Makaleler

İnsan bir kez yaşar…

Soluk bir aydınlık var dışarıda. Yağmurun ayak izlerine basarak tüm sokaklarını dolaşmak istiyorum İstanbul’un. Acılarımı öfkenin örsünde bilinçle dövmek; inançlı, direngen ve umutlu türküler savurmak istiyorum meydanlara.

Sonra, geçip zamanın ışıklı geçitlerinden geçip bir Ocak günü Vartinik’te karlar üzerinde yatan Ali Haydar’ın gözlerinden öpmek istiyorum. Gelecekten mutlu haberler fısıldamak istiyorum kulaklarına.

Düşe kalka yürüyen İbo’nun ellerinden tutmak, suyunu alan çelik misali ateşin sözünü taşıyan 12’lerden bahsetmek istiyorum ona. Kavgayı ve direnci Munzur’un derinliklerinden fışkıran ab-ı hayat gibi yudumlayıp ölümsüzlüğe yürüyen gerillalardan. “Özlenen ateşler yakılmıştı sonunda/ Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı/ Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç/ Kavga dağlarda bilinci kuşanmış/ Zindanlarda dirence sarılmıştı/ Ve haykıran dudaklar/ Her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı.”

Faşist saldırganlığın günlük yaşamın bir parçası haline geldiği, egemenlerin psikolojik baskı ve manipülasyon araçlarının yanında fiziki zorun bin bir biçimini devreye koyduğu zamanlardan geçiyoruz.

Zor, manipülasyon ve insani çürümenin sistem tarafından her an üretildiği bir dünyada insanın düştüğü yerden yeniden ayağa kaldırılması, anlam ve amacın devrimci bireyden başlayarak toplumsal bir varoluş biçimine dönüştürülmesi büyük bir önem taşıyor.

Bunun için direnmek bir kahramanlık ya da mistik bir varoluş meselesi değil, insanın kendini anlam ve amaç diyalektiği içinde ve kendi çelişkilerine dayanarak üretmesi olarak anlaşılması gerekir.

Işık’ımızın kendini var ediş eylemini özetlediği şiirinde söylediği gibi; “Dinleyin bu ayak seslerini ülkemin bilge elleri /Kulak verin körpecik yarındır sorguya giden /Korkulara ulaşmıyor umudun sesi /Amansız kuytularda gizli yiğitlik /Ve ışıklı düşlerdir dillendirilmeyen /Güneşli bir dize çalmak zamanında /Çiçekli bir gülüşte yaşamak dürüstçe /Ve asi sabahlara onunla açmak gözlerini /Sıkı tut korkunun soluğunu avuçlarında /Bak yiğitlik sevdaya bir adımlık yol /Yaşamak direnmektir yangın yüreklim /Biz ki yaşamaktan hiç korkmamışız /Ve tek bize hastır ‘yaşayan biziz’ /Dercesine sessizce ölmek /Celladına bırak, bırak korkuyu usul bir gülümsemeyle /Gecenin koynunda kalsın ihanet /Merhabaları patlasın devrimci direncin /Ve onun türküsü şavkısın yiğit meydanlarda…”

 

Kaypakkaya Kopuşarak Anlam Dünyasını Kurdu

İbrahim Kaypakaya’yı, 44 yıl sonra düşünceleri ve eylemiyle devrimci yaşamın, yenilenmenin ve direnişin bir örneği olarak öne çıkaran budur.

Onu ‘ser verip sır vermeyen’ bir direniş abidesine dönüştüren içeriği belirsiz bir korkusuzluk ya da cesaret değil, aklını ve ruhunu kalıba döktüğü anlam ve amaç açıklığıydı. Yani, ideolojik sağlamlığıydı.

O, kendi anlam dünyasını kurarken kopuşarak ilerledi. Kemalizmden ve revizyonizmden kopuş, Kürdistan başta gelmek üzere ezilen ulus ve inançların devrimci öneminin kavranması, devrimin zor işi olduğu gerçeğinin özgün ve evrensel boyutlarıyla kavranması gibi temel sorunlarda döneminin en ileri düzeyini açığa çıkarması sadece teorik bir sıçrama olarak değil egemenlerin anlam dünyasından kopuş olarak da anlaşılmalıdır.

 İbrahim Kaypakaya’ya işkencecileri karşısında o insanüstü dirayeti kazandıran şey kendisini egemenlerin akıl ve ruh dünyasından özgürleştirip, ezilenlerin kurtuluş mücadelesinin kişileşmiş hali olarak onların karşısında bulunduğu bilincine ulaşmış olmasıydı.

O, ezilen insanlığın tüm acı ve umutlarını kendi kişiliğinde birleştirmiş bir devrimci olarak çürüyen karşısında yeşereni, ölen karşısında doğanı temsil ediyordu. O an işkenceciler karşısında tek ve fiziken güçsüzdü.

 Ama temsil ettiği fikir oradaki fiziksel güç ilişkilerinden öte bir anlam dünyasını taşıyordu. Devrimcinin işkencecisine karşı direnişinin güç kaynağı bu ideolojik motivasyondur. Egemenlerin karşısında ezilenleri, faşist sömürü ve zulüm karşısında eşitlik ve onuru, çürüyen karşısında yeşereni temsil ettiği bilinci, devrimciyi fiziksel acı çemberiyle kuşatıldığı işkencehanenin dar sınırlarından kurtarıp tarihsel ve evrensel düzeyde süren bir kavganın parçası haline getirir.

Ve ölmek ve yaşamak bu büyük ve akışkan resim içinde yeni bir anlam kazanır. Bu bakımdan direnmek sadece fiziksel bir yiğitlik olarak anlaşılmamalıdır.

Yeninin eskiye karşı gelişiminin ve yol açma eyleminin bir görünümüdür.

 

Devrimci Harekete Eşik Atlattı

İbrahim Kaypakaya, işkencede ‘ser verip sır vermeme’ geleneği ile devrimci hareketimizin varoluşuna büyük bir ideolojik katkıda bulunsa da, onu bununla sınırlı kavramak eksik bir yaklaşım olacaktır.

O aynı zamanda eylemin ötesine geçerek kendi kuşağındaki devrimci önderlerin ötesinde bir soyutlama gücü, yani teorik derinlikte ortaya çıkarabilmiştir.

iiiboTeori onun için donuk bir çözüm reçetesi değil ezilenlerin gerçekliğinin hayatla birlikte akan dönüştürücü gücüydü. Parçası olduğu ’71 devrimci kopuşunun tüm önderleri gibi içinde şekillendiği dönemin çelişki ve gerilimlerini o da üzerinde taşıyordu. Ancak teoriyle eylem arasındaki diyalektik ilişkiyi kavrayışındaki derinlik onu kuşağının en ileri noktası haline getirmiştir.

Bölge incelemeleri bu bakımdan dikkate değerdir. Devrimin temel güçlerini ekonomik, siyasi, etnik ve inançsal boyutlarıyla bütünlüklü olarak ve hareket halinde ele almıştır. Toplam Türkiye ve Kürdistan gerçeğini tanımlamakta gösterdiği eksiklikler onun yöntemsel yaklaşımının gücü yanında önemsiz görünmektedir.

Kimi temel konularda devrimci harekete eşik atlatmasına da, ayakları üzerine doğrulmasına da paha biçilmez katkılarda bulunmuştur.

Tüm bu nedenlerle İbo’yu anlamak sadece direnişçi geleneğini sahiplenmek ve kendi pratiğimizde yeniden üretmek değildir. Aynı zamanda teoriyi donukluktan kurtaran ve akan hayatın gerçekliğiyle yeniden buluşturan yöntemsel dinamizmini de sahiplenmektir.

 

‘İnsan Bir Kez Yaşar Bir Kez Ölür’

Gri bulutlar çekildi kentin üzerinden. Karanlık çökecek az sonra. Ve geleceği anımsatırcasına yıldızlar doluşacak gökyüzüne.

Bu sefer bir fazla olacaklar ama. İbrahim’in ve ölümsüzleşen tüm yıldızlarımızın yanında Ulaş da olacak bu sefer.

Deniz, “İnsanın ne kadar uzun yaşadığı değil nasıl yaşadığıdır aslolan” demişti. Ulaş, Denizlerin, Mahirlerin, İboların, Mazlumların, Haki ve Kemallerin ardıllarından biri olarak “İnsan bir kez yaşar, bir kez ölür. Devrimci ikisini de doğru yapandır” deyip, öyle eyleyerek bu geleneğin tüm gücü ve canlılığıyla yaşadığını bir kez daha göstermiştir.

Gelecek, bu güç ve canlılıktadır.

Kaynak: Etha/18 Mayıs 2017- Doğan Ece.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu