Makaleler

OHAL’e ve KHK rejimine, her türlü hukuksuzluğa ve zulme hayır; FAŞİZME HAYIR!

TC devletinin ulusları alanda “bir koyup üç alma” hevesiyle çılgınca kendini öne sürdüğü hesaplar çarşıdan teker teker dönüyor.

Suriye’de çatışmaların başladığı günden itibaren tüm duruşunu ve planlamasını Esad’ın gitmesi üzerinden kurgulayan TC, gelinen aşamada ciddi biçimde çark etmiş durumda. Daha genel bir perspektifle, eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” politikası yerini stratejik sefalete ve “değerli yalnızlığa” bırakmış durumda. Suriye, Irak, İran, Mısır ve Rusya derken (Almanya ve diğer AB ülkelerini saymıyoruz bile) Katar uğruna Körfez ülkeleriyle de ilişkileri bozulan AKP iktidarı, tıpkı geçmişte olduğu gibi şimdi de ilişkileri onarmak için muhataplarının ayağına gidiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Katar krizinin çözümü için” çıktığı Körfez turu (24 Temmuz) AKP hükümetinin bir kez daha günah çıkarma girişimlerine sahne oluyor. Ziyaretin ilk durağı olan Suudi Arabistan’da, R.T.Erdoğan’ın, sorunun diyalog yoluyla çözümüne ilişkin sözleri de bu “u” dönüşünün göstergesi. ABD Başkanı Donald Trump’un ziyareti sonrası Katar’a yönelik ambargo kararı alan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’a yönelik Katar’ı sahiplenen sert cümleler kullanan R.T. Erdoğan’ın bu manevrasının kuşkusuz gerçek nedeni ekonomi alanında yaşanan kayıplardır.

 Rusya “krizinin” ihracat, turizm, dış müteahhitlik gibi önemli döviz gelirlerinde ortaya çıkardığı ağır hasarları henüz gidermeye çalışan Türk sermayesi, Katar krizinde “sorunun tarafı” haline gelerek ekonomik kayıplarını büyüttü. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) 1 Temmuz’da açıkladığı Haziran 2017 ihracatında, yüzde 1,8 artışla 12,1 milyar dolar olan genel ihracat tablosuna karşılık Körfez ülkelerindeki değişim olumsuz gerçekleşti. Mayıs’ta 277 milyon dolar olan Suudi Arabistan’a ihracat, yüzde 36.4 azalışla Haziran’da 188 milyon dolara indi. Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapılan ihracat, yüzde 20.5 geriledi ve 316.5 milyon dolardan 234.6 milyon dolara düştü. Bahreyn’e ihracat yüzde 24 azaldı ve Mayıs ayındaki 20.7 milyon dolarlık tutar 15.6 milyon dolara indi. Görünen o ki, AKP iktidarı Körfez ülkelerinin Katara yönelik tavrına karşı aldığı tutumla keseden yemişe benziyor.

Nuriye ve Semih; iktidarın direniş korkusu

Dış politikada giderek tecrit olan AKP’nin, içerde özellikle de 15 Temmuz üzerinden yarattığı kitle mobilizasyonu ile efendilerine gücünü ispat ederek, kendini pazarladığını söylemek yanlış olmaz.

15 Temmuz’dan bu yana peşi sıra ilan edilen OHAL’le her türlü hak arama girişimini, özgürlük ve adalet talebini zapturapt altına alan AKP iktidarı gözaltı, tutuklama ve bunlara eşlik eden dizginsiz devlet terörüyle yığınları teslim alma politikasını güncelleyerek sürdürüyor. T. Kürdistanı’nda, gerilla alanlarına yönelik saldırılara hız kesmeden devam eden, halkın iradesine darbe yaparak kayyumlar eliyle belediyeleri gasp eden, AKP iktidarı, işçi sınıfı ve emekçi yığınlara, Kürt halkına ve Alevilere, kadınlar ve LGBTİ+’lara yönelik topyekûn saldırı furyasına devam ediyor. 15 Temmuz’u, 12 Eylül’ü aratmayan uygulamalar için bir fırsata çeviren AKP/R.T.Erdoğan’ın ilk adreslerinden biri kamu oldu. “FETÖ’ye operasyon” adı altında yüz binlerce kamu emekçisi hakkında soruşturma ve davalar açıldı, bir o kadarı işten çıkarıldı. Hukuk yollarının tamamen kapatıldığı, OHAL’in verdiği padişah yetkileriyle hareket edildiği, kamu emekçilerine, akademisyenlere yönelik bu sürek avı, temelde devrimci, yurtsever ve demokrat güçlerin kamudan tasfiyesiyle toplumun korkutulmasını ve sindirilmesini amaçlıyordu.

Demokrat ve ilerici duruşu ile bilinen sendikaların bu saldırılara karşı belli çıkışları olsa da güçlü bir karşı koyuşu örgütleyemediği bir süreci yaşıyoruz. KHK ile işlerinden edilen eğitim emekçileri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işe geri dönme talebiyle başlattıkları ve 140’lı günlere dayanan direniş bu bağlamda önem kazanıyor. Nuriye ve Semih, KHK’larla hukuksuz bir şekilde işten çıkarılan kamu emekçilerinin, akademisyenlerin direnç ve karşı koyuşu adına önemli bir ilham kaynağı haline gelmiş durumda.

Direniş, KHK’lara, AKP iktidarının usulsüzlüklerine, keyfi uygulamalarına sokakta direnerek karşı koymak dışında bir seçeneğin olmadığını göstermesi bağlamında önemli bir mevzi kazanmış durumda.  Dayanışma eylemlerinin geniş kamuoyunda yankı bulmasıyla birlikte devletin tutuklama yoluna gitmesi ve açıkça deklare ettiği “ikinci TEKEL ve Gezi isyanı korkusu”; 23 Temmuz günü Ankara’da yapılmak istenen eyleme yönelik faşist saldırganlığı direnişe yönelik öfkesinin bir ürünüdür. Kuşkusuz esaslı korku, sokakta gelişen ve daha fazla büyüme potansiyeli taşıyan AKP iktidarı ve OHAL’e yönelik öfkedir.

Fabrika ayarlarına dönüş

AKP iktidarı eliyle kamuoyuna getirilen her yeni tasarruf bunun çeşitli izlerini taşıyor. Cemaat davası sanıklarının mahkemelere Guantanamo benzeri tek tip elbiseyle getirilmesine yönelik hazırlıklar da bu kapsamda değerlendirilebilir. 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte Gülen cemaatine yönelik oluşturulan algı ve toplumsal destek, devrimci yurtsever güçlere yönelik saldırılar için bir kaldıraç haline getiriliyor. Hapishanelerde şimdilik cemaat sanıklarına uygulanacağı iddia edilen tek tip elbise uygulamasının perde arkasındaki gerçek hedefin devrimci, yurtsever tutsaklar olduğu aşikâr. Hapishaneleri daha büyük bir zulüm cenderesi içine alarak dışarıya daha güçlü bir şekilde korku duygusu pompalanması hedefleyen AKP iktidarı, bunu tek tip elbise üzerinden denemeye çalışıyor.

Tek Tip Elbise 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’ndan sonra cuntacılar tarafından siyasi tutsaklara yönelik teslim alam tek tipleştirme saldırıları kapsamında 1 Ocak 1984’ten itibaren devreye sokulmuştu. Tek Tip Elbise de dâhil olmak üzere zindanlarda yaşanan zulme karşı gelişen ölüm orucunda Diyarbakır Hapishanesi’nde bu uygulamaya karşı başlatılan ölüm orucunda PKK dava tutsağı Cemal Arat, Dev-Yol dava tutsağı Orhan Keskin şehit düşmüştü. Necmettin Büyükkaya da, işkence sonucu 23 Ocak 1984 tarihinde hayatını kaybetmişti. Aynı yılın 11 Nisan’ında Devrimci Sol ve TİKB davası tutsakları tarafından başlatılan açlık grevinde ise Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş ve Hasan Telci tarihin en şanlı sayfalarına isimlerini kazıyarak toprağa düşmüştü.

Tek Tip Elbise ile 12 Eylül cuntacılarına özenen siyasi iktidar devrimci ve yurtsever tutsakların direnişiyle onlarla aynı sonu yaşamaktan kurtulamayacak!

Her şart ve koşul altında fiili meşru direniş AKP iktidarının asla teslim alamayacağı bir güçtür. HDP’nin 9 maddelik “Durmayalım, Dur Diyelim, Faşizmi Durduralım” şiarıyla ilan ettiği mücadele deklarasyonu bu bağlamda bir önem taşıyor. Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin OHAL’e ve AKP iktidarına karşı birleşik ve güçlü bir duruşu ve mücadelesi bugün her zamankinden acil bir ihtiyaç! Bizleri kısır gündemlere hapsetme amacındaki iç kaosumuzdan bir an önce sıyrılıp faşizme karşı hızlı ve etkili bir konumlanış içerisinde yer almamız kaçınılmaz, devrimciliğimizin sınandığı/sınanacağı yer olacağı unutulmamalıdır. “OHAL’e ve KHK rejimine, her türlü hukuksuzluğa ve zulme hayır; Faşizmi Durduracağız!” diyerek ve güçlerimizle bunun gereklerini yerine getirerek egemenlerin derinleşen krizine karşı halkımızın umudunu büyütelim!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu