GüncelMakaleler

MAKALE | Kim için güvenli bölge?

" Emperyalizme karşı mücadele slogan düzeyinde kavrandığı için bugün oradaki taktik politika tam olarak kavranamıyor, bu yüzden bir kesim burayı uzaktan izlemekle yetiniyor. Ancak kartlar yeniden karılıp, yeni paylaşım çatışmaları ile bölge emperyalizmin zulmü altında ezilirken seyirci kalanın geleceği de olmaz"

Yaklaşan 31 Mart yerel yönetimler seçimi öncesi halkın dikkati ekonomik krizden başka bir yöne çevrilmek isteniyor. Siyasi iktidar partisi ve himayesindeki burjuva-feodal basın toplumun geri duyguları üzerinden “ülke elden gidiyor, dış güçler bizi ekonomi üzerinden vurmak istiyor, bölmek istiyor” vb. propagandası yaparken, bunları kendine kalkan edinen devlet tarafından Suriye Kürt sınırlarına büyük bir askeri sevkiyat yapıldı.

Her an savaşa girilecekmiş gibi sınır hattına konumlanan faşist askeri güçleri haber kanalları tarafından canlı yayınlarla gerilim artırılmak isteniyor.

Hatta kimi “gazeteciler” (A Haber) ellerine silah alıp atış talimi yapıyor. Milliyetçi söylem üzerinden “hassasiyetler” canlı tutularak dikkatlerin savaşa odaklanması isteniyor.

Denenmiş ve kullanışlı olduğu bilinen bu yöntem sayesinde siyasi iktidar partisi ve temsil ettiği hakim klikler ekonomik kriz gerçeğiyle de “uğraşmak” zorunda kalmıyor. Suriye sınırına yapılan askeri sevkiyat ve kopartılan gürültünün bir nedeni tehlikeye girmiş iktidarları için bir tümsek olan 31 Mart yerel seçimlerini atlatabilmek olsa da asıl neden bu değil. İktidar partisi ve Türk hakim sınıfları için asıl sorun Osmanlı’dan Cumhuriyet’e beka tehdidi kabul edilen Kürt ulusal sorunu ve onun ekseninde gelişen bölgesel gelişmelerdir.

Hakim sınıflar için Rojava ile Suriye Kürdistanı’nda elde edilen statü, demokratik özerk yönetimler endişelerinin temelini oluşturuyor. Bu nedenle sahada tüm enerjisini Kürt ulusal güçlerin temel gövdesini oluşturduğu SDG’yi bertaraf etmek için kullanıyor ama başarı elde edemiyor. Suriye’de, “oyun”u emperyalist-kapitalist bloklar kursa da bölge halkının desteğini arkasına alamayan hiçbir kuvvetin zafer kazanamayacağı açıktır. Dünya genelinde yaşanmakta olan kapitalist rejimin yapısal kriz sarmalının faturası halklara ödetilmek isteniyor. Bölgede uygulanan emperyalist strateji her defasında halkların direnç duvarı karşısında başarısızlığa mahkum olsa da emperyalist rejim tarafından yeni yeni politikalar-taktikler devreye sokuluyor.

2011’de başlayan Suriye iç savaşının başından itibaren Esad/Baas karşıtı blok içinde yer alan Türk hakim sınıfları kısa bir süre içinde Baas rejiminin iktidardan düşeceğini hesapladı, politikasını bu eksen üzerinden kurdu. Fakat umulan ile gerçekler birbiriyle örtüşmedi.

Politikasını, Esad gitse de kalsa da Suriye Kürdistanı’nda oluşabilecek özel statüye karşı belirledi. Bu eksende Suriye’nin kuzeyinde Birleşmiş Milletler’in destekleyeceği ve kontrolün kendisinde olacağı bir tampon bölge oluşturulmasını istedi. 8 yıl bu istek ABD ve Rusya tarafından değişik nedenlerle de olsa kabul görmedi. Özellikle Rusya- İran ilişkisi bunu Baas rejiminin geleceği için tehdit olarak kabul etti. Dün kabul edilemeyen “Tampon Bölge” veya “Güvenlikli Bölge” şimdi ABD tarafından yeniden gündeme getirilmiştir.

14 Aralık 2018 tarihinde ABD Başkanı Trump ile Erdoğan arasında yapılan telefon görüşmesi ve arkasından ABD askerinin geri çekileceği açıklaması Suriye’de kartların taraflar arasında yeniden karılmasına neden oldu. SDG’nin bölge halkının desteği ile birlikte kurduğu yönetim biçimi Türkiye için yapısal düşman kategorisi içinde yer alıyor. 14 Aralık 2018 sonrası karılan yeni kartların nasıl bir stratejik denklem üzerinden şekilleneceğine ilişkin kafalar karışık olsa da ABD ile Türkiye arasında siyasi-askeri diplomatik görüşmelerin biri bitmeden diğeri başlıyor…

Yapılan görüşmelere paralel ABD Dışişleri Bakanı, Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı, Suriye özel temsilcisi vs… art arda Suudi Arabistan, Mısır, Irak, İsrail gibi bölge ülkelerinde görüşmeler yaparak yeni strateji doğrultusunda sahada aktif olmaları isteniyor.

Diplomatik-askeri görüşme trafiği içinde en tartışılan isim ulusal güvenlik danışmanı Balton ile yapılan görüşme oldu. Yapmış olduğu ziyaretlerdeki açıklamalar “büyük” bir tepkiyle karşılandı. Erdoğan, Balton ile “benim dengim değil, onun muhatabı İbrahim Kalın” deyip görüşmeyerek “tavır” aldı. Bir hafta sonra ise ABD’li senatör Lindsey Graham ile görüştü. Graham tüm devlet erkanıyla da görüştü. (Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Milli İstihbarat Başkanı…)

ABD’nin geri çekilme açıklaması sonrasında Rusya-İran ve rejim güçlerinin bölgede nüfuz bulmasını, kontrol sağlamasını da çıkarları için tehlikeli görüyor. Bu nedenle Suriye de (en başından itibaren) süreci Türkiye ile birlikte yönetmek, Türk hakim sınıflarının elini daha fazla taşın altına sokmasını istiyor. Aynı zamanda Kürt hareketinin atacağı yeni adımlardan da korktuğu için aynı anda birkaç ipte birden cambazlık yapıyor. Graham’ın 18.01.2019 tarihli Ankara görüşmesi sonrasında yaptığı açıklama da bu yöndedir: “Geri çekilme planı bir kaos. Geri çekilmenin üç amacı var; bir IŞID’i yok etmek, iki geri çekilme İran için zafer olmamalı, üç Esad Kuzey Suriye’yi de ele geçirmemeli.”

ABD İran’a uyguladığı ekonomik ambargo vb. konularında sınır komşusu olan Türkiye’den daha aktif görev almasını istiyor. “Tampon Bölge”, “Güvenlikli Bölge”den iki ülkenin beklediği, anladığı şey farklı olsa da uzlaşı için yoğun görüşmeler yapılıyor.

“Hiçbir şey görüldüğü gibi değil” sözü Suriye için somut nesnelliği ifade ediyor. Suriye’de karşı karşıya gelen iki emperyalist-kapitalist blok birbirleriyle ve yerel işbirlikçi ortaklarıyla kıyasıya bir mücadeleye tutuşmuş olsa da konu Kürt halkının kazanımlarına gelince aynı noktada uzlaşıldığı, ortak hareket edildiği ortadadır.

Hiçbir emperyalist güç bölgede kendi iradesi, kontrolü dışında ve  bölge halkına umut olacak, örnek oluşturacak demokratik bir yönetim biçimini istemiyor. Demokratik özerk yönetimi kendi varlığı ve geleceği için tehlike görüyor. Halkın yerel despotlardan (Esad, Mübarek, Salman vb.) emperyalist haydutları sorumlu tutması, korkularını kendileri için haklı da kılıyor.

2019 yılının iç savaşın kaderinin belirleneceği bir yıl olacağı görülüyor. Bir çok gelişme arka arkaya ve hızlı bir şekilde yaşanacak.

Aralık 2018’den sonra yaşanan gelişmelere kısa bir göz atalım: ABD’nin “Astana görüşmeleri rafa kaldırılmış, ömrünü tamamlamış, başarısız olmuştur” açıklaması, Türkiye’nin sınıra askeri yığınak yaparak “Fırat’ın Doğusu”na müdahale çıkışı, hemen ardından Trump’un ABD askerini geri çekeceği açıklaması ve başta Kobane olmak üzere birçok Kürt yerleşim alanını içine alacak şekilde M4 karayoluna kadar 32 km’lik derinliğe sahip “Tampon Bölge” önerisi, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ı temsilen Sudan diktatörü Beşir’in Şam’a giderek Esad’la görüşmesi, ardından BAE’nin ve kimi Arap ülkesinin Suriye’de elçiliklerini tekrar açması, Türkiye’nin Suriye’nin geleceği için müzakerelerde elinde tuttuğu en büyük kozu olan İdlib’in El-Musra (HTŞ) tarafından ele geçirilerek ÖSO’cuların İdlib’den çıkarılması… Bu gelişmeler bir aylık kısa süre içinde yaşanmıştır.

20.01.2019 tarihinde Arap Birliği dönemsel başkanı Lübnan Cumhurbaşkanı’nın Suriye’nin tekrar Arap Birliği’ne dönmesi için resmi çağrı yapması yeni sürecin nasıl işleyeceğini de belli oranda işaret etmektedir. “Türkiye artık Suriye’den çıkmalıdır” diyen Suudi Arabistan, BAE ve Mısır üçlüsünün sahada aktif olması ABD’nin elini güçlendiren bir başka seçenek oluyor. Bu üç ülkenin önderliğinde kurulmak istenen “Arap NATO’su” için Suriye sınır alanı yapılmak isteniyor.

“Yeni paylaşım çatışmaları ile bölge emperyalizmin zulmü altında ezilirken seyirci kalanın geleceği de olmaz”

Türk hakim sınıfları ise nesnel gerçekler ile uyuşmayan, gücünün ötesinde/aşan neo-osmanlıcılık politikası nedeniyle sahada oyun dışı kalmıştır. Tekrar masaya dönmek için “tampon bölge”yi ısrarla istiyor, varlığı için yapısal tehdit olarak kabul ettiği Suriye Kürdistanı’ndaki özerk yönetimi, tampon bölge ile yok etmek istiyor. Bu açıdan Türk hakim sınıflarının Kürt halkına yaklaşımının bütün bölge ülkelerinin en gerisinde olduğu görülmelidir.

Sonuç olarak Suriye’de dengelerin hızlı bir şekilde değiştiği kaygan bir zemin var. Emperyalist ve bölge ülkeleri yeni stratejiler belirlerken hepsinin ortak tehdit konusunda uzlaştığı nokta halk desteğini yanına almış, özerk demokratik bir yönetim biçimine karşı olmaları ve çıkarlarına hizmet edecek bir kuvvete sahip olmak. Halkın menfaati için değil emperyalist-kapitalist rejimlerin menfaati için kullanışlı bir araç isteniyor. Buna karşı duracak olan da bölge halkının ortak iradesi, ulusların kendi kaderini tayin hakkı olacaktır.

Bu kapsamda Kürdistan halkı ile ortak bir hat geliştirip büyütülmesi oldukça önemli bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye devrimci hareketi “seyirci” konumunu terk ederek mücadelenin büyütülmesine odaklanmalıdır. Orada yaşanan ağır yıkıma rağmen devrimci, demokrat çevrelerin görece sessiz kalmasının önemli bir nedeni çarpık emperyalizm kavrayışında yatmaktadır. Emperyalizme karşı mücadele slogan düzeyinde kavrandığı için bugün oradaki taktik politika tam olarak kavranamıyor, bu yüzden bir kesim burayı uzaktan izlemekle yetiniyor. Ancak kartlar yeniden karılıp, yeni paylaşım çatışmaları ile bölge emperyalizmin zulmü altında ezilirken seyirci kalanın geleceği de olmaz.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu