GüncelMakaleler

POLEMİK | Ezilenlerin Devrimci Şiddeti Meşrudur!

Demokratik devrimci zeminde mücadele etmek, devrimci şiddetle/zorla araya mesafe koymayı, onu lanetlemeyi gerektirmez. Siyasal mücadelenin bu iki formu, birbirini reddeden, birbirinin karşısına konulacak mücadele biçimleri değildir.

28 Eylül akşamı Mersin’de Kürt ulusal özgürlük hareketinden iki gerilla tarafından gerçekleştirilen fedai eylem sonrası henüz eylemin kim tarafından yapıldığı açığa çıkmamışken ardı ardına gelen açıklama ve kınama mesajları devrimci şiddeti yeniden tartışmaya açtı.

Sadece devrimci şiddeti değil coğrafyamızda ezilenler, emekçilerin geleceği adına verilecek politik mücadelenin temel koordinatları adına da bir tartışmayı zorunlu kıldı. Zira açıklamalar, gerçekleştirilen devrimci eylemin zamanlamasına yönelik bir itirazdan öte, söz konusu eylemin temel karakterine, devrimci zora, şiddete yönelik bir eleştiriyi, reddi de içinde barındırıyor.

AKP-MHP faşist ittifakına yönelik eşitlik, özgürlük ve insanca yaşanacak bir gelecek mücadelesinin daha geniş bir perspektiften bağımsızlık ve halk demokrasisi, sosyalizm mücadelesinin sayısız aracı ve biçimi olacağına sanırız kimsenin şüphesi yoktur.

İllegal olandan legal olana, silahlı devrimci şiddet pratiğinden temel demokratik hak ve özgürlükler mücadelesine ve tüm bunlara uygun örgütsel formlarda geniş bir yelpazede gerek devrimci-komünistler gerekse de yurtsever güçler can bedeli bir mücadele yürüttü hala da yürütüyor. Kuşkusuz her örgüt, amaç ve programına, kuruluş hedeflerine uygun bir örgütsel forma ve işleyişe ve buna denk düşen bir mücadele hattına eylem pratiğine sahip olacaktır.

Nitekim tersinden faşizmin bu mücadelelere yönelik yaklaşımındaki tutum da savaştığı gücün niteliğine göre şekil alıyor. Faşist TC devletinin en büyük endişe, korku ve kabusunun, devrimci ve yurtsever güçlerin örgütlediği devrimci zor, şiddet olduğunu söylemeye gerek yoktur sanırız. Devrimci şiddet, faşizmin, ezilen emekçi kitleler üzerindeki zorbalığının kırılması, yenilmezliğine dair yarattığı sahte algının parçalanması ve iktidarının sarsılması anlamında kritik bir öneme sahiptir.

Türkiye, T. Kürdistanı devrimci tarihi, 50 yıllık savaş tecrübesi bu gerçeklerle doludur. Bu anlamda özellikle de T. Kürdistanı’nda, Kürt ulusal özgürlük hareketinin, Kürt halkının büyük bir deneyim biriktirdiği de bir gerçektir.

“İktidarın namlunun ucunda olduğu” espirisi coğrafyamızda somut bir realite olarak karşımızda durmaktadır.

 Devrimci savaş faşizmin korkusu

Gerçek bu olsa da faşizmin zoruna, zorbalığına karşı Kürt ulusunun, ezilenlerin kurtuluşu uğruna yürütülen devrimci savaşımın andaki durumu söz konusu realitenin değişik tonlarda karşılık bulmasına neden oluyor.

Örneğin devrimci şiddet ve zorun güçlü örgütlendiği, geniş kitle hareketlerinden beslendiği veya sahiplenildiği, geniş kamuoyu nezdinde karşılık bulduğu süreçlerde faşizmin devrimci şiddete yönelik kara propagandası etkisini daha az göstermektedir. Diğer yandan kitle hareketinin geri çekildiği, faşizmin ideolojik ve politik hegemonyasını arttırdığı, devrimci güçler karşısında görece üstünlük elde ettiği dönemlerde ise faşist diktatörlüğün geniş emekçi kitlelerin bilincini daha kolay ve daha etkili bir şekilde zehirlediğini söylemek mümkün.

MGK’da kabul edilerek T. Kürdistanı başta olmak üzere tüm coğrafyamızda yürürlüğe konulan “Diz Çöktürme Konsepti” ve sonrasında bunun devamı olarak yaşama geçirilen, sınır ötesi-sınır içi operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar, devrimci yurtsever güçlerin ciddi darbeler almasına, geri çekilmesine neden oldu.

Gerek faşizmin topyekûn saldırıları gerekse de alınan hasarlar neticesinde kitle hareketi de geri çekildi. Kuşkusuz devrimci-yurtsever güçler herşeye karşın büyük bir direniş sergilemeye devam ediyor. Keza benzer şekilde işçi sınıfı ve emekçiler, Kürt ulusu mücadelesini sürdürüyor. Ne var ki, bunlara rağmen sınıf mücadelesinin genel tablosu hala bahsettiğimiz nitelikleri taşımaya devam ediyor.

Devrimci, komünist güçlerin ve Kürt ulusal özgürlük hareketinin yaşadığı kayıplar devrimci şiddetin coğrafyamız politik mücadelesinin zorunlu bir adresi olduğu gerçeğini silikleştirdi. Faşizmin devrimci şiddet eylemlerine, gerillaya, gerilla cenazelerine yönelik azgın şiddeti ve zorbalığının temel amacı da bu esaslı mücadeleyi ezilenlerin bilincinden silip atmaktı zaten.

Faşizm böylelikle ezilenlerin elinden en önemli mücadele aracını, onların öfkesini ve kahredici gücünü alarak onları silahsızlandıracak ve savunmasız kılacaktı. Bu konuda önemli bir mesafe katettiği de kabul edilmelidir.

Faşizmin ezilen emekçilere, kadınlara ve LGBTİ+lara; Kürtlere, Alevilere yönelik dizginsiz saldırı ve zulüm politikaları karşısında hayata geçirilen devrimci hesap soruculuk faşizmin tüm nefretini üzerine çekti.

Geçtiğimiz günlerde İzmir Dikili’de gözaltına alınan üç devrimciye yönelik hayata geçirilen ve kitlelerin korkutulması, devrimci şiddetin bilinçlerdeki sarsıcı etkisinin kırılmasına yönelik şovda bunun küçük bir örneği olmuştur.

 Devrimci siyasetin iki biçimi

Ezenle ezilen arasında kıyasıya bir şekilde süregelen mücadelenin andaki koordinatları politik arenada kimi sonuçları açığa çıkardı. Bunlardan ilki, devrimci güçlerin aldığı darbeler ve düşman kuşatması altında örgütsel olarak daralması ve sürece müdahele etmekte, örgütlenmekte zorlanması ve etkisinin zayıflaması olmuştur.

İkincisi, birincisinin bir sonucu olarak reformist, parlamenterist, revizyonist yapıların giderek güçlenmesi, taban bulması ve etkinliklerinin artmasıdır. Bu hat, sınıf düşmanıyla yürüttüğü mücadelede son tahlilde uzlaşmacılığı, sistemin ideolojik-politik argümanlarını mücadelenin temel çıkışlarından biri yapmayı savunur.

Bugün TİP’te açıkça karşımıza çıkan çizgi budur.

Sürecin olumsuz anlamda bir başka yansıması ise politik hattını ve mücadelesini daha geniş kesimleri kucakmak adına AKP-MHP faşist ittifakına malzeme vermemek kaygısıyla inşa etmek şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Açık ki, bugün demokratik yasal alanda bile mücadele etmenin, burada varlığını sürdürmenin yegane yolu demokratik hak ve özgürlükler için fiili-meşru bir mücadele yürütmekten geçmektedir.

AKP-MHP faşist blokunu geriletmenin, geniş kesimlere sesini duyurmanın, kendi meşru kılmanın yolu, devrimci-yurtsever güçlerin şiddetini kınamak değildir. Biliyoruz ki bugün demokratik alandaki varlığımızda, bu zemindeki hareket kabiliyetimizde devrimci şiddetle açılan kanallar, ödenen bedeller elde edilen kazanımlarlar büyük bir rol oynamaktadır. Zira faşist diktatörlük koşullarında temel hak ve özgürlükler mücadelesi, kanla, şiddetle ve katliamla bastırılmaktadır.

Bu anlamda demokratik meşru siyaset adına devrimci şiddeti kınamak, faşizmin ezilen halkımıza yönelik aralıksız süregelen vahşeti, zulmü karşısında onu savunmasız kılmak demektir. Devrimci-demokratik alanda mücadele ediyor olmak bunu yapmayı haklı kılmaz. Devrimci şiddetin, ezilenlerin demokrasinin tüm kanallarının kapatıldığı, hak ve özgürlüklerin yasaklandığı ve tüm muhalefet güçlerinin polis terörü kıskacına alındığı koşulların zorunlu bir sonucu olduğu açık bir gerçektir.

Demokratik devrimci zeminde mücadele etmek, devrimci şiddetle/zorla araya mesafe koymayı, onu lanetlemeyi gerektirmez. Siyasal mücadelenin bu iki formu, birbirini reddeden, birbirinin karşısına konulacak mücadele biçimleri değildir. Aksine birbirinden güç alan, birbirini besleyen niteliklere sahiptir. Birinin varlığı diğerini dıştalamaz. Elbette koşullar, süreçler ve konjektürler değiştikçe ve her dönemde bu ikisinin arasındaki kolerasyon da farklılık arz edecektir.

Tıpkı İran’da olduğu gibi doğrudan halkın devrimci şiddeti veya coğrafyamızda karşılık bulduğu haliyle devrimci yurtsever güçlerin devrimci şiddeti, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin bir parçasıdır!

Aynı zamanda faşizmin en büyük korkusu, emekçi kitlelerin yegane kurtuluş yoludur!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu