Makaleler

Sakin ol ve elini yavaşça demokratik alanlarımızdan çek!

AKP’nin seçimlerden istediğini elde edemediği takdirde muhalif her kesime yönelik saldırılarını daha kapsamlı hale getireceğini 7 Haziran Genel Seçimleri öncesinde gazetemizde yer alan makalelerde çokça belirtmiştik. Beklenen oldu; 20 Temmuz günü TC-DAİŞ işbirliğinde Suruç’ta gerçekleştirilen katliamda 31 devrimcinin ölümsüzleşmesinin hemen ardından 24 Temmuz günü sözde DAİŞ, özde ise devrimci, demokrat ve yurtsever güçlere yönelik başlatılan operasyonlarla muhalif her kesime yönelik aleni bir şekilde siyasi kırıma girişildi. Bu kırım, Suruç Katliamı’nı protesto eylemlerinde polisin saldırıları ile birçok kişinin öldürülmesi ile de devam etti.

Devletin baskı ve infaz politikalarını bu kadar açık bir biçimde uyguladığı bu süreçte pek çok çevre, yaratılan bu kaos ortamını erken seçimlere gidilmesi hedefine bağlıyor. AKP’nin seçimlerdeki başarısızlığını erken seçim ile telafi etme amacı ile katliam ve operasyonlara giriştiğini söylemek yanlış değildir. Ancak asıl amacın bu olduğunu söylemek eksik kalmanın da ötesinde yanlış olacaktır. Zira erken seçimler üzerinden yürütülen tartışmalar asıl hedefi es geçmek anlamına gelmektedir.

 

Peki asıl hedef nedir?

DAİŞ, emperyalist ülkelerin Ortadoğu’daki hedefleri doğrultusunda hareket eden bir örgütlenmeyken ayrıca bizim gibi sosyo-ekonomik açıdan gelişmemiş ülkelerde devrimci, demokrat ve yurtsever güçleri yok etme, yıllarca verilen mücadeleler sonucunda kazanılmış hakları geriye çekme amacıyla da devletler tarafından kullanılıyor. Kazanılan hak ve özgürlüklerin bir bir geriye çekilerek kitleler üzerinde yılgınlık ve korku yaratmaya çalışıyor.

Bu süreçle birlikte A. Davutoğlu’nun “İşte şimdi İç Güvenlik Yasası ile ilgili aldığımız tedbirlerin önemi bir kez daha anlaşılıyor.(…) Bütün bu maskeli yapıları tek tek tespit ediyoruz, tek tek hepsi yasanın gerektirdiği cezaya çarpıtılacak. Tek tek takip edilecekler, tek tek hesaba çekilecekler” (24 Temmuz 2015, Anadolu Ajansı) söylemi, içeriği açısından her türlü muhalif hareketi bastırma amacı taşıyan İç Güvenlik Paketi’ni meşrulaştırma, ne denli gerekli(!) olduğuna dair ikna çabası sürüyor.

Bütün eylemlere polisiyle, TOMA’sıyla, gaz bombasıyla saldıran ve buna karşı yapılan savunmayı ise “terör” olarak niteleyenler, saldırı haklarını saklamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Sistem partilerine karşı içerisinde tüm renkliliğiyle yer alan; ezilen ulusların, inançların, kadın, LGBT, çevre vb. sorunların Meclis’te teşhirine yönelik çalışmalar yapan ve belli reformsal taleplerin karşılık bulması için mücadele eden HDP’nin varlığının devleti rahatsız ettiğini ise kapatılması tartışmalarıyla gördük. Devletin demokratik alanlara saldırılarının önemli bir adımını bu tartışma oluşturmaktadır.

Aynı durumu Tunus örneğinde de gözlemleyebiliriz. Tunus’ta geçtiğimiz Mart ayında DAİŞ çeteleri tarafından Bardo Müzesi’ne düzenlenen baskında çoğunluğu turist 23 kişinin ölmesinin ardından geçtiğimiz günlerde Tunus Parlamentosu’nda Terörle Mücadele Yasası 174 üyenin evet oyu ile onaylandı. Yasanın güvenlik güçlerinin yetkisini önemli oranda artırması ve “terör” suçu işleyenlerin hakkında idam cezası uygulanabilmesi tam da vurguladığımız noktayı işaret etmektedir. Burada “terör” denilen ve bu kapsama alınan DAİŞ çetelerinin katliamları, saldırıları vs. değil, ezilenlerin meşru mücadelesidir. DAİŞ bu anlamda dünya üzerinde egemenlerin bir politikası olarak işlev görmektedir.

 

Bir klasik olarak TC ikiyüzlülüğü!

TC’nin DAİŞ çeteleri ile olan işbirliği MİT tırlarından, DAİŞ çetelerinin üzerinden çıkan TC kimliklerine, 25 Haziran Kobanê Katliamı’nda Türkiye’den direkt sızmalarına onlarca örnekle apaçık ortada. Bunu hemen her yazımızda vurguladık. Buna karşılık TC’nin Suruç Katliamı’nın ardından DAİŞ’i terör örgütü olarak ele alması ikiyüzlülüğünün sebebi ise yine ezilenlerin mücadelesinin önünü kesmektedir. Devlet katliamın hemen ardından gerek söylemleri gerek burjuva basın ayağıyla “terör” adı altında devrimci, demokrat ve yurtsever güçlere yönelik yaptığı operasyonlara, kitleler üzerinde ayrıca algı operasyonuna girişmeyi ekliyor. 1302 kişinin gözaltına alındığı operasyonlarda, 5-10 DAİŞ üyesinin gözaltına alınmasına karşılık, 1000’in üzerinde devrimci, demokrat ve yurtseverin gözaltına alınması ise dikkat çekici ve gerçekliği bir kez yüzümüze vuruyor.

Devrimci mücadeleye karşı saldırıların kapsamının bugünkü geniş haliyle uzun bir vadede ele alınacağını ise Davutoğlu “Bugün başlayan operasyonlar, sadece noktasal operasyonlar değildir. Bu bir süreçtir” (24 Temmuz 2015, Anadolu Ajansı) sözleriyle dile getiriyor. Yetmiyor bir de tehdit ediyor: “Herkes ayağını denk almalı” (27 Temmuz 2015, Radikal). Teröre karşı mücadeleye bu kadar hevesli olanlar, ne hikmetse 29 Temmuz günü TBMM’de Terör için Araştırma Komisyonu’nun kurulmasını şiddetle reddediyorlar! Hikmetin kaynağı belli; ipliği pazara çıkarmaktan korkuyorlar…

 

sakin ol02Burjuva medya yine işbaşında!

TC’nin politikalarına eşgüdümlü olarak onu can damarından besleyen ve kitleler üzerindeki algı operasyonuyla politikalarını besleyen burjuva medya elbette bu süreci es geçmedi. 26 Temmuz günü Ahmet Davutoğlu, Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde bazı basın yayın organlarının genel yayın yönetmenleriyle bir araya geldi. Bu toplantı, devletin politikalarını burjuva basının en iyi şekilde nasıl ifade edeceğine dönük gerçekleşirken, toplantı öncesinde de basın-yayın organlarının sürece burjuvazi tarafından oldukça başarılı entegre olduğunu söylemek mümkün! Operasyonların hemen ardından 25 Temmuz günü “Terörle topyekûn savaş” (Akşam gazetesi),“Teröre büyük darbe” (Yeni Akit gazetesi) manşetleriyle zihin bulandıranlar, 20 Temmuz Suruç Katliamı’ndan sonra da çizgilerini korumuşlardı.

Diğer yandan ise özgür basına yönelik saldırılar Suruç Katliamı’nın hemen ardından başladı; halkın gerçeğe ulaşması engellenmeye çalışıldı. DİHA, Jinha, Etha, Sendika.org, YDG gibi birçok haber sitesine TİB tarafından erişim engeli koyuldu. 90’larda nice bedel ödenerek kazanılan bu alanlara yönelik saldırılarla operasyonların eşgüdümlü olduğu açıktır. Ancak çok nettir ki bu alanlar kolay kazanılmadı; kolay da bırakılmayacak.

 

Denklem basit!

Bu sürecin denklemi açık: yılgınlık yok, teslimiyet yok! Nice mücadelelerle kazandığımız alanları korumaya devam ederken yeni alanlar için verdiğimiz mücadeleyi de sürdürmeye devam etmek gerekiyor. Düşman saldırılarıyla devrimci hareket üzerinde korku dağları yaratmaya çalışsa da verilecek mücadelenin sürekliliği o dağları kül etmeye muktedir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu