GüncelManşet

OZAN UĞUR YAZDI | SOLÜSYON: DAYANIŞMA!

H. Merkezi: LGBTİ+’lere dönük yasak, sansür ve yaşam alanlarının kısıtlanması gibi saldırılara ilişkin LGBTİ+ aktivist Ozan Uğur gazetemiz için bir yazı kaleme aldı. “Muktedirlerin “kader” diye dayattıkları cinayetlerin ve hak ihlallerinin sona ermesinin tek solüsyonu ise dayanışma! Dayanışmanın artarak çoğalması için de faşizme karşı örgütlenmede kararlılık” diyen Ozan’ın yazısı şu şekilde:

 

Solüsyon: Dayanışma

 “Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman

Aşındırarak bütün güzel duyguları.

Bir yarım umuttur elimizde kalan,

Göğüslemek için karanlık yarınları.

M. Altıok

3 yıldır sistematik bir biçimde LGBTİ+ ve Trans Onur Yürüyüşlerine yönelik gerçekleştirilen devlet-çete saldırıları, yeni bir boyut atlayarak yasal zemine oturtulmaya çalışılıyor. Son 2 yıldır terör saldırıları, sözde darbe girişimleri, OHAL’ler ülke gündeminden düşmüyor; haliyle, günlük hayatımızın bir parçası olan yatağımıza kadar soruna batıyoruz. (LGBTİ+ temalı yazılarda özellikle “yatak” meselesi oldukça önemlidir.)

Ardı arkası kesilmeyen; sansür, yasaklar, kapatmalarla birlikte “Sıra LGBTİ+’lara mı geldi?” sorusunu sormadan önce bir defa şunu düzeltmek gerekir: “Sıra ne zaman başladı ki? Bunlardan önce, 95 yıllık şanlı cumhuriyet tarihinde LGBTİ+’lar güllük gülistanlık bir hayat mı sürüyordu?”

Durum böyleyken şunu idrak etmekte fayda var, faşizm tek başına, devletin resmi kapatmaları ile yaşanmıyor. Hayatlarımıza konmuş ambargolar ve tecrit ya da daha modern bir tabirle sosyal izolasyon, zaten önce “erkek” olmayandan başlıyor. Gündelik hayatlarımızın sıradan bir parçası haline gelen nefret ve iktidar hırsı önce muktedirler tarafından uygulamaya konuluyor ardından ise yavaşça meşrulaştırılıp sonunda “faşizm”le, yani günlük hayatlarımızı kuşatan şiddet ve iktidar hırsının(dolayısı ile patriyarkanın/erkek egemenliğinin) yasal biçimiyle taçlandırılıyor. Böyle olunca da sosyal hayatın görülmeyenleri olarak ancak örgütlenmiş bir kesime yönelik “açıktan faşizm”e maruz kaldığımızda ortada bir sorun olduğu düşünülüyor.

“LGBTİ+ meselelerini konuşurken yataktan bahsetmeden olmaz” demiştim. Bununla beraber eğlence de haliyle elzem bir konudur. Çünkü tecritin kendisi tam da bu alanlarda başlar. Günlük hayatlarını gizli saklı yaşamak zorunda olan (ve hatta çoğu zaman yaşayamayan) LGBTİ+’lar da bu şiddetin/sosyal faşizmin, çoğu zaman bahsedilmeyen mağdurları oluyor. Genel ahlak ve kamu düzenine aykırı yaşamamamız öğütlenirken (bu arada dikkat edelim, faşizm de tam da aynı bahaneler ile kendisini dayatır) “makul insan”a dönüşmemiz için yapılan baskı göz ardı edilemez. Bu sosyal izolasyon sonucunda oluşan gettolar da faşizmin ilk hedefi olur. Çünkü “makul” olmayan her şey iktidarı sarsar. ‘80 darbesinin ardından düzenlenen ilk operasyonlardan bazılarının hedeflerinin eğlence mekanları ve bu mekanlarda çalışan “makul olmayan kadınlar” olması da bir tesadüf değildir elbette.

Genel ahlak ile sıkıştırıldığımız alanı da yok etmek istemeleri iktidar arzusunun yavaş yavaş kendini yemeye başladığını gösterse de bu duruma karşı toplumsal bir müdahale gerçekleşmediği sürece kendisini farklı biçimlerde yenileyecektir. Geçmişte gece klüplerini basan devlet bugün de ilk hedef olarak “LGBTİ+ temalı” filmleri gösterdi. Üstelik bunu yaparken yıllardır pekiştirilen genel ahlakla perçinledi. Ankara’da başlayan yasaklar zinciri öncesi toplumsal hassasiyetleri bahane ederek LGBTİ+ ve Trans Onur Yürüyüşlerine saldırdı, ana akım medyanın ayrımcı bir dil üretmesi için elimden geleni yaptı ve yasal tanınma/adalet taleplerimizi görmezden geldi. Aynı zamanda LGBTİ+’lar için söz söyleyen çok az siyasetçiyi ve gazeteciyi tutukladı, birçok alternatif medya organını kapattı. 2 yıldır OHAL’leri ve KHK’ları benimseten devlet yine bu kararnameler ile birçok aktivisti de tutuklamalar ve tehditler ile susturmaya çalışıyor.

Trans aktivistler Diren ve Loren’in tutukluluğu, farklı gerekçeler ile sürerken Elazığ Cezaevi’nde tutuklu olan bazı kadınların dosyalarında “Orlando Katliamı anması örgütlemek, 8 Mart’a katılmak” gibi gerekçelerle “teröre destek vermek” gibi ifadeler bulunuyor. Muktedirlerin “terör” algısının kendi erkeklerini yani iktidarlarını sarsacak her türlü şeyi kapsadığından faşizme karşı mücadele de aynı kapsayıcılıkta olmalıdır. Zaten faşizmin ilk hedefini “teröristlerin bir araya geldikleri” yerler olması doğal olarak bir karşı koymayı getirecektir. Ancak tek tek direnişler önemli olsa da “tekçi” algıdan kurtulup örgütlü bir biçimde, olduğumuz her alanda, günlük hayatın içerisinde karşı koyamazsak faşizm kendini güncellemeye devam edecektir. Hem de tek tek direnişler sayesinde aldığı onca darbeye rağmen…

 

Peki Ankara’da ne oldu?

Erdoğan’ın CHP’ye, zaten zar zor bin bir emekle kazandığımız küçük bir alandan, LGBTİ+ aktivizmi üzerinden saldırmaya başlaması ile önce Pembe Hayat ve Kaos GL’nın organize ettiği Alman LGBTİ+ filmlerinin gösterimi yasaklandı. Bunun ardından “bazı” medya organları bu sefer de “Almanlar bitti İngilizler başladı” diyerek İngiltere elçiliği ile organize edilmesi planlanan etkinliği hedef gösterdi. “İbneliğin” yabancı düşmanlığı ile anılması tabii ki yasakları daha meşru kıldı. Bunun ardından ise valilik yasağı geldi. Daha sonra Bursa ve İstanbul’da da LGBTİ+ etkinlikleri yasaklandı.

2015 yılı itibarı ile Ankara’da asılan LGBTİ+’lara yönelik tehdit afişlerinin ardından Kaos GL’nin ofisine yönelik bir tehdit olduğu ortaya çıktı. Kaos GL güvenlik sebebiyle aylarca açmadığı ofisini taşımak zorunda kaldı. Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği de aynı sebeplerle dönem dönem ofisi kapalı tutmak zorunda kalarak başka bir adrese taşındı. Ankara’da ardı arkası kesilmeyen terör saldırılarına devlet-çete saldırıları da eşlik ederken seks işçiliği yapan translara yönelik şiddet ve baskı da Ankara’dan başlayıp İstanbul, İzmir, Antalya gibi birçok şehre yayıldı.

Son yasaklamaların ardından Ankara Valiliğinin yaptığı açıklamada “içinde LGBT, LGBTİ, LGBTT geçen bütün etkinliklerin yasaklandığı” duyuruldu. Valiliğin LGBTİ+ politikalarına hakim olmasından çok “her türlü ibneliği” yasaklaması anlamına geliyor. Ancak her yasak kendi karşıtını doğuruyor. Bu yasaklamaların ardından 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında yapılan etkinliklerde her sene olandan çok daha fazla gökkuşağı bayrağı olması bunun ispatı anlamına geliyor. Ancak bu ispatın faşizme karşı mücadelede bir fırsata dönüşmesi için örgütlülüğün artması ve pekişmesi gerekiyor.

 

Son söz yerine

Zira söz konusu “bizden olmayanlar” olduğunda varoluşun kendisini bile yok saymak meşru görülüyor. Hande Kader katledildiğinde verilen tepki kaçınılmaz olarak Soma’daki maden işçilerinin “kaderini” belirliyor. Muktedirlerin “kader” diye dayattıkları cinayetlerin ve hak ihlallerinin sona ermesinin tek solüsyonu ise dayanışma! Dayanışmanın artarak çoğalması için de faşizme karşı örgütlenmede kararlılık.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu