Güncel

Sansür, Dezenformasyon…(Özgür Gelecek’ten)

Muktedirlerin sımsıkı sarıldığı bu iki kavram, zalim iktidarlar açısından vazgeçilmez önemde. Zira, gerçeğin ışığı, bilgisine sömürü vampirlerin dayanamadığı bir gerçek. Bir avuç asalağın lüks ve refah içinde, dünyanın tüm kaynaklarını elinde tutarak sürdüğü saltanata karşılık, miyarlarca emekçinin yaşadığı korkunç sefaletin beslediği çelişkiyi yatıştırmak, kabul edilebilir düzeye çekmek şüphesiz zor. Yaşamın her alanında içten içe yanan bu derin sınıf çelişkisi, volkanı her daim patlamaya hazır bir ateşte tutuyor.

Egemenlerin, ezilen yığınlardan, işçi sınıfı ve emekçilerden gerçeği saklaması, sınıf mücadelesinin her türlü izdüşümünü gizlemek istemesi, bunu yapamadığı yerde çarpıtması da bundandır. Özellikle teknolojinin gelişmesiyle etkisi katlanan kitle iletişim araçları bu kavgada stratejik bir anlam kazanır. Bunun farkında olan hâkim sınıflar, bu gücü etkin bir şekilde kullanır.

Yığınları, büyük bir bilgi kirliği içinde yapayalnız ve çaresiz bırakır. Onları, kendi gerçekliklerinden koparır. Emekçilere umut verecek, düzenin işleyişini deşifre edecek en küçük bir bilgi, gelişmenin üstü özenle örtülür. Buna rağmen bu sansürün gözeneklerinden kurtulup açığa çıkmayı başarabilen gerçekler ise azgın bir dezenformasyonun hedefi olur. Bilgi, olay, gerçek çarpıtılır; yalanlar, iftira ve hakaretler devreye girer.

Gerçekte yaşamımızın her anı bu kavganın sayısız biçimine tanıktır. Gündemin neredeyse ışık hızıyla değiştiği, sınıf çatışmasının hiç durmadığı coğrafyamız, bize bu konuda oldukça cömert davranmaktadır.

Sözgelimi, 5 Eylül günü Afyonkarahisar’ın Ataköy Kışlacık Köyü’nde konuşlu 500. İstihkâm Ana Komutanlığı Deposu’nda meydana gelen patlamada resmi açıklamalara bakılırsa 25 asker yaşamını yitirdi. Konuya ilişkin daha Genelkurmay Başkanlığı açıklama yapmamış, ölü ve yaralı sayı tam netleşmemiş, herhangi bir inceleme yapılmamışken Orman Bakanı (kötü bir şaka gibi) olayın kaza olduğunu ilan etti.

Bakan, bir çırpıda sonuca ulaşsa da; patlamanın nasıl olduğu, askerlerin o saatte orada ne aradığı vb. soruların hiçbirine yanıt verilmedi.

Olaydan üç gün sonra açıklama yapan Genelkurmay ise patlamanın neden olduğunu bilmiyordu?(!) Sayının gerçekte daha fazla, hastaneye getirilen cenazelerin arasında eski cenazeler olduğu şeklindeki iddiaların üstü bir çırpıda örtüldü.

Askerde ölen her genç şehitti, gazetelerin demagoji, duygu sömürüsü eşliğinde verdiği mesaj “vatanın sağ olması”ydı. Sansür ve dezenformasyon burada da açığa çıkacak, burjuva-feodal basın içinde aykırı sorular soranlar Genelkurmay tarafından sertçe ikaz edilecekti. Açığa çıkan gerçekler çarpıtılacak, yığınlar bilgi bombardımanı içinde neye uğradığına şaşıracaktı. Kafaları karıştıracak, toplumun sinir uçlarına dokunabileceği düşünülen ne varsa bolca kullanıldı.

Ailelerin askere yönelik hiçbir tepkisi yansıtılmadı. Sansür bir kez daha işe koşuldu. Her şeye karşın devletin işi bu kez daha zordu çünkü bu defa PKK’yi suçlayabileceği bir durumda yoktu.

Oysa 20 Ağustos’ta Antep’te gerçekleştirilen bombalı saldırıda işler “ne kolaydı”. Patlamadan birkaç saat geçmeden AKP’nin sözcüleri failin PKK olduğu ilan etmiş, egemen sınıf basını seferberlik halinde Kürt ulusal hareketine, BDP’ye, Kürt halkına saldırmıştı. Ulusal hareketin patlamayla ilgisi olmadığına, BDP milletvekillerinin konuya ilişkin açıklamaları utanmasızca sansürlendi yada çarpıtıldı. Sansür ve dezenformasyon, Kürt sorunu olduğunda elbette çıtayı yükseltiyor, saldırının dalga boyunu arttırıyordu.

Çünkü gizlenmesi gereken şiddetli çatışmalar, her gün verilen büyük kayıplar ve gerillanın birçok alanda yaşam bulan hâkimiyeti söz konusuydu. Bu yüzden yurtsever, devrimci, ilerici basın okurlarından gayri kimse Şemzinan’da, Beytüşşebap’ta, Colemerg’te ne olduğunu bilmiyor.

T. Kürdistan’ında devlet kayıp üstüne kayıp verirken, Erdoğan “150-200 civarında” gerillanın öldürüldüğünü iddia ediyor, Demirtaş’ın açıklamalarına ağzından salyalar akıtarak saldırıyor. Durum, egemenler açısından öyle nazik bir durumdaki sansür, burjuva-feodal basın içinde bile farklı hiçbir sese tahammül edemiyor.

Yıldırım Türker, Cevdet Aşkın en Radikal gazeteden kapı dışarı ediliyor, başbakana “kafa tutan” Taraf’ta kazanlar kaynıyor.

Kuşkusuz esaslı tehlike ise yurtsever, devrimci, sosyalist basından geliyor/gelecek. Çünkü engellemelere, baskılara, tutuklamalara inat; gerçeğin peşinde, işçi ve emekçilerin, ezilenlerin yanında zulme ve sömürüye karşı çizgide yürüyorlar.

15. Ağır Ceza Mahkemesinde, 10 Eylül’de ilk duruşması başlayacak 34’ü tutuklu 44 gazetecinin davası bu korkunun bir ürünü. Ancak Özgür Basın çalışanlarının dediği gibi; Biz değil siz yargılanacaksınız!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu