GüncelMakaleler

MAKALE| Guien Dice Adios A Las Armas Pierde!*

Ezen ve ezilen arasındaki iktidar kavgası yüzyıllardır sürmektedir. Bu kanlı ve zorlu mücadelede hakim sınıflar hiçbir zaman iktidarlarını isteyerek teslim etmemişlerdir. Karşılıklı zorun nedeni de budur.

2012-2016 arasında Küba’da yapılan görüşmeler sonucu Kolombiya Devrimci Silahlı Birlikleri (FARC) ile Kolombiya devletini temsilen dönemin Devlet Başkanı Juan Manuel Santos arasında imzalanan ”Barış Anlaşması”yla silahlı mücadeleye son veren FARC, yaklaşık üç yıl sonra, Ivan Dudue  Başkanlığ’ındaki hükümetin ”barış anlaşması”na uymadığı gerekçesiyle 28 Ağustos 2019 tarihinde yeniden silahlı mücadeleye başlama kararı aldıklarını kamuoyuna duyurdu.

Açıklamayı FARC adına görüşmelere katılan Baş Müzakereci İvan Marguez yaptı. Marguez yaptığı açıklamada: ”Zulme karşı ayaklanıp silahlanan bütün dünya halklarını destekleyen evrensel hak koruması altında, ikinci Marguetalia’nın (FARC’ın kurulduğu yer bn.) başladığını bütün dünyaya duyuruyoruz” diyerek, Kolombiya devletine savaş açtıklarını duyurdu.

FARC ve Kolombiya devleti arasında varılan ”Barış Anlaşması” neyi içeriyordu?

Kolombiya devleti FARC’la masaya oturduğunda hükümetin ilk şartı, FARC’ın silahlarını bırakıp, tüm gerilla güçlerini fes etmesiydi. Anlaşmanın talebini yerine getiren FARC, 2017 yılından itibaren elindeki tüm silahları BM’ye teslim etti ve legal siyasi bir partiye dönüştü.

”Halk İçin Alternatif Devrimci Güç” adını alan FARC, Mart 2018 tarihinde girdiği ilk genel seçimde oyların % 0.4’ünü ancak alabildi. Kolombiya’da devletin ”barış” masasına çektiği bir diğer gerilla gücü de ELN (Ulusal Kurtuluş Ordusu) oldu. FARC’la paralel aynı yıl devletle anlaşan ELN de silahlı mücadeleye son verdi. FARC’ın yeniden silahlı mücadeleye başlamasını açıklamasından sonra, ELN, ”anlaşmaya sadık kalacağını” duyurarak FARC’a karşı tavır aldı.

Barış anlaşmasıyla Kolombiya devleti paramiliter suç örgütlerinin yargılanacağını, FARC’ın legal siyaset yapması için şartların oluşturulacağını ve FARC üyelerinin yargılanmayacağını taaddüt etmişti. Kolombiya’da Kasım 2016’da dönemin iktidarı Juan Manuel Santos hükümetiyle FARC arasında imzalanan barış anlaşmasının birçok maddesi hala hayata geçirilmiş değil.

Bunda, anlaşma sonrası iktidara gelen faşist Ivan Duque hükümetinin gayri resmi olarak anlaşmayı bozmasının da payı büyük. Anlaşmadan sonra Kolombiya’da suikast ve katliamlar hiç durmadı. Eski gerillalar ve FARC kadroları art arda suikasta kurban gitti.

Eliécer Rueda bunun nedenini, şöyle özetliyor: “Anlaşmanın, Bütünleyici Kırsal Reform ile yasa dışı uyuşturucular sorununun çözümünü içeren 1. ve 4. maddelerinin nedeniyle hiç hayata geçirilmemesi. Bu maddeler, tarımsal alandaki yapısal eşitsizliklerin çözülmesi amacını taşıyorlardı. Yine 2. maddenin uygulanmamasıyla politik katılım ve demokratik açılımın gerçekleştirilmemesi, ki bununla alternatif güçler için daha dengeli bir politik senaryonun yaratılması planlanıyordu. Bir diğeri, anlaşmanın 3. ve 4. maddesinin eksik ve deforme edilerek uygulanması. Bu madde güvenlik garantilerini ve paramilitarizme karşı mücadeleyi içeriyordu. Eski savaşçıların entegrasyonu ihmal edildi; kendilerini onurlu bir yaşama ulaşma beklentisinin olmadığı bir durumda buldular; bu nedenle geleceklerini çevrenin kendilerine sunduklarında aramayı seçenler oldu: Suç, uyuşturucu ticareti ya da hükümet ile anlaşma imzalamamış isyancı gruplara katılarak yeniden silahlanma” da buldu.

Eliécer Rueda’nın özetlediği bu anlaşma maddelerinin yerine getirilmemesi FARC’ın yeniden silahlı mücadeleye başlamasının da gerekçeleri oldu.

Kolombiya hakkında kısa tarihsel bilgi

Kolombiya, Latin Amerika’nın en eski medeniyetlerinden doğan bir Güney Amerika ülkesidir.

İnka İmparatorluğu, Musıca, Taynana ve Sinu medeniyetlerine ev sahipliği yapan bu topraklar, 16. yüzyılda İspanyollar tarafından sömürgeleştirildi. 19. yüzyıla kadar sömürge olarak kalan Kolombiya, Napolyon’un İspanya’yı işgalinden sonra, bağımsızlık yönünde gelişen istek direnişe dönüştü. 1810 yılında Yeni Granada Eyaletleri federasyonu kuruldu.

Bu federasyona karşı İspanyollar kanlı bir harekata giriştiler ve 1816 yıllında İspanyollar, Cartagena’yı geri aldılar. Bu yenilgiden sonra Bolivar ve General Santander, yeni bir bağımsızlık savaşı başlatarak; 1819’da Boyaca, 1821’de Carabob, 1822’de Pinhincha’yı İspanyollardan geri aldılar.

10 Ağustos 1819’da Bolivar, Venezuela ile Yeni Granada’nın birleştiğini ilan etti. 17 Aralık 1817 sonunda kuruluşu ilan edilen Kolombiya Cumhuriyeti’ne 1822 yılında Ekvador da katıldı. Bolivar’ın ölümüyle birlikte, 1830 yılında önce Venezuela, sonra da Ekvador birlikten ayrıldı.

O dönemden günümüze kadar Kolombiya’ya yön veren iki parti; Merkeziyetçi Muhafazakâr Parti ile Federalist Parti arasında iktidar mücadelesi devam etti. Bu mücadelede, 1845 yılında liberallerin federalist bir anlayışı kabul ettirme çabası iç savaşla sonuçlandı ve 1854 yılında liberaller Melo önderliğinde diktatörlük rejimi kurdu.

Muhafazakârlar 1857 yılında iktidarı yeniden ele geçirdiler. Mayıs 1858’de Ospina Rodriguez ”Granada Konfederasyonu” için federal bir anayasayı kabul etti. 1860 yılında liberal Tomas de Mosguera kiliseye karşı savaş açtı. Kilise mallarına el kondu ve Cizvitler kiliseden kovuldu. Yeni federal bir anayasayla Kolombiya Birleşik Devletleri kuruldu. 1866’da başkan seçilen Mosguera 1867 yılında devrildi.

Muhafazakârların yeniden iktidara gelmesiyle başkan seçilen Rafael Nunez, feodallerle ve kiliseyle işbirliği içinde ölünceye kadar ülkeyi yönetti. Rafael Nunez ölümüyle 1902 yılına kadar iç savaş devam etti. İş savaşın esas nedeni, feodaller arasındaki ekonomik savaşa dayanıyordu.

Savaşın önemli gerekçelerinden biri bölge için önemli ticaret yollarından biri olan Panama kanalının işletilmesiydi. ABD’nin müdahalesi ve desteğiyle Panama’nın ayrılıp bağımsız bir devlete dönüşmesi bu ticaret yolunun kapanmasına neden oldu. 1920’lerin başından itibaren Kolombiya’yı yarı-sömürgesi yapan ABD, buradaki petrol ve kahve üretimini denetimine aldı.

Bu tarihte sendika örgütlenmeleri yasaklandı ve grevler vahşice bastırıldı. 1928’de muz üreticisi Birleşik Meyve Şirketi’nin görüşme delegasyonunu bekleyen grevcileri katletmesi bunun en somut örneğiydi. 1948-53 arasında köylülerin toprak ağalarına karşı başlattığı iç savaşta, en az 200.000 insan katledildi.

Değişik bölgelerde kurulan köylü birlikleri Kolombiya’daki gerilla hareketinin doğuşunda da önemli bir yer tutmaktadır. 1950’lerden itibaren yoksul ve topraksız köylüler insanların yaşamadığı yerlere göç ederek, buralardaki toprakları işgal ettiler. İşgal edilen topraklarda üretim yapan köylüler aynı zamanda silahlı gruplarda kurarak kendilerini savundular.

Kurulan bu yerlere Marguetalia Cumhuriyeti (köylü hareketine önderlik eden lider) adını veriyorlardı. Ülkedeki Muhafazakar ve Liberal Parti tehlikeli gördükleri bu köylü hareketi karşısında ülkenin ”bekasında” birleşerek 1957 yılında Ulusal İttifak kurdular ve 1974 yılına kadar sırayla hükümet olacak şekilde ülkede bir düzen kurdular.

FARC’ı ortaya çıkartan koşullar diğer Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkan hareketlerden farklı değildir. 1800’lerin başında İspanya sömürgeciliğine karşı verilen savaş ve 1930’ların başından itibaren toprak ağalarına karşı mücadele de köylülerin desteğini alan Liberal Parti’nin lideri Eliecer Gaitan 1948’de öldürüldü. Kolombiya’daki mücadele 1964 yılında FARC’ı tarih sahnesine çıkardı.

FARC, ilk kurulduğunda feodalizmi yıkmak için bir köylü hareketi olarak doğdu. Zamanla hedefini genişleten örgüt, programına ”sosyalizmi”e ulaşmayı da ekledi.

FARC’ın yanı sıra bu dönemde ortaya çıkan bir başka devrimci örgütler de ELN (Ulusal Kurtuluş Ordusu) oldu. Bu iki örgütün dışında, Kolombiya Komünist Partisi-Marksist /Leninist (Maoist Halk Kurtuluş Ordusu (EPL) da bu yıllarda ortaya çıktı. FARC, kurulduktan kısa bir süre sonra köylü kitleleri içinde hızla büyüdü. Kitleselleşti.

Ülkenin % 40’ında etkili olan örgüt, Che Guveara’nın gerilla savaşından etkilenerek, “partisiz devrim çizgisi”nde ilerledi. ABD’nin desteklediği Kolombiya ordusunun yanı sıra, toprak ağalarının kurduğu paramiliter güçler de FARC’a karşı savaş içinde oldu.

1980’li yıllara gelindiğinde kırsal alanda güçlenen FARC, kitleler içinde açık çalışır hale geldi. Bu yıllarda Parlamento içinde var olmayı hedefleyen örgüt “Komünist Partisi”yle birleşti ve 1985 yılında Yurtseverler Birliği’ni kurdu. FARC ve Kolombiya devleti arasında görüşmelerin başladığı tarih olarak da 1985 gösterilmektedir.

FARC’ın legalleşme çabaları yaklaşan ilk seçim döneminde son buldu. Yurtseverler Birliği’ne karşı devletin ve paramiliter güçlerin yaptığı katliam ve suikastlar sonucu FARC hedefine ulaşmadı.

Katledilenler arasında FARC’a yakın dokuz milletvekili, 70 belediye meclis üyesi ve 11 belediye başkanı bulunuyordu.Bu dönemde saldırılardan etkilenen 4 milyon insan (tıpkı Türkiye Kürdistanı’nda olduğu gibi) köylerinden sürgün edildi. Ve böylece FARC, legal mücadeleden çekilerek yeniden gerilla savaşına başladı. 2000’lerde örgüt ile devlet arasında barış arayışları yeniden başladı.

”2011’e kadar paramiliter çetelerin 53 bin üyesinden sadece 4 bin kadarı mahkemeye çıkarıldı. Ancak Başkan Uribe, 2008’de FARC’a karşı saldırıya geçti. Uribe’nin çeteleri akladığı ve adına da Barış ve Adalet Projesi denilen “barış sürecinde” ülkede “FARC’a ya da komünistlere yakın” diye toplam 173 bin 183 kişi öldürüldü. FARC’ı destekleyen 34 bin 467 kişi kaybedildi. On binlerce yerleşim biriminde insanlar zorunlu göçe tabi tutuldu. 43 gazeteci öldürüldü, 30 gazeteci ise hala kayıp. FARC’da bu dönemde ağır darbe aldı ve üç lideri öldürüldü.”

2016, FARC ve devlet arasında başlayan görüşmeleri hazırlayan adım, 2012 Nisan’ında FARC’tan geldi ve örgüt ateşkes ilan ederek, rehin tuttuğu askerleri serbest bıraktı. Bu gelişme FARC ve devleti, Ekim 2012’de Norveç’in başkenti Oslo’da yeniden buluşturdu.

Ve nihayetinde 2016 tarihinde Küba’da varılan karşılıklı anlaşma çerçevesinde, FARC silahlı mücadeleye son verdiğini dünya kamuoyuna duyurmuş oldu.

 

Silahlara veda edenler hep kaybetti

Kolombiya’da silahlı mücadeleye veda eden FARC’ın  aradan daha üç yıl geçmemişken yeniden silahlı mücadele kararı almasından çıkartılması gereken çok önemli dersler var.

Yakın tarihe baktığımızda silahlı mücadeleye elveda diyen tüm parti ve gruplar hiç bir şey elde etmeden ya silindiler ya da marjinal birer parti ya da grup olarak siyasi hayatlarına devam ediyorlar.

Bunlardan başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:

Nikaragua’da Somoza diktatörlüğüne karşı 1962’de FSLN (Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi) kuruldu. 1979 yılında FSLN, Samoza diktatörlüğünü yıkarak başkent Managua’yı ele geçirdi.

FSLN, Nikaragua’da gerçekleştirdiği devrimle Latin Amerika’da büyük bir etki yarattı. Dünyadaki devrimci ve komünist partilerden de büyük bir destek alan ve devrimci silahlı mücadeleye farklı bir hava katan FSLN, bunu ancak 1990’lara kadar devam ettirebildi.

Emperyalistlerin baskısı ve onların Nikaragua’daki işbirlikçileri FSLN’yi serbest seçimlere zorladılar. 1990 yılında yapılan genel seçimlerde, Sandinista karşıtı koalisyonun lideri Vioetta Chamorro seçimi kazanarak cumhurbaşkanı seçildi. FLSN, o tarihten bu yana muhalefette. Kitlelerle bağları iyice zayıflayan ve marjinal bir harekete dönüşen FLSN, kazanılan devrimi ”demokrasi” aldatmacasıyla yeniden burjuvaziye teslim etti.

ETA’da aynı sondan kurtulamadı. 1959 yılında kurulan ETA (Bask Vatanı ve Özgürlük” örgütü) İspanya devletine karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyle önemli bir kitlesel güce erişti. Kurduğu legal parti BATASUNA ile parlamenter siyasette sesini duyurmaya çalıştı da, İspanya devleti BATASUNA’yı dönem dönmem yasaklayıp liderini tutukladı. BATASUNA, hiçbir zaman parlamenter mücadelede başarılı olamadı.

ETA, devletle masaya oturduğu gün mücadeleyi kaybetti. Uzun bir görüşme maratonundan sonra ETA, 20 Ekim 2011 tarihinde yaptığı bir açıklamayla silahlı mücadeleye son verip örgütü fesh ettiğini açıkladı.

İngiliz emperyalizminin ilhak ettiği İrlanda’nın bağımsızlığı için 1916 yılında kurulan İRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu), başladığı silahlı mücadele de kısmı olarak hedefine ulaştı, İrlanda adasının büyük bir bölümü bağımsız İrlanda devleti haline gelmesine rağmen, Kuzey İrlanda’nın İngilizlerin denetiminde kalmasından sonra da İRA, Birleşik İrlanda Cumhuriyeti şiarıyla 1960’da yeniden silahlı mücadeleye başladı.

İRA, 1981 seçimlerine katılma kararı aldı. Tutuklu İRA militanı Bobby Sands’ın ölüm orucunda hayatını kaybetmesiyle seçimlerden istediği sonucu alamadı. Gerry Adams liderliğinde kurulan legal parti Sinn Fein, bu tarihten sonra İngiliz devletine sürekli ”barış” görüşmeleri teklifinde bulundu.

Margaret Thacer hükümeti bu çağrılara ”önce silahları bırakın” yanıtı vererek görüşmelere yanaşmadı. M. Thacer’dan sonra 1990’da iktidara gelen John Major,

İRA’nın silahlı mücadeleyi bırakması için hiç bir ön şartının olmadığını ileri sürdü ve bunun üzerine İRA, ateşkes ilan etti. 1997 yılında hükümete gelen İşçi Partisi başkanı Tony Blair’de hiç bir ön şart olmadan görüşmelere hazır olduğu açıklamasından sonra, sürece dahil olan Sinn Fein’in yürüttüğü görüşmeler sonucu İRA, 1998 yılında silahlara veda etti.

1996 yılında başlattığı ”Halk Savaşı” ile 2006 yılında Nepal’de Krallığı deviren NKP(M), iktidarı aldıktan sonra, revizyonist bir çizgi izledi. Bu çizgi NPK(M)’i, çok partili sistem teorisine götürdü. Çok partili sitemle mevcut düzen partileri NKP(M) ile birlikte 2008 yılında seçime girdiler.

2008 genel seçiminde, halkın önemli bir desteğini alan NKP(M) 220 milletvekili kazanarak birinci parti oldu.  NKP(M), izlediği yanlış çizgi sonucu 7 Kasım 2017 tarihinde yapılan seçimleri kaybederek iktidarı seçim yoluyla burjuvaziye teslim etmiş oldu.

Seçimde oyların % 25’ini alan komprador burjuvazinin temsilcisi Kongre Partisi birinci parti olurken, NKP(M) ancak oyların % 15’ini alabildi.

İncelenmesi gereken bir deneyim de PKK ile Türk devleti arasında süren ”barış görüşmeleri”dir. PKK’nin 1993 yılında tek taraflı ilan ettiği ateşkese karşı, Türk devleti sürekli bir saldırganlık içinde olarak, ezme ve yok etme politikasından hiçbir zaman vazgeçmedi.

Abdullah Öcalan’ın bir komplo sonucu Kenya’dan Türkiye’ye getirilmesinden sonra, PKK, 1999 yılında bir kez daha tek taraflı olarak ülkedeki silahlı güçlerini geri çekme kararı aldı. Devlet bunu bir zayıflık olarak görerek saldırılarına devam etti. 2004 yılında tekrar silahlı mücadeleye başlayan PKK, 2009 yılında bir kez daha ateşkes ilan etti.

Bu tarihten sonra tek taraflı uzatılan ateşkes sonrası 2012 tarihinde Türk devleti PKK ile Oslo’da masaya oturmak zorunda kaldı.  2015 yılına gelindiğinde Türk devleti bu görüşmelere tek taraflı son verdi ve PKK kaldığı yerden silahlı mücadeleye devam etti.

PKK’nin defalarca ateşkes ilan etmesine, gerilla güçlerini ülke dışına çekmesine ve savaşa 3-5 yıl ara vermesine karşın, zayıflamamış ve kitle desteğini kaybetmemiştir. Bundaki temel argüman, PKK’nin elindeki silahları bırakmaması ve gerilla gücünü fes etmemesinde yatmaktadır.

Erdoğan’ın Dolmabahçe’deki görüşmeden sonra masayı devirmesi ve bundan sonra ilk şartının: ”PKK’nın tüm silahları gömüp üzerine beton dökmeyene kadar masaya oturmamız mümkün değil” sözü boşuna değildir. Silahlı bir halk hareketinin gücü, onun sahip olduğu ordudan ileri gelir.

Mao, ordusu olmayan bir halk hiçbir şeydir demesi tam da bunu ifade ediyor. Zor olmadan burjuvaziyi dize getirmek, iktidarını devirmek imkânsızdır. PKK’ye kazandıran taktik de bu olmuştur. PKK, her ateşkesi güçlenmenin, soluklanmanın ve kendisini yenilenmenin bir hamlesi olarak ele almıştır ve bunun içindir ki, hiçbir zaman kaybetmemiştir.

Sorun Nepal’de olduğu gibi Komünist Partisi önderliğinde iktidar alınmış olsa da, mesele iktidarın nasıl korunacağında yapmaktadır. Mao Zedung’un da altını çizdiği gibi, “devrim sonrasında iktidar alınsa da, kimin kazanacağının hala belli değildir”den kast ettiği tam da budur.

Yani mesele burjuva devlet yıkıldıktan sonra yerine konan yeni demokratik ya da sosyalist devletin devam ettirilip ettirilmeyeceğinde yatmaktadır.

Bir dönemin ünlü küçük burjuva ve revizyonist örgütlerin savunduğu: ”Devrim bir kere oldu mu artık geriye dönüş olmaz” teorinin tersine hayat Mao’yu doğrulamıştır. Rusya, Çin ve bir dizi demokratik ve sosyalist ülke geriye dönerek, bu ülkelerde kapitalizm yeniden hâkim bir güç haline gelmiştir.

Ezen ve ezilen arasındaki iktidar kavgası yüzyıllardır sürmektedir. Bu kanlı ve zorlu mücadelede hakim sınıflar hiçbir zaman iktidarlarını isteyerek teslim etmemişlerdir. Karşılıklı zorun nedeni de budur.

Burjuvazi elinde tuttuğu devlet erkini, şiddet kullanarak, faşizme başvurarak iktidarlarını korumanın bin bir yolunu denerler. Bu dünya çapında burjuvazinin başvurduğu evrensel bir yöntemdir. Kapitalist-emperyalist ülkelerde de, burjuva demokrasisi görecelidir. Emperyalizm kitlelerin kendi iktidarlarını sarstığı andan itibaren zora başvurmaktan geri kalmaz.

Krizden çıkmak için savaşların çıkartılması bundandır. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda emperyalist sistem krizi savaşın dışında aşamayacağı üzerinden 60 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Daha yakın dönemde Fransa’da, zamlara, işsizliğe karşı sokağa çıkan ”Sarı Yelekliler Hareketine” karşı, Fransız burjuvazisinin başvurduğu şiddetten ders almayanlar, burjuva demokrasisine bel bağlayan hayalperestlerdir.

Sorun sadece iktidarın alınması değil, korunması ve devam ettirilmesidir.

Daha iktidarı almadan burjuvaziyle masaya oturup, bazı reformlar için 30-40 yıllık mücadeleden vazgeçen silahlı örgütlerin temel sorunlarından biri de önderliklerinde yapmaktadır.

Özellikle Latin Amerika’daki direniş hareketlerinin büyük bir bölümü “partisiz devrim” anlayışıyla hareket etmişlerdir. Bu Che’nin “partisiz devrim” teorisine dayanmaktadır. Silahlara kumanda eden siyasettir. Bunun cisimlendiği yerde komünist partisidir.  Komünist partilerin önderlik etmediği hiçbir mücadele başarıya ulaşamaz.

Kolombiya ve benzer ülkelerdeki hareketlerin yarı yolda silahlı mücadeleyi bırakmalarının bir nedeni de budur.

*SİLAHLARA VEDA EDEN KAYBEDER!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu