Kültür&Sanat

Kavga dolu bir yaşam ve …

Kavga Dolu Bir Yaşam Ve Yaşam Dolu Bir Sanat’ın Ustası Yılmaz Güney

“Ben bir kavga adamıyım. Sinemam da bir kavganın, halkımın kurtuluş kavgasının sinemasıdır”

Bu söz, sanatını ezilen sömürülen ve yok sayılan halktan yana yapmayı tercih eden, yaşamı boyunca devrimci sanat anlayışını benimseyerek üretimde bulunan Yılmaz Güney’in kendisini ve sanatını özetlediği en güzel ifadelerinden biridir. Bugün şehitlerimizi anarken ve onların yaşamlarından dersler çıkarıp mücadelede rehber edinirken, şüphesiz ki kültür-sanat alanında devrimcileşen ve sanatı devrimcileştiren ustalardan biri olan Yılmaz Güneyi de anlatmak ve anlamak gerekiyor. Hele hele bugünlerde rüzgara göre yön değiştiren, devlet erkanının yanında davetlerde boy gösteren hatta “eski solculardan” diye geçinip katillerin ellerini sıkı sıkıya tutmaya çalışan sözde sanatçıların çoğaldığı bir dönemde üstüne basa basa anlatmak gerekiyor. Sözde sanatçı diye bahsettiğimiz kişilerle ilgili yine hepimizin hafızalarında yer edinmiş ve bu olaya tepki gösteren herkesin özellikle sosyal medyada tepki için paylaştıkları fotoğrafların altına not düştükleri bir söz vardı: “Kral’ın Sofrasında soytarı olacağıma, halkımın kavgasında eşkıya olurum”. Yine yıllar öncesinden bugüne içinde sayfalar dolusu anlam taşıyan bu sözü söylemişti Güney. Bir suyun kaynağından ilk çıktığı andaki kadar berrak bir söylemdi bu. İncecik bir çizgi vardı ve bunun Asla bir ortası olamazdı. Ya Kral’ın soytarısı olunacaktı ya da halkın eşkıyası…

Bunu net bir şekilde ifade edişi, ortaya koyuşu ve pratikte hayata geçirmiş olması onu milyonların düşüncesinde en değerli konumlardan birinde var ediyordu.  Peki, neydi onu Yılmaz Güney yapan? Sanatsal yaşamında bu noktaya getiren neydi? Hiç şüphesiz topraksız bir köylü ailenin çocuğu olarak doğması, hayatı ulusal ve sınıfsal sömürünün en katmerli olduğu bir coğrafyada tanımasının yarattığı çelişkilerdi onu var eden. Kendi cümleleriyle daha net anlatacak olursak bir gazeteye “Siverekli olmak” başlığıyla yazdığı yazıda şöyle belirtiyordu: “Onun için, Siverek’in ya da Siverek şartlarında bir kazanın çocuğu olmanın sorumlulukları başkadır. Senin memleketin de insanlar insan gibi yaşamalıdır. İnsan gibi ölmelidir. Senin omuzların zayıftır, görevin çok ağırdır. Çok çalışmaya, çok düşünmeye mecbursun. Dünyadaki yerini, Türkiye’deki yerini ve sıranı bilmek zorundasın”

Çok çalışmayı ve çok düşünmeyi vurguluyordu ve yaşamında da bunu uygulayarak ileriye dönük adımlar atıyordu. Toprağı bilen, emeği bilen, işçiyi ve köylüyü bilen bir düşünceye sahip olmanın getirdiği duyarlılık onu Yılmaz Güney haline dönüştürüvermişti.  O işçi- köylü sınıfından gelen bir sanatçıydı ve bu yüzden de yaşadığı dönemi dikkatle sorgulayan, çözüm yolları arayan tüketen değil üreten bir pozisyonu tercih eden halk sanatçısıydı. Yalnızca sınıfsal kökeni değil aynı zamanda daha sonraki yaşamının çoğunu kapsayan cezaevi süreci ve devrimcilerle olan tanışıklığı da büyük bir rol oynuyordu onu var eden sebepler zincirinde. Buraya kadar anlatılanlara bakıldığında muazzam bir varoluş çabasını görmek mümkün oluyor. Ve sanatın yanında düşünen ve yazan çizen bir kişi olarak karşımıza çıkan bu kişi bizlere örnek teşkil ediyor. Devrimci sanatın usta isimlerinden biri olan Güney’in yaşamına dair yazılacak çok şey var muhakkak, fakat esas ön plana çıkartılması gereken yanı devrimci sanat anlayışının Türkiye – T. Kürdistan’ı topraklarında var etme çabası ve yöntemleri olmalıdır. Sanat’ın bu denli yozlaşmaya mahkûm edildiği dönemde geriye bakıp ders almanın vakti çoktan  bir zorunluluk halini almıştır. Yılmaz Güney sanatta varoluş çabasının, yoz kültüre karşı bir alternatif yaratabilmenin ve bu çarkın tersine dönmesinin anahtarıdır aynı zamanda. Bundan ötürü de derince incelenip tartışılması gerekmektedir.

Sanatı kavgaya, kavgayı sanata dönüştürebilmek…**

İki tane kavram beliriyor başlıkta, Sanat ve Kavga. İkisinin de açıklaması birbirinden bağımsız gibi görünse de ikisi de doğası gereği devrimcidir. Ve bu devrimci iki kavramı birbiriyle bütünleştirecek olan sanatın kendisini yaratan ve aynı zamanda icra eden kişilerdir. Dünyanın her bir yanında tanınan tanınmayan profesyonel veya amatör bir şekilde sanatla uğraşan ve politik bilinç ile geliştirmeye çalışan insanlar mevcut. Fakat özellikle geçmişten bu günümüze ışık tutan kavga ve sanatı birbirine bağlayan daha donanımlı ve adeta alanında bir önder misyonu taşıyan sanatçılar ortaya çıkıyor. Sanatı halktan ve mücadeleden koparıp ütopik bir hale büründüren düşünceye inat burjuva sanat anlayışını yerle bir edenler alıyor tarih sahnesindeki yerini. Ve işte tam da bu nokta da sanat da kavgaya dönüşmeye başlıyor. Daha sonradan var olan zulme karşı halkın dili oluveriyor. Önce halktan öğreniyor sonra tasarlıyor üretiyor ve halka sunarak yine halka öğretiyor. Dövüşenler ve düşenler öğretmeye başlıyor ve bu sefer onlardan öğrendiklerini de harmanlayarak adeta bir örgütleme aracına dönüveriyor sanat. İşte bu döngüye girildiğinde sanat kavgaya ve kavga da sanata dönüşmeye başlıyor. Bu iki olgu adeta yoldaş oluveriyor birbirine.

İşte bu yoldaşlığı yaratan da Şili’de “gitarım burjuvaya değil halka çalar diyen” parmakları ezilen, kurşuna dizilen Victor Jara iken “dünya herkese yetecek büyüklükte! Onun için, başkasının yerini kapmaktansa, çalışarak yerinizi bulun” diyen Charlie Chaplin’dir. Meksika da ataerkil sisteme karşı “yaşasın hayat” diyerek fırçasını sallayan Frida Kahlo iken sürgünlerde “Biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyen Nazım Hikmettir. Şehirlerde Ruhi Su iken Sümeyra Çakır iken Kürdistan dağlarında Hozan Serhat’tır, Delila’dır. Ve daha ismini sayamadığımız nice yürekli sanatçılardır bu yoldaşlığın çelik bağları.

Son olarak Yılmaz Güney’in O efsanevi konuşmasını hatırlatmakta fayda olacaktır ; “Dağlarımız, ovalarımız ve ırmaklarımız bizi bekliyor. Biz bütün ömrümüzü gurbette geçirip gurbet türküleri söylemek istemiyoruz. Biz yiğitlikleri ile destanlar yazmış bir halkız ve önümüzde duran bütün güçlükleri yenecek aceme, kararlılığa ve koşullara sahibiz… Dost ve düşman herkes bilsin ki; Kazanacağız, mutlaka KAZANACAĞIZ!” 

Yılmaz Güney şahsında ölümsüzleşen bütün devrimci, demokrat ve yurtsever sanatçıları açtıkları yolda ilerleyerek ve bıraktıkları mirası sahiplenerek anmak ve bizlere devrettikleri bayrağı daha ileriye taşımak mutlak görevimizdir. Bizler de aynı inanç ve kararlılıkla söz veriyoruz mutlaka ama mutlaka kazanacağız!

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu