyle iç içe geçmiştir. Tahvil ve bono senetleri üzerinden bankalardan epeyi kredi çekmiş ve gelirlerini paylaşmışlardır. İnşaat sektörü geçmişe kıyasla daha merkezileşmiş ve dışa daha bağımlıdır. Bunun sonucu sıcak paranın rant aldığı sektörlerden biridir. Gayri menkul statüsündeki inşaat sektörü artı-değer üretmez. Üretim sürecinde gasp edilen artı-değerden pay alır. Ancak bu yılın ikinci yarısında girilen ve giderek derinleşen krizin en çok etkilediği sektörlerin de başında gelmektedir. Nitekim krizle birlikte iflas eden şirketler içerisinde başı çekmektedir. Diğer sektörler gibi inşaat sektörü de krizin faturasını emekçilere ve topluma çıkartmıştır.

3) Borsa, faiz, bono, tahvil gibi spekülatif piyasalara giren para:

Sıcak paranın cirit attığı piyasalardan biri de borsa, faiz, bono ve tahvil gibi rantiye piyasalardır. Sıcak para üretim süreci dışındaki bu piyasalardan ciddi rantlar elde etmiştir. Sıcak para rantiye sınıfın geliridir. Dolayısıyla sıcak para aynı zamanda spekülatif sermayedir. Dışarıdan gelen rantiye sınıfı içteki rantiyelerle beraber spekülatif piyasalarda at oynatmışlardır. Onlara her türlü imkan ve olanaklar tanınmıştır. Sıcak para borsalardan, faiz piyasalarından, bono ve tahvil piyasalarından rant elde etmek için bu piyasalara istedikleri an girer ve istedikleri an çıkarlar. Sıcak para spekülatif piyasalara kısa vadeli sürelerle girer. Dolar, Euro olarak Türkiye’nin borsalarına, bono ve tahvil piyasalarına girdiğinde yerli paraya çevrilir. Ve yüksek faizlerle bankalar ve kamu sektörleri üzerinden rant piyasalarına yatırılır. Çıktığında ise tekrar dolar olarak çıkar. O ülkenin gelirinin önemli bölümünü alır götürür. Vergiden muaf tutulur. Ulusal gelirden -daha açık deyimle sömürüden- pay alır. Dolayısıyla sıcak para aldığı rantla girdiği ülkede yaratılan değerin önemli bölümünü talan eder. Girdiği ülkenin ihracat ve diğer gelirleri ile ithalat ve diğer giderleri arasındaki cari açığı büyütür. Tüm bunlar ülkemiz için de geçerlidir. Sıcak para Türkiye’ye de bu minvalde girmiştir. Düşük kurla ama yüksek faizle Türkiye’nin spekülatif piyasalarına girmiştir. Bankalar, komprador kapitalizm, borsalar, ticari, inşaat sektörü vb. piyasalar  üzerinden girmiştir. Tüm bu sektörler de sıcak paranın sömürüsünden paylarını almışlardır. Halk katmanları giderek yoksullaşmış, onlara daha bağımlı kılınmış ve düzenin tüm külfeti emekçi sınıflara yüklenmiştir.

Kronik ve yapısal krizin külfeti

2008 Krizi sonrası FED tarafından alınan karar üzerine sıcak para kisvesi altında bağımlı ülkelere giden spekülatif sermayenin günümüzde tekrar geri çekilmesi kararı alınır. ABD bunun için  ülkesinde faiz oranlarını artırmaya başlamıştır. ABD Merkez Bankası (FED) 2016’da aldığı kararı 2017’de uygulamaya koymuştur. Bunun sonucu yüzde 0.00-0.25 bandında olan faiz oranı, 25 baz puan artırımıyla 0.25-0.50’ye çekilir. Daha sonra yükseltilen faiz oranları 2018’in Eylül ayına kadar 2.00-2.25 bandına yükseltilir. Bu yıl sonuna doğru bir kez daha faiz artırımına gidilmesi bekleniyor. Ayrıca 2019 yılında da faiz bandında yükselişin devamı hedefleniyor. Böylece 2008 Krizi sonrası Amerika’da düşen faiz hadlerinin FED tarafından alınan kararla yükseltilmesi hedefleniyor. Ancak bunun düşünüldüğü gibi yerine getirilip-getirilemeyeceği endişeleri de var. Bu endişelere rağmen şimdilik yürürlüğe konan işlem faizlerin yükseltilerek dış ülkelere sürülen sanal doların geri çekilmesidir. Peki neden faizler yükseltilerek geri ülkelere gönderilen sıcak para geri çekilmek isteniyor?

2008’de patlak veren mali kriz ve aşırı üretim kriziyle birlikte tekeller ve bankalar iflasın eşiğine gelmiştir. Hatta batan ve iflas eden bankalar ve tekeller olmuştur. Bunun üzerine ABD devleti finans kapitali kurtarmak için karşılıksız para basar. Ve bu sanal parayla iflasın eşiğine gelen bankaların ve tekellerin ellerinde kalan ve hiçbir değeri olmayan hisse senetleri ve tahvilleri alır. Bunun için 4 trilyon dolar basılır (Quantitative Easing-QE) ve finans kapitalin hizmetine sunulur. Bu sermayenin önemli bölümü faiz hadlerinin yüksek olduğu bağımlı ülkelerin piyasalarına akın eder. Örneğin Amerika’da 2008 krizi patlak verdiğinde faiz 0.25 iken, Türkiye’de 16.75’dir. Sıcak para bunun sonucu Amerika ve Avrupa’dan Türkiye ve bağımlı ülkelere yönelir.

Ancak ABD tarafından basılan ve piyasaya sürülen 4 trilyon dolar sıcak para Amerikan’ın 200 yıllık tarihinde basılan toplam 870 milyar doları bulan sıcak paranın 4 katından fazladır. Böylesine kısa bir sürede bu denli yüksek miktarda basılan ve banka ve tekellerin hizmetinde piyasaya sürülen bu sıcak para, üretim ve dolaşım sürecinde yer almayan, değer içermeyen ve temsil etmeyen sanal paradır. Üretilmeden piyasaya sürülen iradi paradır. Doların günümüzde bu denli iradi ve sıcak para olarak piyasaya sürülmesi altın rezervinden iyice kopması demektir. Öyle ki 1971’den itibaren altın rezervini reddederek doları rezerv para ilan eden ABD parasının değeri altın karşısında düşüş yaşamıştır. O dönem 1 ons (31,1 gram) altın fiyatı 35 dolar iken; günümüzde 1 ons altın 1200 doları geçmiştir. Belli dönemler dolar altın karşısında yükseliş göstermişse de, tarihsel olarak yükselişte olan altın olmuştur. Bunun sonucu 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan en karlı devlet olarak çıkan ve diğer ülkelerin altınlarını kendi bünyesinde toplayan ABD’ye olan güven günümüzde giderek sarsılmış ve  diğer ülkelerin Merkez Bankaları dolar karşılığında Amerika’daki altınlarını çekmeye ve ABD’nin altın rezervinin eskiye kıyasla azalmasına neden olmuştur. Doların altın karşısında bu denli devalüasyona uğraması yetmezmiş gibi, günümüzde basılan sıcak paranın trilyonlara ulaşması, doları daha sarsıntılı bir duruma sokmuştur. Böylece paranın değer üretiminden yoksun menkul ve gayri menkul piyasalarda yoğunlaşması sistemin sorunlarının kronik boyutlara ulaşmasının göstergesidir. Bunun sonucu üretici güçler ile kapitalizmin mülkiyet biçimi arasındaki çelişki artık istikrarlı dönemeçlere kapalı bir sürece girer.

Amerika dışında Avrupa devletleri, Japonya, Kanada, Rusya gibi devletler de değerden yoksun karşılıksız para basmışlardır. Çin onlara kıyasla karşılıksız para basmaya fazla ihtiyaç duymamıştır. Tüm emperyalistlerin bastığı ve rant piyasalarına sürdükleri toplam para miktarı 20 trilyon doları bulmuştur. Ve bu miktar tüm dünya çapında piyasadaki toplam para miktarını oluşturan 80 trilyon civarındaki doların dörtte birini oluşturur. Uluslararası kapitalizmin bu mevcut durumu doların değerini azaltıyor ve devalüasyon ve enflasyon olasılığını güçlendiriyor. Ayrıca fabrikaların ve işyerlerinin kapanması, işsizliğin artması, evsiz-barksız kesimlerin oluşması gibi sorunları beraberinde getiriyor. Para basımı ve devalüasyonla Amerika’da geçen yılın borç miktarı hızla artmış ve ulusal gelirden (GSYİH) fazla olmuştur. Tüm bu gelişmeler sonucu doların rezerv konumu bile tartışılmaya başlanmıştır. Çin “Yeni Dünya Merkez Bankası” veya “yeni para birimi” teklifi getirirken, Rusya’nın da desteğiyle doların tek başına rezerv para olmasına itiraz etmektedir. Ayrıca ekonomisi ve ticareti gelişen Çin parası da uluslararası piyasalara sürülerek rezerv para işlevi görmeye başlar. Tüm bu gelişmeler ABD’yi yeni adımlar atmaya zorlar. Amerika devleti ve FED artık yeni bono ve tahvil alımını durdurup, faizleri artırma kararı alır. Kendi içindeki spekülatif piyasalara ve geri kalmış ülkelere sürülen sanal sıcak paranın -en azından- bir miktarının faiz artırımı ile piyasadan çekilmesi hedeflenmektedir. 2008 Krizi’yle doruğa çıkan para basma (QE) kararı, günümüzde geri çekilen parayı QT (Quantative Tightening) kararı ile parayı sınırlama, yani yok etme ve yakma kararını da beraberinde getirir. Bunun sonucu 2017 ve 2018’in Ekim ayına kadar geri çekilen 300 milyar dolar yakılmıştır. Plana göre 2019’da 1 trilyon dolar daha yakılacaktır. Böylece piyasaya sürülen sanal sıcak paranın  miktarı ve hacminin daraltılması hedefleniyor. Dünya pazarlarına yerli-yersiz sürülen paranın hacmi genişledikçe artık yapısal ve kronik sorunları da beraberinde getirmektedir. Bir zamanlar durmadan para olarak basılan kağıt parçaları gerçekte para olmaktan çıkmıştır. Sistemde tahribatlar yaratır duruma gelmiştir. Onun için finans kapitalin devleti “çare” olarak parayı yakma, yok etme kararı alır. ABD’nin aldığı ve uygulamaya koyduğu bu karar henüz diğer emperyalist devletler tarafından alınmamıştır. Ama artık iyice laçkalaşan sistemin diğer devletleri de aynı minvaldedirler. Mevcut konumları sonucu Fransa. İngiltere, İtalya, Almanya, Japonya gibi devletler de üretimden kopuk değer içermeyen para basımına gitmişlerdir. Altın rezervinden ve emeğin yarattığı değerden kopuk rant sermayeyi yakma kararını bu devletlerin de alması kimseyi şaşırtmamalıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu