GüncelMakaleler

MAKALE | Ortadoğu’nun Kalbindeki Hançer: Siyonist İsrail ve Nakba

Dün nasıl ki; Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimciler Filistin için saf tutmuş, ezilen mazlum Filistin halkının yanında yer almışsa, bugün de bu görev günceldir.

“Filistinliler diye bir şey yoktu… Mevcut değillerdi.” (Golde Meir, İsrail Başbakanı, Sunday Times, 15 Haziran 1969)

“Doğu Kudüs Araplarmın ilhakı istemediklerinin doğru olduğuna inanıyorum fakat biz onlar istediği için orda değiliz.” (Moşe Dayan, İsrail Savunma Bakanı, Davar, 10 Ağustos 1967)

“Artan Yahudi göçü savaştaki kazanımlarımıza güç ekleyecektir; toprakları işgal etmek yeterli değildir, oralara yerleşmemiz de gereklidir.” (Abba Eban, İsrail Dışişleri Bakanı, Davar, 10 Ağustos 1967)

“Kendimize sormalıyız: Nasıl bir İsrail istiyoruz? Ben şöyle diyorum: Yahudi bir İsrail, hiçbir soruya ve kuşkuya yer bırakmayacak kadar Yahudi bir İsrail. Azınlığın yüzde elliyi oluşturup oluşturmadığı gibi günlük bir korkunun olmadığı Yahudi bir İsrail…” (Golda Meir, İsrail Başbakanı, Davar, 6 Haziran 1969)

“Fakat onlar insan değil, halk değil, onlar sadece Arap…” (David Hacohen, İsrail Knesset Dışişleri Komisyonu Sekreteri, 18 Ekim 1973)

“Arapları yerlerinden etmeden, toprakları müsadere etmeden ve onları dışarıda tutmadan Siyonist yerleşim olmaz, Yahudi devleti olmaz…” (Yeshaayahu Ben-Porat Yediot Aharonot’tan alıntı, 14 Temmuz 1972)

“Filistin devletine izin verilmesi bizim için tasavvur edilemez bir şeydir…” (Menachem Begin, İsrail Başbakanı, Time, 30 Mayıs1977)

 

“Siyonizm nedir?” diye sorulsa farklı tarihsel süreçlerde yapılan yukarıdaki açıklamalar yeterli olacaktır. Bu açıklamalar ve buna eşlik eden diğerlerinin hepsi Siyonist İsrail’in yapısını özetler niteliktedir. Emperyalistlerin Ortadoğu’yu paylaşmasının ardından bölgeye bir ur gibi yerleştirdiği bu devlet, bölgesel politikaların bir üssü olarak şekillenmiş ve bugüne dek emperyalist sömürünün bir karakolu olarak var olmuştur.

Siyonist devletin Filistin gibi bir bölgede kurulması genel anlamda Yahudi tarihinin bir parçası olarak dile getirilse de, güncel olarak bunun Yahudi tarihi ile alakası olmadığı, asıl hedeflenenin bölgede emperyalizmin güvenilir bir ileri karakolu olduğu açıktır. Çünkü emperyalistler açısından bölgeyi parçalamak yetmemekte, sömürüyü baki kılmak için, kullanışlı bir aparat da gerekmektedir. Bu da Siyonist İsrail devleti olmuştur.

Bunun karşısında ise katledilen, topraklarından sürülen, sürgün yollarına düşürülen bir Filistin gerçekliği ortaya çıkmıştır.

15 Mayıs 1948’de Siyonist İsrail devletinin kurulduğunun ilan edilmesiyle Filistin’in değil Ortadoğu’nun kalbine hançer saplanmıştır. Bu hançerin saplandığı güne ise  Nakba (Felaket) denilmiştir.

 

Emperyalist sömürü, “Siyonist hava sahası”

Siyonist düşünce ilk kez 1896 yılında Avusturyalı Yahudi Theodor Herzl tarafından “dünyanın Yahudi sorununa bir çözüm”ü olarak sunulmuştur. Ancak bu projenin arkasında dünyanın her tarafına yayılmış olan ve ciddi bir sermaye gücüne sahip “Yahudi sermayesi”nin Ortadoğu’ya dair politikası bulunuyordu. Zira o günkü koşullarda giderek güçlenen “Hıristiyan sermayesi”yle “Yahudi sermayesi” arasında çelişki artmıştı ve “Hristiyan sermayesi”nin “Yahudi sermayesi”ni dışlaması gibi bir durum söz konusuydu. “Yahudilere bir parça toprak” ve İsrail hedefi esas olarak Yahudi sermayesinin kendisine bir alan arayışıydı.

Siyonistlerin Yahudilik inancı kapsamında kendilerine “vaat edilmiş bir toprak” olarak Filistin’in kutsal kitaplarda yer aldığı belirtilmektedir. Ancak antropolojik incelemeler ve mevcut dini kitaplara bakıldığında “vaat edilmiş topraklar” diye bilinen “Kenan Diyarı”nın Filistin ile alakası olmadığı görülmektedir.

Çeşitli mitlere dayanarak Filistin’in kendilerine ait olduğunu savunan Siyonistler, gerçekleştirecekleri işgale dini bir dayanak oluşturduktan sonra 1897’de Basel’de ilk Siyonist kongreyi gerçekleştirdiler. Bu toplantıda, Filistin’de tarım ve sanayi alanlarının açılması ve Yahudi işçilerin koloniler kurmasının sağlanması, uluslararası alanda tanınma sağlanması, Yahudi ulusal bilincinin güçlendirecek bir politika üretmek şeklinde bir dizi karar alındı.

Bu kararlar neticesinde Siyonistler, 1898’de Almanya, 1901’de de Osmanlı ile bir dizi görüşme gerçekleştirirler. Bu görüşmelerin ardından1903’te İngiltere Siyonistlere Uganda’yı önerir. Bu öneri Siyonistlerin 6. Kongresinde kabul edilirken daha sonra reddedilmiştir. 6. Kongrede sunulan Uganda’nın Siyonistler tarafından kabul edilmesine dikkat ettiğimizde meselenin “vaat edilmiş toprak”lardan çok Yahudi sermayesinin kendi kalesini yaratma politikası olduğu göze çarpmaktadır. Zira bu zamana kadar dünyanın dört bir yanında bulunan Yahudilerin bir devleti olmamakla beraber bir devlet kuracak denli politik kabiliyete ve sermaye gücüne sahip olduğunu görülmektedir. Bu sermayenin kendisi için bir “hava sahası yaratma” sorunundan başka bir şey değildi.

İngiltere 1917 yayınladığı Balfour Bildirisini ile Filistin’de kurulacak Yahudi devletini destekleyeceğini belirterek bu bildiriyi Siyonistlere gönderdi. 1916 yılında Ortadoğu’nun paylaşılmasını içeren Sykes–Picot Anlaşması sonucunda İngiltere, ele geçirdiği topraklar üzerinde kendisine bağımlı küçük devletler kurma politikasını benimsemiş ve bunun bir ayağı olarak da Ortadoğu’nun kalbinde kurulacak küçük bir Yahudi devleti ile işe başlamıştı. Yahudi devleti hem kendine bağımlı küçük devletler kurma fikrinin bir parçasıyken hem de bölgenin dokusunu parçalayacak ve onu tarihsel bağlamda sürekli bir çatışmaya sürükleyecek şekilde geri bırakacak bir özelliğe sahipti.

 

Balfour’un örgütlenmesi ve Nakba

Balfour bildirisini takiben Siyonist hareket, Mayıs 1942’de Filistin’de bir devletin kurulacağını ilan eden bir açıklama gerçekleştirdi. Bu açıklama, New York’ta  Biltmore Oteli’nde toplanan Siyonist İşleri Amerikan Komitesi tarafından gerçekleştirilen bir konferansta yapıldı. Konferansın ardından Filistin’e göçün planları yapıldı ve bunun desteklenmesinin ekonomik ve askeri ayakları dile getirildi. Bu sürecin ardından Filistin’de Yahudi nüfusu giderek güçlenmeye başlamış, ortaya çıkan Arap isyanlarına karşı Yahudi çeteler desteklenmiştir. Arap isyanlarının giderek güçlenmesi neticesinde İngiltere defalarca bir Yahudi devletinin kurulmayacağına dair açıklamalar yapmış ancak bu açıklamalar gerçeği yansıtmadığı için isyanlar giderek boyutlanmıştır.

İngiltere’nin bu süre zarfındaki amacı zaman kazanmaktı. Zira öngörülen proje on yıl içinde Filistin’in nüfusunun % 30’unu Yahudilerin oluşturmasıydı. Almanya’da zulme uğrayan Yahudilerin ezilmişlik psikolojisini kullanan Siyonistler; ezilen, Yahudi işçi ve emekçilerden faşist çeteler kurarak aynı zamanda kuracağı toplum için de devlet faşizmini örgütlüyordu.

1947’ye gelindiğinde ise İngiltere Filistin sorununu BM’ye devretti. BM, 1947’de bu bölgenin % 56.3’ünü Yahudilere, % 44.7’sini Araplara olacak şekilde iki devletin kurulmasını öngören bir karar (181 nolu karar) çıkardı.

İngiltere ve diğer emperyalistler bu kararı destekledi. Ancak İsrail, 1948’de bu kararın da dışına çıkarak Filistin’in % 94’ünü işgal etti. 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti, sınırları belirsiz bırakılarak ilan edildi. 15 Mayıs’ta da İngiltere, Filistin’den çekildi. İsrail, büyük bir soykırıma girişti. Göçlerle birlikte Arap nüfusunu % 20’ye indirdi. Bugün sayıları 4-5 milyonu bulan Filistinli mültecilerin çilesi bu dönem başladı. Nakba günü olarak adlandırılan bu gün, Siyonizmin gündoğumuyken Filistin halkının da gün batımıydı.

15 Mayıs 1948’de Siyonistler yayınladıkları bildiriyle; “…Ulusal konseyin üyeleri olan bizler, Filistin’deki Yahudi halkın ve Dünya Siyonist Hareketinin temsilcileri olarak, bugün, Filistin’de İngiliz mandasının sona erdiği gün, Yahudi halkın doğal ve tarihsel haklarının ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (Bölünme) kararının verdiği yetkiyle kutsal bir toplantı yaptık. Bu nedenlerle, Medinath Yisrael (İsrail Devleti) adı verilmek üzere Filistin’de Yahudi Devletinin kurulduğunu ilan ediyoruz” dediler. (15 Mayıs 1948, İsrail devletinin kuruluşuna dair bildiri)

 

Filistin Ortadoğu’nun kalbidir!

15 Mayıs 1948’in Nakba (Felaket) olarak adlandırılmasının nedeni sadece Filistin toprakların gasp edilmesini değildir. Nakba’yla birlikte yurtlarından edilen Filistinliler, dünyanın birçok bölgesine mülteci olarak dağılırken, Filistin’de kalanlar kendi topraklarında mülteci bir yaşam sürer hale geldiler.

Gazze ve Batı Şeria’da mülteci olarak yaşamaya mahkum edilen Filistinlilerin bütün ekonomik ve siyasal faaliyetleri denetlenmekte ve çoğu da engellenmektedir. Gazze ve Batı Şeria, bugün Filistin’in % 22’sini oluşturmaktadır ve bugün bu yerlere de Yahudi yerleşim yerleri yapılmaktadır. Filistinliler ticari faaliyetlerinin  % 79.8’ini İsrail ile yapmak zorunda kalıyor. Bunların yanında, İsrail, Filistin sınırlarındaki suyun % 80’ini kullanırken  % 20’lik kısmını da denetim altında tutmaktadır.

Bu tablo ekseninden baktığımızda Ortadoğu’da Filistin’e yaklaşım anti-emperyalist tavrın sağlaması niteliğindedir. Dolayısıyla Ortadoğu’da hemen her örgütün özel bir Filistin tavrı veya davası olmak zorundadır. Bu açıdan Filistin sorunu Ortadoğu halklarının bir aidiyet, bir ulusal sorunudur. Bugün bu soruna dönük reflekslerin oldukça geniş bir çerçevesi bulunmaktadır. Filistin davası güden ulusal hareketlerin varlığı kadar kendisini bu dava üzerinden var eden birçok dini hareket de bulunmaktadır.

Öte yandan bu sorunu “kendi sorunu” olarak gösterip bir şova dönüştüren ve bunu toplumun inanç ve değerleri üzerinden yapan hakim sınıflar da söz konusudur. AKP bunun en önemli örneğidir. Kendisini bir yandan Filistin davasının bir timsali gibi göstermekten geri durmayan AKP diğer yandan da İsrail ile ilişkileri sıklaştırmakta, emperyalistlerin Ortadoğu politikalarını İsrail ile kol kola gerçekleştirmektedir.

Dolayısıyla hakim sınıfların bu ikiyüzlü politikasının teşhiri önemlidir. hakim sınıflar aracılığı ile Filistin sorunu bir ulusal sorun olmaktan çıkaran, onu bir din sorunu haline getirerek özünden kopartan anlayışlarında teşhir edilmesi gerekir.

Dün nasıl ki; Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimciler Filistin için saf tutmuş, ezilen mazlum Filistin halkının yanında yer almışsa, bugün de bu görev günceldir. Devrimciler açısından Filistin sorununda gerçeğin örgüte, direnişe ve intifadaya çevrilmesi için bir görevdir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu