GüncelMakaleler

MAKALE | Nüfus artarken tarımsal üretim düşüyor

Ülke nüfusundaki büyümeye rağmen 17 milyon dekar küçülen buğday ekim alanı gerçekliği konuyu daha da somutlar. Açık nasıl kapatılmaktadır? Bu sorunun cevabı ülke tarımının ve emekçilerinin nasıl emperyalizm ve tarım tekellerine altın tepsi içinde sunulduğunu göstermektedir.

Tarımsal üretim faaliyeti ülke nüfusunun artış hızına oranla ters bir paralellikte ilerliyor. Şaibeli, üzerinde oynandığı bilinen TÜİK verileriyle bile bu gizlenemiyor.

2018 yılında tahıl ve bitkisel ürünler bir önceki yıla oranla %5.8, sebze yetiştiriciliğinde yaşanan gerileme %2.6 olmuştur. 2002 yılında 26.6 milyon hektar olan tarım arazisi 2018 yılında 23.4 milyona gerilemiştir. Ülke nüfusu 2004’te 67 milyonken buğday üretimi yapılan alan 93 milyon dekar. 2018 yılında nüfus 81 milyona yükseldiğinde buğday ekim alanı 76 milyon dekara gerilemiştir.

Nüfus artarken tarımsal üretim geriliyor.

Geçmişte coğrafyamızı birçok ülkeden ayırt eden özelliği dünyada tarımın ilk yapıldığı yerlerden biri olması ve ‘kendi kendine yeten ender ülkelerden’ birisi olma durumu hakim sınıflar tarafından abartılı seçim propaganda söylemi olarak kullanılırdı.

Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte bu ‘abartılı’ söylem artık kullanılmıyor. Emperyalist kapitalist rejim tarafından 1970’lerde yaşanan ekonomik krizlerden çıkış olarak 1980’lerde IMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanan ‘küresel neo-liberal serbest pazar ekonomisi’ politikası sömürge, yarı-sömürge ülkelerde siyasi iktidar partileri aracılığıyla ya da darbelerle uygulanmaya başlandı.

Ülkemizde ise 2000’li yıllarda hız kazanan neo-liberal ekonomi siyasetinin pratikte uygulanması birçok üretim kolunu vurduğu, yok olma aşamasına getirdiği gibi tarımsal üretim faaliyetini de derinden, köklerinden sarsmıştır.

“Gümrük Birliği anlaşması Türkiye’nin tarımsal yapısında önemli değişimlere yol açmıştır. 1999’da IMF ile Stand-By anlaşması ve Dünya Bankası ile Tarım Reformu Uygulama Projesi’nin (TRUP) imzalanması Türkiye tarımı için dönüm noktaları olmuştur…

Çıkarılan ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı(2001), Tütün Kanunu(2001), Tarım Kanunu(2006) ve Tohumculuk Kanunu(2006)  (Partizan, Sayfa: 110, Sayı:91) ile ülkemizde tarım alanı emperyalist kapitalist gıda ve ilaç tekelleri için kuralları kendilerinin belirlediği, kartları kendilerinin kardığı önemli bir pazar haline gelmiştir. Gıda egemenliğinin yerli üreticinin elinden alındığı bir süreci başlatmıştır.

Yani ‘tarımda kendi kendine yetebilen bir ülke’den, tüm ham maddenin dışarıdan alındığı, buğday, arpa, mısır, pirinç, kuru baklagil, soğan ve samanın bile ithal edildiği ülke haline gelindi!

 

Ekonomik Kriz Köylüyü Nefessiz Bırakıyor 

Kapitalist rejimin iç çelişkileri derinleştikçe rejimin yapısal sorunu olan kriz hali kaçınılmaz olarak kapitalizm ile birlikte var olur. Kapitalizm yıkıma uğratılana kadar da bu ‘sarmal kriz hali’ devam eder. “Kriz orta çağda tıp disiplininde ölümcül bir hastalık anında ölüm ile yaşam arasında o ince ayrımı ifade etmek için kullanılır”(Sevan Nişanyan).

Coğrafyamızda tarımsal üretim faaliyetlerinin yaşadığı kriz hali ölümcül bir virüs gibi tüm Anadolu’yu köy köy, parça parça sarıyor. Köylü kendi toprağında emeğine yabancılaştırılıyor.

Türkiye ekonomisi tamamen ithalata dayalı bir model üzerine inşa edilmiştir. Bu ekonomik üretim biçimi iktidarda hangi burjuva kliğin olduğundan bağımsız bir tercih vs hali değildir. Bu emperyalizm çağında mali finans sermayesinin sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde uyguladığı bir politikadır. Yani hangi hakim komprador sınıfın iktidarda olduğunun bir önemi yoktur.

Yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde ithalat tüm üretim rejiminde belirleyici güç durumda olduğu gibi, bu tarımsal üretim biçimi için de geçerlidir. Coğrafyamızda (ithalata bağımlılık) tarım alanını diğer iş kollarından geçmiş yıllardan ayırt eden özelliği ithalata bağımlılığının sınırlı oluşuydu.

Köylü, toprağında var olan ve yetişen biyo-çeşitliliği ile (yerli tohum yaptığı geleneksel üretimle) bir sonraki yılın üretim faaliyetini yapabilir olma hali küçük üreticiyi, köylüyü ekonomik kriz halinde bile kendi yaşamını idame ettirme “ayrıcalığı” sağlarken kriz anında o da “ölüm ile yaşam arasındaki anı” yaşıyor.

Tarımda ithalata bağımlılık; tohumdan gübreye, ilaçtan sulamaya, mazottan traktöre, ipinden plastik kasasına kadar kullanılan tüm araç gereçler ithal. A’dan Z’ye araç gereçlerde dışarıya bağımlılık, döviz kurlarında meydana gelen dalgalanma ile birlikte köylünün nefes borusu tıkanmış, nefessiz bırakılmıştır.

Cumhurbaşkanı, yaptığı bir konuşmasında ithalata karşı olduğunu (yanlış okumadınız) söyleyerek şu açıklamayı yapmıştır: “Bu süreçte çok acil olmayan hiçbir ürün, hiçbir malzeme ithal edilmeyecek.

Talimatı buradan tüm kurumlara veriyorum” demiştir. Ancak talimat Ankara’ya “ulaşmamış” olacak ki açıklamadan üç gün sonra 15 Ocak 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi TMO’ya 2.6 milyon ton ithalat izni verdi. TMO buğday, arpa, mısır, pirinç, kuru baklagil, soğan ve konserve domates vb. gıda çeşidi emperyalist tekellerden satın alacak. Ayrıca kararname Ocak-Nisan ayları arasında ithal edilen tarım ürünlerinden gümrük vergisini sıfırlayarak yerli üreticiyi bir kez daha emperyalist-kapitalist gıda ve ilaç şirketleri karşısında rekabet gücünden yoksun, savunmasız bırakıyor.

Köylünün mezar taşına bir taş daha koyuluyor. TMO yerli üreticiden/köylüden arpanın tonunu 825 TL’den alırken, 1.150 ile 1.350 TL’den arpa ithalatı yapıyor. Kendi köylüsünün cebinden çaldığı parayı çok uluslu şirketlerin kasasına aktarıyor.

Gümrük duvarının kaldırılması köylünün binbir emekle gece gündüz demeden yazın sıcağında, kışın ayazında akıttığı alın terinin-emeğinin çalınmasıdır.

Arpa örneğinde olduğu gibi mahsulünün değerinin altında bir fiyatla pazara sunulmasıdır.

Küçük üretici-köylü yüksek maliyet girdisi altında ezilirken pazarda-markette meyve-sebze fiyatları son 10 yıl içinde %300 artmıştır.(Fox Haber, 25.01.2019) Köylünün elinden ucuza alınan mal tüccar, aracı, komisyoncu ve şirketler tarafından fahiş fiyatlarla iç pazara sunuluyor.

2010 yılında tarla ile raf arasındaki fiyat farkı %58, 2017’ye gelindiğinde makas açılarak %147’ye, 2018’e gelindiğinde ise makas biraz daha açılarak %184’e yükselmiştir. Köylü zarar ederken aradaki asalaklar karlarına kar katıyor.

Siyasi iktidar partisi temsilcileri seçim öncesi pazar ve market tezgahlarındaki gıda fiyatlarının yüksekliğinden ‘şikayet’ ediyor.

Küçük üretici-köylüden sattığı malın vergisini alırken, tüccardan ayrı, komisyoncudan ayrı, şirketlerden, marketlerden ayrı ayrı vergi alıyor. Bir mahsulden birden çok vergi alırken hiç şikâyet etmiyor!

Köylü emeğinin karşılığını alamadığı için parça parça üretimden çekiliyor. Ülkemizde tarımsal üretim faaliyeti içinde olan nüfusun yaş ortalaması 58’e yükselmiştir.  Genç köylüler üretimden çekilmiş, şehirlere göç etmiş ya da mevsimlik işçi olarak, hayatını idame etmek zorunda bırakılmıştır.

Çiftçi kayıt sistemine kayıtlı çiftçi oranı %20 azalmıştır. Yazının başında belirttiğimiz gibi her yıl düzenli olarak nüfus artarken tarımsal üretim tersi bir paralellikte azalıyor. İthalat ise artıyor. “Son on beş yılda toplam 189 milyar dolarlık tarımsal ham madde ve gıda ürünü ithalatı yapıldı. Bu kapsamda 50 milyon ton buğday 23 milyon ton soya, 16 milyon ton mısır, 12 milyon ton pamuk, 9 milyon ton ayçiçeği, 5 milyon ton pirinç ithal edildi.” (Necdet Oral, 20 Ocak 2019, Birgün, Pazar)

24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının üzerinden 39 yıl geçti. Türkiye işçi sınıfı, köylü ve tüm emekçilerin üzerine karabasan gibi çöken, 24 Ocak kararlarını İMF ve Dünya Bankası ile birlikte hazırlayan ve de aynı zamanda ilk uygulayıcılarından Özal olsa da gerçek anlamda bütünlüklü bir strateji pratiği AKP iktidarı ile olmuştur.

2011 ekonomi-siyasi krizi sonrası kapitalist neo-liberal politika doğrultusunda kamuya ait üretim yapan iş kollarının özelleştirilmesi (Tekel, Şeker, Seka, Türk Telekom vb yerler) tarım kanunları ile köylü için önemli olan sübvanselin kaldırılması, uluslararası mali sermayeye borçlanma oranının artışı, köylünün 2002 yılında bankalara olan borcunun 2 milyardan (2018’de) 102 milyara çıkması, yabancı finans tekellerinin hiç olmadığı kadar iç pazara müdahil olması AKP ile gerçekleştirilmiştir. Üzerinden 39 yıl geçmiş olsa da hala 24 Ocak karabasanı halkın üzerinde bir kâbus gibi duruyor.

Ülke nüfusundaki büyümeye rağmen 17 milyon dekar küçülen buğday ekim alanı gerçekliği konuyu daha da somutlar. Açık nasıl kapatılmaktadır? Bu sorunun cevabı ülke tarımının ve emekçilerinin nasıl emperyalizm ve tarım tekellerine altın tepsi içinde sunulduğunu göstermektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu