Kültür&Sanat

Sancı

Baş döndürücü bir kalabalık. İnsanlar hızlı adımlarla bir yerlere yetişme telaşında. Mevsimin yüzü kışa dönmüş. Sulu sepken bir kar yavaş yavaş kenti esir alıyordu. Şehre yabancı, adressiz, yaşlıca bir adam soğuğu daha bir dayanılmaz kılan açlığıyla milyonlarca kaydı olan bu koca şehirde geçici bir durak arayarak dermansızca yürüyordu. Sert esen poyrazın bedenine her çarpışında adam ince, artık dikiş tutmaz ceketine daha bir sarınıyor ancak elbiselerini aşıp ciğerlerine ulaşan rüzgarın onu öksürük nöbetleriyle tekrar tekrar buluşturmasını engelleyemiyordu.

Adamın midesindeki sancı bulantıyla birleşmiş ağlama isteği ve çaresizlik hissiyle kaplanan ruhuna karşı direniyordu. Düşse kalkmayacak, ağlasa hiç duramayacak gibiydi. Açlığından ve soğuktan sıyrılıp sıcağın ve tokluğun dünyasını düşlemeye çalıştı ama başaramadı. Bir daha denedi yine olmadı. Koşar adım yürüyen bir adreslinin omuz darbesiyle yolun kenarına savrulup düşünce, bu gayretinden tamamen uzaklaştı. Adreslinin dudakları azar, küfürle dolup taştı.

Adamın takati, adreslinin zamanı olsaydı durumun sarpa sarmaması için hiçbir neden yoktu. Umursamaz, tedirgin ve görmezden gelen, gelip geçen bakışlar altında düştüğü yerde bir süre öylece kaldı. Öfkeyle ısınan vücudu tekrar yeniden soğumaya başlayınca garip bir titremeye tutuldu. Ardından açlığın sancısı da eklendi bedenine. Tutunup doğrulmak için bir şeyler aradı etrafında. Gözüne çarpan kabarık beyaz bir poşette yoğunlaştırdı dikkatini. Gözlerini ondan ayırmadan kaldırım taşından aldığı destekle doğruldu. Elleriyle beyaz, kabarık poşetin buluşma anı tam bir bahtiyarlıktı. Poşetin bağlı olan ağzını hızlıca çözdü. Poşetten bir kısmı ıslanmış biraz ekmek, bir kısmı yenilmiş bir elma, boş bir meyve suyu ve biskivü kutusu çıktı.

Boş kutuları rastgele attı, ceketinin cebinden çıkarttığı küçük çakıyla elmanın kötü kısımlarını temizledi. Artık ekmek, elma ve sadece o vardı. Ne gelip geçen insanlar, ne soğuk, ne de yağış. Ekmek ve elma arasındaki ısırıklarla lokmalar hızlıca tükenince bir fırıncının yerinde olmayı istedi. Hem ekmek, hem de sıcaklık vardı bu işte. Bunlara kavuşmaktan daha büyük bir mutluluk olur muydu?! Sıcacık, kocaman bir somunu ısırdığını düşledi yutkunarak. Derin bir iç çekti. Yedikleri günler süren açlığına çare olmasa da bedenine söz geçirecek takate kavuşmuştu.

Saatler akıp geçmiş şehrin sokakları tenhalaşmaya başlamıştı. Poyraz daha bir sertleşmiş yer sulu karı daha bir hızlı kendine çeker olmuştu. Adamın elbiseleri rüzgar gibi suyu da tutmuyor; omuz başları ve dizlerinden hissetmeye başladığı ıslaklık bütün vücudunu sarıyordu. Etrafta sığınacak bir yer aradı, bulamadı adımları hızlanıp sıklaştırdı. Evler, arabalar, insanlar hızlıca akıp gittiler. Ana caddeden ara bir sokağa saptı. Büyük bir apartmanın açık olan kapısı dikkatini çekti. Açık kapıdan içeri girip girmeme noktasındaki kararsızlığı uzun sürmedi. Kapının diğer tarafında bulduğu ılıklığın verdiği rahatlama… Açılan bir daire kapısından çıkanların adamı görmesiyle yaşadıkları korku ve ardından kopardıkları yaygara en az adamı da onlar kadar korkuttu. Adam ılıklığın verdiği rahatlamayı bu defa kendini kapının öbür tarafına atıp takatsiz kalana kadar koşup oradan uzaklaşmakta buldu. Çöktüğü yerden kalkıp yeniden sığınacak bir yer telaşına düştü. Ara sokakları tek tek dolaştı. Çaresizlik ve umutsuzluk içinde yeniden ana caddeye çıktı. Gözü bir otobüs durağına ilişti. Üstü ve yanları kapalı olan bu durakta en azından rüzgar ve yağıştan korunabileceğini düşündü.  Tüm gücünü toplayıp adımlarını hızlandırdı.

Durağa yaklaştığında orta yaşlı, iyi giyimli bir adamın da durağı yağmura karşı kendine siper ettiğini gördü Adımları bakışları gibi tedirgin ve kararsız bir hal aldı. Duraktaki adamla göz göze geldiğinde adamın hoşnutsuzluk ve tedirgin bir hal alan yüzü iyice canını sıktı. Neyse ki adamın geçen bir taksiye el edip durdurmasıyla iki tarafta rahatladı. Duraktaki adam bindiği taksiyle adresine, o da geçici durağına doğru ilerledi. Durağın bankı çok soğuktu oturmak istemedi. Bir süre öyle ayakta durdu ama fazla dayanamadı. Durağın altından içeri dolan poyraz ıslanmış ayaklarını tırmalayıp paçalarından yukarı doğru tırmanıyor, soğuğu dayanılmaz kılıyordu. El ve ayak parmakları, dudakları sızlamaya başlamış açlığı yeniden nüksetmiş, sinirleri iyice bozulmuştu. Gözyaşlarını tutamaz oldu. Hıçkırıklarını bastırdı. Polis miydi bu gelen?!

Büyük bir tedirginlikle durağın köşesine iyice sokulup çömeldi, siren sesi gittikçe yaklaşıyor adamın korkusu büyüyordu. Dakikalar geçti ne siren sesi kesildi ne de polis aracı göründü. Korkusunu yenip çöktüğü yerden doğruldu. Yönünü sesin geldiği tarafa döndü. Rüzgarın taşıdığı duman kokusuyla siren sesinin gizemi çözüldü. Adamı çılgınca bir sevinç sardı. Vızır vızır akan araçlarca ezilme tehlikesi altında caddenin karşısına geçip şuursuzca sese doğru koştu. Ara sokaklara girip çıktı. Sesin kaynağına ulaştığında durdu. İtfaiye aracının söndürmeye çalıştığı alevden içinde kalmış binaya hayranlıkla bakakaldı.

Çevresindeki insanların feryatlarını duymuyor, etrafta koşturan yangından kaçan insanları görmüyordu. O sıcağın çağrısına uyarak ilerledi. Alevlere daha daha sokuldu. Isınmak, ısınmak, ısınmak istiyor ama vücudu bırakmıyordu. Saçını yalayıp geçen alev yakıcılığını haykırdı tehditkarca ama adamın ona daha bir sokulma isteğini kıramadı. Çevredekilerin bağrışları, “Adam yanıyor” sesleri arasında o yürüyüşüne devam etti. Yangın sabaha karşı ancak söndürülebildi. Şehrin griliği beyaz bir örtüye büründü…

(Gebze M Tipi’nden bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu