GüncelMakaleler

YORUM | AYM ve Yargıtay Çelişkisi: Bir Devlet Krizinden Daha Ötesi

"Can ATALAY kararı sonrası Yargıtay 3. Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmaları Türkiye hukuku açısından dahi ‘ilginç’ olarak görülse de bu meselenin ardında yatan neden yeniden dizayn sürecinde yaşanan devlet kadroları arasındaki çelişkilerdir."

Anayasa Mahkemesi’nin TİP Milletvekili Can Atalay hakkında aldığı “hak ihlali kararı”nın ardından Yargıtay 3. Dairesi, 8 Kasım tarihinde Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Oldukça çarpık olan ve ileri burjuva demokrasilerinden son derece farklı olarak keyfiyetin olağan olduğu Türkiye hukuk işleyişi açısından dahi bu yaşananlar kimi tartışmaları beraberinde getirdi.

TC’nin kuruluş ideolojisi olarak faşizm üzerinde yükseldiğini bilmekteyiz. TC’yi kuran kadroların gerek ideolojik şekillenişleri gerekse yine bu kadrolardan kimilerinin örgütlenmesinde rol aldıkları bazı paramiliter örgütlenmelerin varlığı ve bunların çalışma prensipleri daha sonra tüm dünyada faşizm eksenli örgütlenen ve paramiliter yarı-askeri tarzdaki organizasyonları içeren Gladyo’nun Türkiye’de zaten mevcut olan bu örgütlenmelerle kolaylıkla eklemlenmesini beraberinde getirmiştir.

Türkiye’deki Gladyo örgütlenmesinin sivil ayağını teşkil eden MHP’nin Gladyo’nun hedefleri doğrultusunda gerçekleştirdiği katliam ve işledikleri cinayetlere ek olarak yine Gladyo’nun  faaliyetlerinin finasmanı için silah ve uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerinde yer aldığı belgelerle kayıtlıdır. Ancak MHP üzerine yapılan çalışmalarda sadece bu paramiliter faaliyetin önde tutulması bazı eksilikleri doğurmuştur. Ne yazık ki, MHP gibi faşist paramiliter bir organizasyon ama aynı zamanda devlet içindeki Gladyo unsurlarının da destek ve çabası ile kitleselleşebilmiş ve sınırlı güdük haliyle de olsa Türkiye burjuva siyasetinde söz sahibi olacak duruma gelmiştir.

MHP ve Gladyo’nun programlarının birliğinden bahsetmemiz gerekir. Buna ek olarak bugün devleti yöneten gücün de esasen bu anılan organizasyonlara mensup kişilerden oluştuğunu eklemeliyiz. Örneğin sanki yakın dönem devlet hedefi imiş gibi sunulan ve burjuva siyasetinin konusu haline gelen ‘Başkanlık Sistemi’ MHP’nin daha 1976’da seçim taahhütnamesinde yer almaktadır. Bugün TC devletinin emperyalist devletlerle olan ilşkileri ve emperyalistlerin de kendi aralarındaki çelişkilerine göre yeniden dizayn edildiği şu süreçte MHP’nin iktidar ortağı edilmesi tesadüfi değildir. Elbette AKP gibi neo-liberal politikaların uygulayıcısı olan bir organizasyon da emperyalistlerin talmatlarına göre devletin şekilllenmesinde canla başla görev yapmaktadır ancak burada söz konusu olan sadece emperyalistlerin iktisadi talepleri ile sınırlı değildir. Her ne kadar AKP’nin de kökleri (burada öncülü olan Milli Nizam Partisi kast edilmektedir)  ‘soğuk savaş’ denilen ve Gladyo’nun tüm dünyada sosyalizm ve sosyalist mücadelelere karşı aktif olarak sahaya sürüldüğü sürece dayanıyor olsa da MHP, AKP’den çok daha militer bir program ve geçmişe sahiptir ve devletin bu yönde dizaynı için emperyalist güçlerle çok daha fazla fiili tecrübesi vardır. MHP’yi bugün iktidar ortağı yapan bu geçmiş ve ilişkiler ağıdır; yoksa ki hemen herkesin malumu olduğu üzere tiyatro düzeyindeki Türkiye seçimlerinde dahi anketlerde yüzde 6’nın üzerinde görünmeyen bir partinin iki kat fazla oy alarak iktidar ortağı olabilmesi izah edilebilir değildir.

Faşizm yeniden dizayn edilirken

Yukarıda aktarılan genel bilgiler sonrasında bugün yaşanan Yargıtay, Anayasa Mahkemesi tartışması daha anlaşılır hale gelecektir. MHP özellikle yargı kurumlarında örgütlenmeye gitmektedir. Devlet kadroları MHP’nin bu örgütlenmeleri için tüm olanakları sağlamaktadır. Burada yerleşen kadrolar MHP kadrolarından aldıkları talimatlarla bu kurumların işleyişini şekillendirmektedirler.

Can ATALAY kararı sonrası Yargıtay 3. Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmaları Türkiye hukuku açısından dahi ‘ilginç’ olarak görülse de bu meselenin ardında yatan neden yeniden dizayn sürecinde yaşanan devlet kadroları arasındaki çelişkilerdir. Bu çelişkiler, bir kurumun diğerine göre daha ileri olmasına rağmen diğerinin daha geri olması vb. durumlara dayanmıyor; aksine ikisi de geri durumda olan, her ikisi de gericiliğe hizmet eden kurumların arasında bu yeniden dizayn sürecinin yarattığı çelişkilerdir.

Anayasa Mahkemesi’nin mi Yargıtay’ın mı daha üstte olduğu yahut hangisinin verdiği kararın daha bağlayıcı olduğuna ilişkin olarak yürütülen tartışmalar da aslında bu çelişkinin söze dökülmesinden kaynaklıdır. Bugüne kadar örneği görülmeyen bir durumu bugün yaşanıyor olması elbette tesadüfi değildir. Diğer taraftan yargıda Gladyo kadrolarının yarattıkları bu değişim elbette ki zaten güdük olan Türkiye’deki hukuk işleyişini tamamen sorunlu hale getirecektir ve işçi sınıfının emeğinin kurtuluşu için mücadele eden herkesi, Kürt ulusal özgürlük mücadelesinde yer alan herkesi daha çetin daha zorlu bir ‘yargılanma’ ile karşı karşıya bırakacaktır.

Egemenler açısından ise yaşanan gerilim aşılamaz yahut yönetilemez değildir. Sermayenin farklı gruplarını temsil eder durumda olan AKP ve CHP’den yaşanan gerilime ilişkin yükselen farklı sesler dayandıkları sermaye gruplarının çıkar ve hesaplarını korumak niyeti ile ilgilidir. Zira yargı, yalnızca politik olarak devletin kendisine karşı duranları ezdiği bir enstrüman değildir. Aynı zamanda sermayenin farklı gruplarının sahip oldukları sermayelerini koruma, genişletme isteğini de ellerinden alabilecek yani sermayenin el değiştirmesini (çökme) sağlayabilecek güçlü bir enstrümandır.

Yakın zaman önce Fethullah Gülen Cemaati çevresinde örgütlenen 35 milyar dolarlık sermayenin darbe girişimi gerekçesi ve yargı marifetiyle nasıl başka sermaye grupları arasında pay edildiğine tanık olduk. Demek ki yargı sermaye gruplarının kendilerini sermayenin dolayımsız gelişimi için yürütmesi gereken faaliyetten men edebilecek bir enstrüman olarak önemlidir. O halde CHP’nin itirazlarını ‘demokrasi hezeyanı’ olmaktan ziyade, temsil ettiği sermaye gruplarının endişe çığlıkları olarak duymak, yorumlamak daha doğru olacaktır.

Devlet örgütlenmesi basitçe bir sınıfın diğeri üzerindeki diktatörlük aracıdır desek de görüldüğü üzere devletin hizmet ettiği sermaye gruplarının farklı farklı olması nedeniyle devletin kimi tarihsel an ve koşullardaki yönelimi bazı farklılıklar gösterebilmektedir. Bu farklılıkları doğru analiz edebilmek, devleti mekanik bir şekilde ele alıp yorumlama riskini ortadan kaldıracak, bu ise güne ve geleceğe ilişkin daha rasyonel politikalar belirleyip hayata geçirme kabiliyeti kazandıracaktır.

Yaşanan gerilimde Erdoğan’ın tavrı ise iktidarı elinde tutma çabasına uygun şekilde gelişti. Erdoğan önce bu süreçte “taraf değil hakem olduğunu” söylese de ardından ‘anayasa değişikliği de dahil tüm seçenekleri devreye koyacaklarını’ söyleyerek hemen her zaman olduğu gibi aslında bu çatışmanın da devletim hedeflediği esas noktaya varmak üzere kullanılacağının işaretini vermiş oldu.

Her ne kadar TC faşist bir yönetim sistemi ile yönetiliyor olsa da zaman zaman toplumsal mücadelelerin etkisi zaman zaman da AB ilerleme sürecinde olduğu gibi uluslararası sermayenin serbest dolaşım taahhüdü niteliğindeki değişiklikler kısmı de olsa demokratik bazı kırıntıları hayata geçirilmek zorunda kalınmıştır. Özellikle 2015 sonrasında fiili olarak demokratik hak kırıntıları tamamen ortadan kaldırılmış, önceleri ilan edilmiş OHAL uygulamaları sonraları ise KHK’lar aracılığıyla ilan edilmeden uygulanmaya devam etmiştir. Erdoğan ve MHP’li kadroların istemleri bu mevcut ‘Olağanüstü Hal’ durumunun yasalaşması ve kalıcı hale getirilmesidir. Böylelikle esasen emperyalist sermaye açısından Türkiye işçi emeğinin yoğun şekilde sömürüldüğü ve işçilere toplanma, örgütlenme özgürlüğü verilmediği ve böylelikle emek sömürüsünün yoğun olmakla birlikte kapitalistler açısından çok karlı, işçiler için ise çok ucuza gerçekleşeceği bir ülke haline gelecektir.

Yukarda çizilen tablo bugüne dair değildir. Bunu Büyük Ortadoğu Projesi ile ele almak gerekir. Bu proje konuşulduğu andan itibaren Erdoğan’ın ‘3 çocuk’ söylemlerinde bulunması da yine ucuz iş gücü oluşturma gayesi ile ilgilidir. Yoksa ki Erdoğan da gayet iyi bilmektedir ki Türkiye’de Hindistan’dakine benzer ama ‘resmi olmayan’ bir kast sistemi vardır. Bir işçinin çocuğu yine ancak bir işçi olabilir. O halde 3 çocuk demek aslında 3 işçi demektir. Erdoğan ve TC devletini yöneten sermaye grupları bir bakıma aradıkları iş gücünü özellikle Suriye ve Afganistan’dan gelen büyük sayıdaki göçmenin ucuza çalıştırılması suretiyle karşılamış oldular. Ancak şimdi hesap bu ucuza sömürünün çarklarının dönmesini ilelebet garanti altına almaktır. Anayasa değişikliği talep ve niyetinin ardında yatan gerçek budur.

Erdoğan sadece Erdoğan değildir!

Erdoğanın kendisinin sermayenin genel işleyiş kuralları dışında ele alınıp sanki bütün bu değişiklikleri, Erdoğan sadece kendi bireysel menfaati için talep ediyormuş algısı son derece yanlıştır. Erdoğan bir burjuva politik figür olarak kendisini orada tutan devlet gücüne hizmet etmektedir. Bu arada şahsi olarak kendisi ve çevresindekiler de devlet olanaklarını kullanarak zenginleşmişlerdir.

Yine devletin yönelimine uygun olarak öteden beri Gladyo ile içli dışlı olan tarikatların (Örneğin Menzil cemaatinin Muhsin Yazıcıoğlu aracılığıyla Gladyo ile tanışması ya da İsmailağa Cemaatinin Gladyo ile tanışması Türkiye’de kontrgerillanın has isimlerinden olup çok öne çıkmayan Namık Kemal Zeybek aracılığıyla olmuştur vb.) bugün kimi noktalarda daha fazla kullanılması konjonktüre ilişkindir.

Suriye ve Afganistan’daki fiili durum Gladyo ve TC devletini yöneten grupları bu tür bir hamle yapmaya yöneltmiştir. Yarın Ortadoğu ya da dünya genelinde beklenmedik kimi gelişmeler olur ve emperyalist sermayenin talebi, Türkiye komrador burjuvazisinin de bu yönde adım atmasıyla seküler bir grup ya da partiyi iktidara getirir ve bugün öne çıkan grupları birer birer geriye iterler. Bunların sermayenin işleyiş yasaları gereği sermaye açısından ehemmiyeti yoktur.

Dolayısıyla Erdoğan’a sahip olduğundan fazla anlam atfetmek yanlıştır. Odaklanılması gereken sınıfsal ilişki ve çelişkiler ve bütün bunlar ışığında kişilerin rolü olmalıdır. Sınıf ilişki ve çelişkilerinden bağımsız kişileri yorumlamak kişi özgülünde subjektivizm batağına düşülmesine neden olur. Batılı burjuva akademisyen ve tarihçilerin tezlerinin aksine Hitler bireysel başarısı, hırsı vs ile iktidar olmamıştır. Geleneksel Alman monarşisi ve Alman sermayesinin çağrısı ve desteği ile iktidara getirilmiştir. Nazilerin güçlü olduğu dönemde bugün dünyada çok bilinir durumdaki Alman sermaye gruplarının da bugünkü büyüklüklerinin temelini atmış olmaları tesadüf değildir. O halde Erdoğan ya da başka bir ülkede bir burjuva politikacının durumunu, o ülkedeki sermaye eğiliminden bağımsız ele almak son derece hatalıdır.

Özetleyecek olursak devletin kimi organları arasında süren bu dalaşın arkasında yaşanmakta olan yeniden dizayn sürecinin yarattığı gerilim vardır. Ancak bu gerilimi demokrasi güçleri ve karanlık güçler arasında bir dalaş yahut Türkiye’de ‘hukukun rafa kaldırılması’ olarak yorumlamak yanluştır. Türkiye’de hukuk zaten raftadır; hukuk adına işleyen sistem koca bir aldatmacadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu