Makaleler

Muhafazakar faşizm!

Faşizm, 20. yüzyılda uygulanış biçimi ile işkence, zulüm ve katliam gibi olgularla özdeşleşmiş bir kavramdır. Baskının insan bedenine yönelmeden, onun düşünce ve yaşam tarzına müdahalesi, yasalarla ve değişik bürokratik uygulamalarla egemen olanın kendi düşüncelerini dayatması da bir faşizmdir. Fakat faşizmin özdeşleştiği kavramlarla açıklanmasından dolayıdır ki, AKP faşizmini bu kavramlarla örtmeye çalışmaktadır. R. T. Erdoğan’ın “Menderes hatalı dediler. 12 Eylül, 28 Şubat da meşrulaştırılmıştır. Ona da diktatör dediler, bakın o günkü gazetelere. Şimdi şahsıma da aynı şeyi söylüyorlar. Ben diktatör olacağım; biri çıkacak, bana diktatör diyecek, vay onun haline. Çünkü diktatörlüğün karakterinde bu tür şeylere tahammül yoktur” söyleminde saklı olan da budur.

AKP, hükümet partisi olduğu dönemde laik-Müslüman ya da “Muhafazakar-Demokrat” kimliği ile öne çıkmak zorunda idi. Bunun önem arz eden iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi; BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde model ülke olarak TC devletine duyulan ihtiyaç ve ılımlı İslam Ortadoğu ülkelerinde daha etkin olarak kullanılmasının amaçlanması. İkincisi; TC’nin kuruluşundan bu yana devletin laik bir devlet olarak algılanması ve algılatılmasının bir sonucu olarak dinin gericilik ve iltica unsuru olarak benimsenmesinin kırılması.

AKP ilk olarak devlet yönetimine dini kimliğin iltica-gericilik olmadığı üzerine çaba sarf etti ve “demokrasi” söylemini bir adım önde tuttu. Bu AKP’nin demokrat olmasından değil, demokrasinin dine dair gericilik-iltica algısının yıkılması adına bir maske olarak kullanılmasından ileri geliyordu. 2010 yılındaki referandumda “Yetmez Ama Evet”lerin ve toplumu bu düşünceye göre şekillendirenlerin kandığı bir yalandan ibaretti. AKP’nin “demokrasi” diye sunduğu tüm adımların gerisinde muhafazakarlığın esasları kimi zaman açıktan kimi zaman el altından etkin olarak hayata zikredildi.

2011 seçimlerinde yüzde 50 oy oranı ile “ustalık dönemi” denilen bu süreçte AKP, muhafazakar-demokrat söylemin muhafazakar yanını daha öne çıkardı. Muhafazakar yaşamı topluma çeşitli araç ve yöntemlerle dayatmaya başladı. Kadınların kaç çocuk doğuracağından kürtaj tartışmalarına, içki yasaklamalarından kızlı-erkekli öğrenci evlerine kadar bir dizi dayatma bu durumun birer örneğidir ve örnekleri çoğaltmak mümkündür. (Hatta kızlı erkekli öğrenci evleri tartışmasının ardından hızını alamayan TBMM Başkanvekili Sadık Yakut “Eğitimle ilgili kız ve erkek çocuklarının ayrı ayrı okullarda okutulması adına Türkiye’de maalesef geçmişten bu tarafa yapılan bir yanlışlık, Batıcılık adına çocukların aynı okullarda okutulması… İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek” diyecek kadar ileri de gitti.) 

Muhafazakar yaşam ve düşünce tarzının toplumun tamamının benimsediği bir tarz olarak sunulması dayatmanın başka bir türüdür. Türkiye’de yaşayan farklı inanç gruplarının hem yok sayılması hem de Sünni inancı benimsemeleri yönündeki baskı da Sünnileştirme çabasının ürünüdür.

 

“Düzen içi alternatif yok!”

Yüzde 50 oy oranı ile diğer partilere göre “güçlü” konumda olan AKP’nin daha açıktan muhafazakar yana ağırlık vermesi “güçlü” olduğu dönemde kendi düşünü ve yaşam tarzını hayata geçirmenin yanı sıra, hem iç hem de dış politikada içine düştüğü açmazdan çıkmanın bir aracı olarak muhafazakar kesimin desteğine daha çok ihtiyaç duymasından ileri geliyor. Hem iç hem de dış politikada alınan risklerin AKP aleyhine gelişmesi seçim öncesi onu daha çok muhafazakar kesime ve kimliğe yönelmeye zorluyor.

Bu zorunluluğun pratik uygulamaları AKP’nin en başından beri muhafazakar-demokrat değil muhafazakar-faşist olduğunu açığa çıkarmıştır. Son bir iki yıldır liberal cepheden dahi AKP hükümetine dair otoriter ve totaliter, daha cüretkar kesimlerden diktatör eleştirileri, AKP’nin son yıllarda otoriter ve diktatör olduğu anlamına gelmiyor. Aksine mevcut gerçekliğin düzen içi şahsiyetler tarafından dahi itirafı anlamına geliyor.

10 yıllık dönemi boyunca AKP hükümeti muhafazakar kimliğini, kendi içinde otoriterlikle, muhaliflere karşı diktatörlükle bütünleştirdi. İlerici, demokrat, yurtsever, devrimci tüm muhalif güçler üzerinde estirilen terörü, uygulanan baskıyı 12 Eylül AFC’sinden ayıran, uygulayıcının asker değil sivil görünümüdür. Sözde en güçlü olduğu dönemde açığa çıkan bu durum (şiddete, zor yöntemine sarılma) AKP hükümetinin güçsüzlüğünün ifadesidir. Güçsüzlüğün tetiklediği ve artırdığı şiddet-zor kullanımının adı muhafazakar faşizmdir. Şiddet ve zor, bu faşizmin kaba görünüm halidir.

AKP yakaladığı gücü koruma, seçimleri kazanma ve bunun için de seslendiği tabanın istemlerini gerçekleştirme adına muhafazakar kimliğe daha fazla sarılacak gibi görünmektedir. Üzerinde oturduğu temel açısından da bu bir zorunluluk olarak değerlendirilebilir. Bu zorunluluk AKP’nin kendisi için kullandığı muhafazakar-demokrat ifadesinin faşizm olduğunu ifşa etmektedir.

Proletaryanın şiarı ise zora (faşizme) karşı koymaktır. AKP hükümetinin muhafazakar faşizminin, proletaryanın ezilen emekçi halkın ekonomik ve siyasi taleplerinin nihai olarak gerçekleşmesinin düzen içi bir alternatifi yoktur. Söz açıktır “Emekçiyiz/ilkelere uyarız/bizler zora zorla karşı koyarız/haykırırız, her tarafa yayarız/beyler vermez/biz alırız zor ile”!

 

Dershane-Özel Okul çatışması sürüyor

Gülen Cemaati’nin AKP’nin iktidar yürüyüşünde en önemli destekçilerinden olduğunu biliyoruz. Cemaatin hem ciddi bir gücü elinde bulundurması hem de devletin askerinden polisine, yargı sistemine kadar birçok kurumunda oluşturduğu yapılanmasına, hatta AKP içindeki yandaşlarına kadar uzanan bir güç ve etkisi mevcut. Bu etkinin verdiği ağırlıkla zaman zaman hükümetin attığı adımlarda söz sahibi ya da baskı unsuru olduğuna, kimi durumlarda ters düştüklerine de tanık oluyorduk. Bu da bize iktidarı elinde bulunduran AKP kliğinin diğer paydaşları ile iktidar ve güç çatışmasını, hesaplaşmayı elden bırakmadığını gösteriyordu.

Hesaplaşma bu boyut ve içerikte devam ediyor ve şiddetlenecek gibi de görünüyor. Son hafta içinde karşılıklı yapılan açıklamalar da gösteriyor ki, AKP, Cemaatin en önemli ekonomik ve insan kaynağı olan dershaneleri kontrolü altına alarak Cemaati de denetim altına almak istiyor.

Dershanelerin kapatılması durumunda Cemaat bu sektörün hem en büyük payını alıyor olmasından dolayı ciddi bir zarara uğrayacak hem de insan kaynağına darbe vurulacak. AKP tüm bunları görerek Cemaati kontrol altına almak için önemli bir adım olan dershane meselesinde ısrar ediyor. Ancak bunu yaparken de bir bütün olarak Cemaati karşısına almak istemiyor ya da almıyor. Ve bunun için de eğitim sisteminin eksiklerinden dem vurarak dershanelerin özel okullara çevrilmesi durumunda vereceği ödenekten bahsediyor. Ancak Cemaat bundan pek etkilenmişe benzemiyor. Zira, dershaneler zincirinin en büyük müşterisi yoksul emekçi halkımızın çocukları. Cemaat, yoksul halkımızın çocuklarını özel okullara gönderemeyeceğinin farkında yani. Ayrıca özel okul ve teşvik önerisi insan kaynağının kurutulması anlamında da bir rahatlatma yaratmıyor Cemaatte. 

Cemaatin karşı hamlelerini de unutmamak gerekiyor tabii ki. Bu hamlelerden birisi de hükümete tehdit amacıyla kurdurduğu ve AKP’ye yakınlığı ile bilinen Eğitim-Bir-Sen’e ciddi kan kaybettiren, kurulduğundan 9 ay sonra üye sayısı 35-40 bine ulaşan Aktif Eğitimciler Sendikası’dır. Geçtiğimiz dönem hükümetle cemaatin pazarlıkları sonucu rafa kaldırılan Aktif Eğitimciler Sendikası projesi de rafa kaldırılmıştı.

Ancak bu durum gelişmelere paralel uzun sürmedi. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ara ara yaptığı “kapatacağız” açıklamaları ile konuyu gündemde tutmayı sürdürdü. Cemaat ve yandaşlarının tepkisi ise oldukça sertti: yazılı ve görsel medya devreye sokularak hükümet teşhir edildi, darbe vb. açıklamaları yapıldı, yandaş köşe yazarları tarafından yaklaşan yerel seçimler hatırlatıldı. Ardından bizzat F. Gülen bir açıklama yaparak AKP hükümetini “firavun” ve “Karun”a benzetti.

Görünen o ki, AKP-Cemaat tartışması bu kez uzun bir süreyi işgal ederek yeni yeni araçlarla devam edecek. Bu kavga-gürültü içinde sisler arasında kalan bir konu da dershanelerin özel okullara dönüşmesi ile hızlanacak olan eğitimin paralı hale getirilmesi hamlesi. Dershanelerin kapatılarak özel okullara dönüştürülmesi ile özel eğitim özendirilip teşvik edilirken işçi ve emekçi halkımızın sırtından kazanılan kamu kaynaklarından da özel okullar desteklenecek. Devlet desteğini arkasına alan özel okullarda da parası olanlar için “daha kaliteli” eğitim satılacak. Yoksul halkımızın çocukları ise borç batağında yüzen, alt yapısı yetersiz, teknik olanaksızlar içindeki okullarda okumaya, eğitim almaya mecbur bırakılacak.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu