GüncelManşet

RÖPORTAJ | Sosyolog Eren “KHK’lerle ülke yaşantısı yeniden düzenlenemez!”

İstanbul: 24 Aralık 2017’de 696 sayılı yeni bir Kanun Hükmünde Kararname ile kendi bekası için kutuplaşmış toplumu iç savaşa sürükleme gayretinde olduğunu ortaya koyan AKP iktidarı, on yıllar önce gündem olan fakat devrimci, yurtsever tutsakların direnişi sonrası geri çekilen Tek Tip Elbise dayatmasını bir kez daha gündeme getirdi. Bu saldırılarla ilgili Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nde faaliyet yürüten Sosyolog Mustafa Eren ile güncel saldırıların yanında köklü çözüm bekleyen öğrenci ve işçi tutsakların da yaşadıkları sorunlara dair bir röportaj gerçekleştirdik.

 

– OHAL’de tutsaklara dönük hak gasplarında başlayalım isterseniz?

Sosyolog Mustafa Eren: Öncelikle mahpusların ziyaret haklarının 15 günde 1’e düşürüldüğü uygulama gündeme geldi. Telefon haklarına dair sınırlamalar getirildi. Avukat görüşlerinin hem kameraya alınması hem de yer yer infaz koruma memuru gözetiminde yapılması gibi uygulamalara başlandı. Bunları öncelikle belirtmek lazım. Yayımlanan KHK’lar özelliklede siyasi mahpusların görüşlerinin kısıtlanması bir yana daha da önemlisi içerde eğitimlerine devam etmek isteyen mahpusların haklarının elinden alınması söz konusu. Bu konuda da rakamlara baktığımızda da çelişkili rakamlar mevcut. Kayıtlı olan 69 bin öğrenci gözüküyor ama öğrenimine devam eden sayısı 33-36 bin arasında. Yani yaklaşık 33 bin öğrencinin eğitim hakkının elinden alındığını görüyoruz. Bunların büyük bir kısmını siyasi mahpuslar oluşturuyor. Bunun dışında çok ciddi sürelerde denetimli serbestlik sürelerinde, şartlı tahliye sürelerinde oynamalar yapıldı. Bu son KHK’da da var benzer uygulamalar ama çok fazla gündeme gelmedi. 3 seneden düşük cezası olanın direk denetimli serbestliğe tabi olması, açık hapishanelere sevklerin 5 seneye çekilmesi gibi bir takım düzenlemeler söz konusu oldu. Bunun gerekçesi ise yapılan düzenlemelerle bir takım örtük aflar çıkartıldı KHK’lerle. 69 bin kişi bu örtük aflardan biriyle serbest bırakıldı. Serbest bırakılanların büyük kısmı açık hapishanelerdeki mahpuslar. Tabi bu düzenlemeler siyasi mahpusları kapsamıyor.

 

– Dernek olarak hapishanelere yönelik çalışmalarınız nelerdir?

– Dernek olarak yaptığımız faaliyetler kapsamında hak savunuculuğu yapmaya çalışıyoruz. Yaptığımız çalışmadan dolayı mahpuslardan sürekli mektup alıyoruz. Hak gaspı tespitlerini yaptığımıza dair 6 ya da 7 kuruluşa zaman zaman başvurular yapıyoruz. Bütün illerde il cezaevi izleme kurulları var. İnsan hakları kurulları var. Meclis insan hakları inceleme komisyonu vb. var. Biz de buralara başvuruyoruz. Yaşanan durumların gözden geçirilmesi gerektiğini, yaşanan hak ihlalleri varsa inceleme ve tespit edilmesi diye başvurular yapıyoruz. Örneğin il cezaevleri izleme komisyonunun da görevi sadece hapishaneye gidip inceleme yapmak. Sadece bunun için kurulmuş bir kuruluş. Bolu F Tipi Haspishanesi’nde yaşanan hak ihlallerine dair yazdığımız dilekçelere karşılık, savcılığa şikayet etmişler. Savcılığa yazdıkları başvuruda, “bu dernek bize emir verir gibi yazıyor, bize bir daha yazmasın” gibi şikâyet etmişler. Aslında görevini hatırlattık.

 

– Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Bu durum şunu gösteriyor. Ne yazık ki Türkiye’de herhangi bir kurum içerisinde çalışılmaya başladığında ya da kurumun sorumlusu haline gelindiğinde orada her şeyi yapacak inancına çok sahipler. Çünkü cezasızlık Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisi. Bu böyle olduğunda herkes ali kıran baş kesen olabiliyor.

 

– Tutsakların, derneğinize ulaştırdıkları sorunlar nelerdir?

– Mahpuslar bize yazıyor, “8 kişilik yerde 20 kişi kalıyoruz” diye. Çok ciddi sorunlar var o açıdan. En son açıklanan rakamda da belirtildiği gibi 232 bin mahpus bulunuyordu. Kapasite ise 207 bin idi. Yani 20 binin üzerinde bir kapasite fazlası var. Türkiye’de ancak şunu da görmek lazım ilk defa biz bu sene duyduk. Arttırılmış Kapasite diye bir şey var.

 

– “Arttırılmış Kapasite” nedir?

– Müsteşarlardan Basri Bağcı, “Türkiye’de infaz koruma memurlarının yaklaşık iki kat arttırılmış kapasiteyle görev yapıyor” dedi. Yani bu şu demek: 207 bin olarak açıklıyorlar ama bu arttırılmış kapasite %100 dediğine göre şuan reel kapasite 100 bin civarında. Düşünün bir odada iki tane masa var. Odaya iki masa daha eklediğinizde 4 kişilik oluyor. Ama aslında bu odaya iki masa koyacak yer yok. Eskiden yatak vardı. Ranza koyuyorsun kapasiteyi ikiye çıkarıyorsun ve ranzayı üç katlı yapıyorsun. Kapasite üçe çıkıyor ve kaç diyorsun kapasitesi 6 ama buranın kapasitesi 2. O yüzden arttırılmış kapasiteyi dikkate almazsak gerçek kapasite 100 bin civarında. Kapasitenin iki katı fazlası mahpus var Türkiye’de, bunu da görmek lazım.

 

– Peki gündeme gelmeyen başka ne vardır?

– Türkiye’de gündeme gelmeyen konulardan biriyse aslında işçi mahpuslar meselesi. Aslında dernek olarak ta bunun üzerine çok duruyoruz. Çünkü açık hapishaneler çalışma düzenine dayalı hapishaneler. Orada iş gücüne ihtiyaç var. Türkiye’de 2016 yılı rakamlarına göre 50.250 mahpus çalıştırılıyordu. Günde 8,50 TL, 9TL ve 11TL arasında değişen ücretlere karşılık çalıştırılıyordu. Çok ciddi emek sömürüsü yaşanıyor. Tabi bunun adını emek sömürü koymakta çok bir şey ifade etmiyor. Çünkü insanlar gönüllü olarak çalışıyorlar. Çalışmak zorunlumu, zorunlu! Çalışmadığın zaman kapalı hapishaneye geri gönderiliyorsun ama hapishanelerde yoksulluk çok ciddi boyutlarda. Adli mahpuslar açısından düşündüğümüzde günde 8 TL’de olsa da sigara paralarını çıkarabilmek için çalışmak cazip geliyor. Birde çalışmak, açık hapishanenin kendisinde olmak, kapalı hapishanede olmaktan çok farklı bir şey. Sürekli koğuşta kalmaktansa bir iş ortamına girmeyi önemsiyor mahpuslar.

 

– Nasıl bir çözüm öngörüyorsunuz?

-Burada yapılması gereken şey çalışma olabilir ama zorunlu olmamalı. Emek örgütlerinin de katılabileceği bir ücret belirlenmeli.

 

– Tutsaklara tek tip elbise dayatması son KHK ile yasalaştı. Siz nasıl okuyorsunuz bu süreci?

– Tek tipleştirmeden ziyade ciddi bir toplumsal kamplaşma ve toplumsal travma yaşıyoruz. İki sene önce seçimlerin ardından patlayan bombalar ve kitlesel katliamlar sürecine girmemizin ardından çok ciddi bir toplumsal travma yaşar hale geldik. Bunun yanında güvencesizlik sorunu var. Güvencesizlik çalışma yaşamına dair bir kavram olarak kullanılır ama yaşama dair güvencesizlik, sosyal güvencesizlik, siyasi güvencesizlik… İnsanlar bunların hepsini çok yoğun bir şekilde yaşıyor. Mesela KHK ile bir anda işinden olabilirsin. Bunun yarattığı ciddi bir travma var. Ve bu sadece darbe girişimi nedeniyle tutuklanan insanlar için söz konusu değil. Mesela yaklaşık 300 gündür işlerine geri dönebilmek için açlık grevinde olan iki akademisyen bulunmakta. Çok ciddi bir güvencesizlik durumu içerisinde yaşıyoruz. Bu noktada iktidar açıktan “ya bendensin ya karşı taraftasın” dayatması içerisinde her şeyi yapabileceği bir süreç içerisine girmiş bulunuyoruz.

 

– Biraz açabilir misiniz?

– KHK’ler bunun çok açık göstergesi. Yasal dayanağına baktığınızda KHK’lerin ortaya çıkaran duruma dair çıkması gerekir. KHK’lerle ülkenin yaşantısını yeniden düzenleyemezsin mesela. Sadece darbe girişimine dair bir takım tedbirler alınabilir. Ama görüyoruz ki KHK’ler toplumsal yaşamı yeniden düzenlemeye yönelik uygulamalar haline geldi. Bu nedenle güvencesizlik ve travma durumu kendisini hemen hemen bütün kesimlerde hissettiriyor.

 

– Cezasızlık durumu da bu durumun süreklileştirilmesi midir?

– Son KHK ile beraber öyle bir durum var. Hani hükümetten de ne yazık ki çelişkili açıklamalar var. Biri kalkıp sadece “15-16 Temmuz ile ilişkin” diyor. Birisi “hayır sonrasında durumları da kapsar” diyor. Düşünün her yerde Halk Özel Harekat ve silahlı insanların fotoğrafları paylaşılırken sen burada eleştirel muhalefet yapmaya çalışacaksın. Bunların hepsi oldukça riskli. Bazı insanlar kalkacak “biz onları kanlarında yıkayacağız” diyecek ve herhangi bir cezai işlem yapılmayacak. Bir gazeteci de nasıl işkence yapılacağını televizyondan konuşacak!

 

– TTE tartışmasında Guantonamo örneği veriliyor. Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

– Öncelikle mevcut iktidar tarafından da yıllar önce lanetlenen bir yer Guantonamo ve bu iktidar tarafından da eleştirilen ve de kapatılması istenilen bir mekandı. Ama gelinen nokta onları buraya kadar getirdi. Dünyadaki örneklere baktığımızda durum aslında çok iç açıcı değil. Hem Amerika’da hem çoğu Avrupa ülkesinde tek tip elbise ne yazık ki var. Ama oralarda olması bunu meşru kılmaz. Çünkü kötü kötüdür. En çok başvuru aldığımız çıplak arama. Bu uygulama neredeyse dünyanın bütün ülkelerinde var. Çeşitli gerekçelerle yapılıyor. Yasalar biraz daha sınırlayıcı olabiliyor bazı ülkelerde.

 

– Ne yapılmalı?

– Bir bütün olarak hem Avrupa ülkelerine hem de Amerika’ya da eleştiri geliştirmek lazım. Çıplak arama mevzuunda ve tek tip elbise dayatmasında AİHM’in aldığı kararlar var. Birleşmiş Milletler Askeri Standart Kuralları’na göre eleştirel söylemler var. AİHM, “kişinin kendi elbisesini giymesi onun kişiliğini koruması açısından çok daha olumludur” gibi bir karar vermiş. Ama çoğu ülke bunu uygulamıyor. Hatta belki de bu tartışmalar ilerlediğinde şunları da göreceğiz; “Bırakın tek tip elbiseyi, ellerinizden ve ayaklarınızdan zincirle çıkarılmıyorsunuz mahkemeye” denecektir. Dediğim gibi kötülüğün başka yerlerde de devam edilmesi onu iyi kılmaz. Bu yüzden eleştirimizi Avrupa ülkelerine de Amerika’ya da Türkiye hükümetine de yöneltmek zorundayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu