Manşet

Memleket sevdalısı bir şair ‘Enver Gökçe’

“1920 yılında doğmuşum. Ankara’ya gelişimiz çok soğuk, hemen hemen kışın yeni başladığı zamana rastlar. O zaman dokuz yaşındayım. Yağmurlu bir günde köyden ayrıldık. Arapkir’e oradan da Hekimhan, Kangal yoluyla Sivas’a kadar kara yoluyla ve kış vaktinde yolculuğumuzu sürdürdük. Ulaşım yolları iyi değildi. Hatta o koşullarda zor ilerliyorduk. Ve hayvanlarla geliyorduk. O zaman uzun

bir yolculuktan sonra, on bir günde Ankara’ya gelebildik.”

Enver Gökçe’nin hayatı kardeşçe bir hayatın ve bu hayat uğruna verilen mücadelenin izlerini taşımaktadır. Onu tanıyanlar, onunla birlikte mahpuslarda yatanlar, onun için, “harabelerde açan çiçeklerden güller devşiren bir devrimcidir” diye bahsederler. Peki kendi kuşağında bu denli izler bırakabilen bir şair, nasıl oluyor da günümüzde hak ettiği yeri alamıyor, gençliği tarafından tanınmıyor?

Başta, şiirimizin, 40 kuşağının toplumcu şairleri, nice değerli sözcüleri, toplumun halk yararına değişmesini istedikleri için, egemen sınıfların ideolojisi ve çıkarlarıyla çatıştıkları için yıllarca edebiyat antolojilerinden, tarihlerinden, yıllıklarından, basınından, radyosundan uzak bırakılmışlardır… Bu baskılara ve sansürlere uğrayan nice şairlerimizden birisidir Enver Gökçe…

Fakat aynı zamanda bir evrenselliğin, yeryüzünün dört bir yanında hep beraber söylenecek büyük bir dünya senfonisinin
bilinçli, yiğit ve usta işçisidir de. Memleket sevdalısı bir şairdir. Onun şiirinde memleketi, köyleri, köylüleri, işçileri ve memleket sorunlarını sık sık görürüz.

 

“Fakültenin önü…”

Enver Gökçe 1929 yılında Ankara’da hususi bir ilkokula kayıt olur ve sırasıyla Cebeci Ortaokulu ve Gazi Lisesinde eğitim görür. Edebiyata ve şiire olan ilgisi bu döneme dek gelir. Bu sebepten Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türkoloji Bölümüne kayıt olur ve çalışmalara devam eder. Ülkü adlı bir Halkevi Dergisi bunların ilkidir.

Aynı dönemde Orhan Veli ve arkadaşları o zamanın devrimci şiirini yok sayan ve yozlaştıran bir çalışma içine girerler. Ant Dergisinin çıkışı da bu döneme dek gelir. Dergiyi oluşturan küçük bir topluluk da olsa, devrimci sorumluluğu üstlenmiş, Orhan Veli ve arkadaşlarına karşı anti-faşist ve devrimci bir gençlik ve onun devrimci sanatı etrafında yeni bir akımın ortaya çıkmasını amaçlamışlardır.

1948 yılında, o zaman Türkiye Gençler Davası olarak açılan davanın sebebi olarak kurulan anti- faşist bir derneğin içinde yer alır. Bu derneğin yüz elli kadar üyesi olmuştur. Dernek her türlü anti-faşist ve demokratik gence açıktır.

Derneğin faaliyetleri arasında halka her türlü yardım vardır. Örneğin, halkın hasatına bilfiil iştirak etmek, bu faaliyetler arasındadır. Derneğin fakülte ve Ankara çevresinde yaygınlaşmaya başlaması bazı ırkçı Turancıları rahatsız eder ve derneğe karşı bir saldırı gerçekleşir.

Derneğin Ankara Denizciler Caddesindeki bürosu basılır ve dernek binası yıkılarak, kitaplar yakılır. Enver Gökçe’nin “Fakültenin Önü” adlı şiiri bu döneme rastlamaktadır:

“fakültenin yanı demirden köprü
fakültenin önü bir sıra kavaktı
biz bir garip yiğit kişiydik
bütün hürriyetler bizden uzaktı
faşistler camlara yürüdüler
kürsüleri kırdılar, höykürdüler
tığ teber şahı merdan
‘Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar
Hıra Dağı kadar müslüman’
ve de kanlı bıçaklı düşman

………………
………………
gökler ışıyordu yer yer
ortalık ala şafaktı.”

enver göökçe

“Enver Gökçe, devrimci şiirimizin temel taşlarından biridir.”

Bu saldırının ardından aralarından Enver Gökçe’nin de olduğu altı kişi tutuklanır. Gerekçe olarak dernek üyelerinin komünizm propagandası yaptıkları ileri sürülür. Üç ay süren sorgulardan
sonra kimseyi mahkûm edemezler.
Demokrat Partinin memleket için büyük bir ümit olduğu dönemlerde Enver Gökçe fakülteyi bitirmiş ve iş aramaktadır. Üniversiteden hocası olan Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanıdır, fakat Gökçe’nin iş müracaatını değişik sebeplerle reddeder.

1951 yılına kadar değişik yurtlarda çalışan Gökçe, 51 yılındaki TKP’ye yönelik büyük tevkifatta yine tutuklanır ve bu sefer yedi yıla mahkûm edilir. Cezasının üçte birlik bölümünü de sürgün olarak geçirir.

Bu dönemlerde “Yusuf ile Balaban” adlı otuz şiirlik bir destan çalışmasını tamamlar. Bu destanın günümüze ulaşan üç parçası kalmıştır.28-29 Nisan olaylarından sonra sıkıyönetim tarafından tekrar tutuklanır ve sıkıyönetim dışında bir yere sürgün edilir.

Geçimini şiir çevirileri yaparak sağlayan Enver Gökçe, Pablo Neruda’nın birçok şiirini dilimize kazandırmıştır. Spor dergilerinde düzeltmen olarak da çalışan Gökçe, daha sonra Ankara’ya döner ve burada yaşar.

Enver Gökçe, devrimci şiirimizin temel taşlarından biridir. Hatta devrimci şiirimizdeki boyutlanmaları başta Nâzım Hikmet ve Enver Gökçe çevresinde oluşan boyutlanmalar olarak da belirlemek mümkündür. Onun şiirinde “ben”den çok “biz”i görmek mümkündür. Hatta şair arkadaşı Arif Damar’a bildirdiği bir adres şöyledir:
“Enver Gökçe
Çit Köyü halkından
Aşutka-Kemaliye”

Gökçe’nin şiirleri dünü bugüne bugünü de yarına bağlayacak bir perspektifte, devrimci görüşle kaleme alınmıştır. Ulusallıkla evrenselliği birleştirme özelliği taşır birçok şiiri. İkinci Dünya Savaşı sırasın Ant Dergisinde yayımlanan şiirleri, bu özelliğini en iyi şekilde ortaya çıkarır. Yerellikle ulusallığı, ulusallıkla evrenselliği yan yana görebildiğimiz bir eseridir “Memleketimin Şarkıları” adlı
şiiri:
“ben, bizden olan bütün insanların dostu;
adı, haritalarda bile bulunmayan
bir köyündenim Anadolu’nun.
güzel şeylere hasrettir memleketim
güzel şeylere hasret bu dünya.
yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım,
yanan şehirlerin
ağır tankların tekerlekleri arasında.
biliyorum,
yaylım ateşlere girilmiştir gönlümüzce…”

Enver Gökçe folklorun, halk şiirinin, halk deyimlerinin zengin verilerini devrimci bir görüşle özümlemiş, onlardaki değerli, diri yanları kendi şiirine aşılamıştır. Bundan ötürü, onun şiirini şehirdeki işçi gibi köydeki ırgatta okuyup anlar, üniversiteler bitirmiş aydın da okuyup anlar ve sever. Demek ki onun şiirleri insanlar arasında sınır çizmiyor.

Bu, halk kültürünü; bilinçle, halkçı bir görüşle değerlendirmenin bir sonucudur. Bu olumlu sonucun yalnız kalmadığını, kimi değerli şairleri de etkilediğini söyleyebiliriz.

Saçlarına
kızıl güller takayım,

salın da gel,

bir o yana

bir bu yana!

 Enver Gökçe’nin bu dizeleri, ondan çok etkilenmiş olan ve şiirlerinde bu etkiyi açıkça gördüğümüz Ahmet Arif’in mısralarında şu şekilde yankılanmıştır:

enver-gökçeeSaçlarına kan gülleri takayım
bir o yana
bir bu yana…

 

“ölüm adın kalleş olsun”

Enver Gökçe son zamanlarında hayli zor günler geçirmiştir. Onu tanıyanlar, son zamanlarında içine kapandığını, kimseyle görüşmediğini ve sürekli dinlendiğinden bahsederler. Hak etmediği bir hayatı yaşadığından dolayı hayli buhranlı günler geçirmiştir.

Enver Gökçe’den günümüze kalan eserleri: “Dost Dost İlle Kavga, Panzerler Üstümüze Kalkar, Eğin Türküleri ve Pablo Neruda’dan çevirileridir.”
Enver Gökçe düşünceleri uğruna, halkına ve memleketine olan sevgisi uğruna yıllarca zindanlarda kalmış bir şairimizdir.

Ona karşı değer bilmezliğin, onu yadsımanın ve ona karşı saygısızlığın en ileri boyutlarını ise 12 Eylül Darbesi ve onun çağ dışı düşüncesi ve bu düşünceyi uygulayan gerici-faşist zihniyet yapmıştır. Ve ne yazık ki, 12 Eylül’ün bu gerici sistemi Enver Gökçe’yi günümüzden ve sanatımızdan silmiştir.
Enver Gökçe 19 Kasım 1981 yılında Ankara’da Seyran Bağları Huzurevi’nde aramızdan ayrıldı. Edebiyatımızın en önemli isimlerinden birisi olan Enver Gökçe’ye fakirlik kâğıdı aldıran ve onu
huzurevinde ölüme terk eden sisteme inat, onu yâd etmek ve yaşatmak bizlerin başlıca görevi olmalıdır….

“ölüm adın kalleş olsun”

 

(Ankara’dan Bir Ö-G okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu