DerlediklerimizGüncel

MUSTAFA SÖNMEZ | Halının altında borç dağı

Geniş kredi politikası kasım ayı başında Merkez Bankası Başkanlığı ve Hazine Bakanlığı’nda yapılan kadro değişikliği ile terk edilmeye başlandı.

Türkiye’de son üç yılda, özellikle pandemi ile birlikte daralan, küçülen ekonomide çok sert düşüşler yaşanmaması için başvurulan genişlemeci para politikaları, hem bireylerin hem de firmaların olağandışı borçlanmalarına yol açtı.

Faizlerin eninde sonunda yükseltileceğine ve geri ödemelerin zorlaşacağına aldırmadan, herkes düşürülen faizlerle erişimi kolaylaştırılan krediye adeta hücum etti. Öyle ki sadece son bir yılda kredi hacminde yüzde 40 artış yaşandı.

Bu kredi bolluğuna öncülüğü, AKP iktidarının kontrolündeki kamu bankaları yaptı. Özel bankaların da geri durmaması için zaman zaman tehditkâr yollarla onlar da kredi saçmaya zorlandı. Ne var ki suyun üstünde kalmak için kullanılan bu yöntem, kısa sürede flaş bir canlanma yaratsa da yan etki olarak yüksek enflasyon, ithalat patlaması ve devamında cari açık sorunu yaratınca, bunların kümülatif sonuçları da döviz fiyatını sert biçimde artırınca, terk edildi.

Faizler yeniden yükseltildi ve herkes borçlarını yüklenmiş olarak evinin yolunu tuttu. Şimdi mesele, bu kat kat artmış borçların nasıl geri ödeneceği, halının altına süpürülmüş bu borç sorunu ile nasıl baş edileceği ile ilgili.

Bütün dünyada pandeminin daraltıcı etkisine karşı genişlemeci para politikaları uygulanırken genişletilmiş maliye politikaları, devletin nakdi yardımları da buna eşlik etti. Ancak Türkiye’de AKP rejimi devlet yardımlarını en azda tutarak krediye erişimi kolaylaştırma yolunu seçti.

Pandemi sürecinde “sosyal kalkan” adı altında merkezi bütçeden ancak 8 milyar TL, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ise 36 milyar TL dolayında destek sağlandı. Bu tutar, ülke Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nın (GSYH) yüzde 1’i bile değil.

Nakdi yardımlar çok yetersiz kalırken pandemiye karşı alınan en büyük ekonomik önlem, ucuz ve bol kredi arzı oldu. Yüksek kredi artışı ile hem şirketlerin zor dönemi atlatabilmesi, borçlarını uygun koşullarda çevirebilmeleri, hem de tüketicinin bu zor zamanda kolayca borçlanması amaçlandı. Bu yolla küçülme sınırlandırılabilecekti.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilen 2018 ortasında yaşanan döviz türbülansını yatıştırmak üzere yükseltilen TL faizleri, uzun süre krediye talebi daraltmıştı. Ancak, özellikle 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde önemli oy kayıplarına uğrayan iktidar, ekonomik küçülmeden kaynaklanan sızlanmaların da etkisiyle, önemli riskler içermesine aldırmadan, faizleri düşürme, kredi hacmini genişletme yoluna gitti.

2019’un son çeyreği ile 2020’nin ilk iki ayında, faizler aşağı indirilip kredi hacmi genişletilmeye başlandı ve bununla ekonomide göreli bir toparlanma yaşandı da. Ancak mart ayında COVID-19 Türkiye’de boy göstermeye başlayınca, ekonomik faaliyet sert bir biçimde daraldı ve ekonomi ikinci çeyrekte yüzde 10’a yakın küçüldü, geniş tanımlı işsizlik yüzde 40’a kadar çıktı.

Erdoğan iktidarı, haziran ayında pandemi henüz kontrol altında değilken ekonomiyi açma yoluna gitti ve bunun aracı olarak da kredi faizlerini daha da düşürüp krediye erişimi iyice kolaylaştırdı.

Başta konut kredisi olmak üzere, bireysel kredilere ve firmaların kullandığı ticari kredilere erişim özendirildi. Öyle ki 2019 biterken 2,6 trilyon TL olan kredi hacmi, 2020 sonuna gelindiğinde yaklaşık 3,7 trilyon TL’ye çıktı ve yüzde 40 artış gösterdi. Bu sürede tüketici fiyatlarının yüzde 12 arttığı anımsandığında reel anlamda kredi hacminde çok büyük bir artış olduğu söylenebilir.

Artan 1 trilyon liranın üstündeki kredi, son bir yılın cari fiyatlarıyla 4,7 trilyon liralık GSYH’nın yüzde 21’i demek. Başka bir ifade ile ekonomiye GSYH’nın beşte birinden fazla para enjekte edildiği söylenebilir. Pandemi ile birlikte ikinci çeyrekte GSYH’nın daralmasının yüzde 10’da kalması ve üçüncü çeyrekte yüzde 7’ye yakın büyümesinde, yılın da pek küçülmeden tamamlanacak olmasında bu anormal kredi enjeksiyonu en önemli etken.

Sektörel olarak bakıldığında miktarsal artışta ilk sıra tüketici kredileri ya da “bireysel” kredilerde. Tüketici kredileri 12 ayda yüzde 46 arttı ve bu sürede 260 milyar TL (yaklaşık 37 milyar USD) daha kredi kullanıldı.

Hem konut, otomobil almak hem de gündelik geçim ihtiyaçlarını karşılamak üzere tüketiciler yoğun bireysel kredi kullandılar. Tüketicinin artan talebi, özellikle üçüncü çeyrekte GSYH’da yüzde 7’ye yakın bir sıçramayı da getirdi.

Tüketici kredilerindeki artışın benzeri, imalat sanayiinin alt dallarının kullandığı kredide görüldü. İmalat sanayiindeki firmalar Ekim 2019-2020 döneminde 254 milyar TL daha kredi kullanarak toplam kredi stoklarını 792 milyar TL’ye çıkardılar. Bu da toplam krediler içinde yüzde 22’ye yakın bir pay demek.

Tüketici ve imalat sanayiinden sonra kredi kullanmada üçüncü sırayı ticaret sektörü aldı ve bunu, büyük bir durgunluk yaşayan inşaat sektörü takip etti.

Kredi genişlemesi madalyonunun öteki yüzünde, batık ya da takibe düşen krediler var. Alınan kredinin geri dönüşlerinde hızlı bir gerileme ve batık kredi oranında ürkütücü bir artış eğilimi var.

Zamanında ödenmediği için takibe alınan krediler, Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi verilerine göre ekim sonunda 166 milyar TL’ye yaklaştı. Tahsili gecikmiş alacaklar 2019 yılı sonunda toplam kredilerin yüzde 5,7’si iken 2020 ekim ayında tahsili gecikmiş alacakların toplam kredilere oranı yüzde 4,5’e geriledi. Batık kredi oranı, ortalamada yüzde 4,5 görünse de bazı sektörlerde daha yüksek. Örneğin inşaat sektöründe bu oran yüzde 10’a yaklaşıyor.

Ancak batık kredi oranındaki bu gerilemenin altında bankaların donuk alacaklarına ilişkin 90 gün olan asgari gecikme süresinin, salgına karşı alınan önlemler kapsamında 180 güne çıkarılmış olması, taksit öteleme ve yeniden yapılandırma uygulamaları yatıyor.

Tanınan bu tolerans, takibe düşmesi muhtemel kredileri henüz batık göstermiyor. 2021’de aynı toleransın sürdürülüp sürdürülmeyeceği bilinmiyor ama sonuçta yapılan, halının altına süpürülen çöpün biraz daha artmasından başka bir şey değil.

Geniş kredi politikası kasım ayı başında Merkez Bankası Başkanlığı ve Hazine Bakanlığı’nda yapılan kadro değişikliği ile terk edilmeye başlandı. Çünkü yarattığı yüksek enflasyon, yüksek cari açık, onların tetiklediği döviz fiyatı artışları birçok dengeyi altüst etmeye yetiyor.

Kredide fren sonrası, geriye iki yol kalıyor. Biri şirketlere, işsizlere ve geliri düşük hane halkına maliye önlemleri ile el uzatmak, yani devlet yardımlarının kayda değer biçimde artırılması. Ancak bunun için devletin finansmanı yetersiz. Bütçe açıkları da hızla artıyor.

Diğer yol da şirketlerin artık kendi başlarının çaresine bakması. Büyük balığın küçüğe yem olması, gönüllü birleşmelerle ayakta kalmak, böyle zamanlarda yaşanan bazı senaryolar.

Özet olarak, reel sektör için oldukça sancılı bir süreç başlıyor. Bu süreçte devlet, ekonomik aktörler, özellikle şirketler için yol gösterici olabilirse kırılıp dökülme azalabilir, viraj daha az hasarla dönülebilir. Aksi halde sert yaprak dökümleri olur.

(Al Monitor. 26 Aralık 2020)
Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu