GüncelManşet

Seçim sonrası ABD…

ABD’deki başkanlık seçimi, her seferinde olduğu gibi daha seçim öncesinde haftalarca dünya gündeminde yer almıştı. Seçimi kazanan sürpriz isim Donald Trump oldu. Seçime katılmayanların oranının yüzde 48 olduğu seçimlerde,  Hillary Clinton’a oy verenlerin sayısı Trump’a oy verenlerden 2 milyon fazladır. Seçime katılmayanlar ve Clinton’a oy verenler göz önünde alındığında, Trump Amerikan toplumunun toplam yüzde 25 civarındaki oy oranıyla devlet başkanlığını kazanmıştır. Toplumun çoğunluğunca tasvip edilmeyen birinin, giderek burjuva normlara bile ters düşen bir seçimle ABD devlet erkinin başına gelmesi aslında sistemin, nasıl köhnemiş bir duruma düştüğünün göstergesidir. Gerçekte, ABD somutunda pörsüyen ve çürüyen uluslararası kapitalist sistemin ta kendisidir.

Bunun sonucudur ki, emperyalist devletler artık kendi ülkelerini eskisi gibi yönetemiyorlar. Sistemin tüm külfetini kafa ve kol emekçilerine, göçmenlere ve toplumun tüm alt katmanlarına yüklüyorlar. Bunu da dinciliği, ırkçılığı körükleyerek yapıyorlar. Buna rağmen tümden kendilerini kamufle edemiyorlar. Bunun sonucudur ki, Trump’ın seçim öncesi faşizan tavır ve tehditlerinden rahatsız olan kitleler, seçim sonrası çeşitli merkezlerde meydanlara döküldüler. Hoşnutsuzluklarını, rahatsızlıklarını, tepki ve öfkelerini dile getirdiler. Bu seçimle birlikte sorunların hallolmadığı, aksine daha derinleştiği bir sürece girilmiştir. Nitekim resmi bir kurum olan ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin (NIC) raporu bile Trump dönemini “karanlık ve zor bir gelecek” olarak değerlendiriyor.

 

ABD’de durum

ABD’nin ekonomik, sosyal ve siyasal yapısı girdiği kriz furyasından bir türlü çıkamamıştır. 2000’lerin ilk on yılında Mortgage krizinin yarattığı tahribat bir türlü onarılamayıp, istikrar sürecine bir türlü girilememiştir. Ama katbekat artan sistemin faturası hep kafa ve kol emekçilerine çıkarılmıştır. Neo-liberalizmin aşırı-üretim ve mali-krizi ve yarattığı tahribat hep onlara mal edilmiştir.

Bunun sonucu sömürü daha artmıştır. Nispi artı-değer ve mutlak artı-değer sömürüsüyle emekçiler daha sömürülmüştür. Artan sömürü uygulamaya konan taşeron çalışma tarzı ile daha üst boyutlara tırmandırılmıştır. Ayrıca sistemin yarattığı işsizlik giderilemediği gibi daha da artmıştır. Bunlarla bağlantılı olarak yoksulluk da hızla gelişmiştir. Öyle ki Amerika’da yoksulluk sınırının altında yaşayan ve sokaklarda kalanların sayısı 50 milyonu bulmuştur. Öyle ki, Mortgage krizinden sonra 18 milyon boş ev, hala bankaların elinde durmaktadır. Böylesi ortamlarda burjuvazi ırkçılığa ve dini fanatizme daha fazla ihtiyaç duyar. Nitekim ırkçılık hızla tırmandırılmış, polis saldırılarıyla yüzlerce siyah kökenli Amerikalı öldürülmüştür…

Donald Trump bu koşullarda devlet başkanlığına getirilmiştir… Trump, seçim öncesi propagandasını ırkçılık, dincilik, göçmen aleyhtarlığı, kadın ve LGBTİ düşmanlığı vb. klişeleşmiş faşist söylemler üzerinden yaptı. “Müslümanlar Amerika’ya girmesin, Amerika’daki Müslümanlar sınır dışı edilsin”, “Kalan Müslümanlar fişlensin”, “camiler gözetim altında tutulsun” vb. sloganlarla İslamofobi ve ırkçılığın iç içe geçtiği bir rüzgar estirilmiştir. 

Seçimlerin akabinde Irak, Suriye, İran, Libya, Somali, Yemen ve Sudan’dan gelenlere Amerika’ya giriş yasağı konmuştur. Vizesi olanlar dahi bu yasak üzerine ülkeye girememiştir. Meksika’ya duvar örme kararı alınmıştır…

Watterbording (su işkencesi) yasallaşsın kararı savunulmuştur. İşkencenin açıktan yasallaşması gündeme getirilmiş, böylece günümüzde işkenceyi bile açıktan savunan ilk resmi kişi olmuştur.

Tabii ki, “yeni istihdam sahaları açacağı”, “işsizlik sorununu gidereceği”, “vergi oranlarını düşüreceği” vb. her burjuva politikacısının köhnemiş ekonomik ve sosyal vaatlerini de dile getirmiştir… Ama açıktır ki bunlar lafta kalacaktır.

Daha birçok karar alacağı ve uygulayacağı vaadinde bulunmuştur. Ama alacağı yeni kararlar Amerikan emekçilerini, göçmenleri, demokratları ve tüm ilerici kesimleri hedef alan ve rahatsız eden faşist kararlar olacaktır. Yani kısaca Trump ile ABD ezen ve ezilenlerin arasındaki çelişkilerin daha keskinleşeceği bir döneme girecektir.

 

Trump’la çizilen dış politika…

Her ABD Başkanı gibi, Donald Trump da, ABD’nin dış jeopolitik hattına belli noktalarda vurgu yapmıştır. Öne çıkardığı sorun dünya çapında rakip olarak Çin’i gördükleri olgusudur. Bunun sonucu Çin’i dünya pazarları önünde en büyük hedef olarak belirledikleri ve ona karşı mücadeleyi merkezlerine koyduklarını belirtilmiştir. Buna bağlı olarak, amaçlarının günümüz konjonktüründe Çin’in müttefiki olan Rusya’yı Çin’den koparmak ve kendi saflarına çekmek olduğunu vurgulamışlardır. Böylece Çin’i zayıflatmak ve üzerinde üstünlük sağlamak amaçlanmaktadır. Rusya görüşme taleplerine olumlu yanıt vermiştir. Ama bu Rusya’nın hemen ABD’nin saflarına kayacağı ve onlarla hareket edeceği anlamına gelmemelidir. Rusya,  Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve Ukrayna’da vb. etkin olduğu alanlarda karşısına çıkan bir emperyalist gücün inisiyatifinde hareket edecek bir devlet değildir. Ve ABD’nin kendileriyle niçin ve nasıl bir ilişki kurmak istediklerinin, ardında ne emeller beslediklerini de biliyorlardır. Zaman içerisinde ABD’nin teklifi ve Rusya’nın tavrı daha netleşecektir.

ABD hala dünya çapında öne çıkan bir emperyalist güç olsa da, 1991-2005 yılları arasındaki “tek kutuplu” olarak yansıtılan süreçteki güce ve inisiyatife sahip değildir artık. Trump dönemiyle atak yapıp Çin’i etkisiz kılmak, Rusya ve Avrupa’yı kendi inisiyatifinde tutmak gibi hedeflerini tekrar öne çıkartmak isterler. İleride emperyalist emellerinin boyutları daha belirginleşecektir. Nitekim Pasifik Okyanusu’ndaki hedefleriyle beraber Ortadoğu’ya ilişkin bazı demeçler de vermişlerdir.

Trump’ın “Suriye’de güvenli bölge şart” demeci Rusya, Suriye hatta Türkiye ve İran devletlerinin tepkisiyle karşılaşmıştır. Rusya, ABD’nin Suriye yönetiminden bağımsız kararlar alamayacağını belirtmiştir. Ayrıca NATO’nun maddi durumunu gerekçe göstererek Avrupalı müttefiklerinin “NATO giderlerine daha aktif katılmalarını” istemiştir. Daha saldırgan bir dış politikayı öne çıkaran Trump’ın şantaj mealindeki bu demecinin NATO’yu daha güçlendirmeyi içerip-içermediği önümüzdeki süreçte netleşecektir. Ve tabii ki dünya halkları üzerindeki sömürü, baskı ve katliamlar girilen böylesi bir süreçle daha katmerli olacaktır.

 

Daha saldırganlaşacak ABD…

Amerikan mali sermayesi geçmişe kıyasla içte ve dışta gündeme gelen sorunlara müdahale etmekte ve tasarladığı emperyalist emelleri yerine getirmekte zorlanıyor. Bunun sonucu neo-liberalizm süreci ile işçi sınıfının üzerindeki sömürü giderek artmış, geçmişte elde ettiği haklar geri alınmış, sistemin ekonomik ve sosyal faturası tümden Amerikan kafa ve kol emekçilerine çıkarılmıştır. Ancak sistemin içinde bulunduğu yapısal kriz devam etmektedir.

Bunun sonucu Amerikan burjuvazisi giderek politik bir kriz içerisine de girmiştir. Artık ülkeyi eskisi gibi yönetememekte, kapitalist-emperyalist hedeflerini yerine getirmekte zorlanmaktadır. Bu da beraberinde Amerikan halkı üzerindeki sömürünün ve baskının gerçekleştirilebilmesi için Amerikan burjuvazisini daha fazla faşizme ihtiyaç duyar hale itmiştir. 2000’li yıllarla derinleşen kriz ve artan sosyal, ırkçı, siyasal baskı, Trump’ın yönetimiyle daha açık faşistleşmeye gidileceği izlenimi vermektedir. 

Nasıl ki Hitler Almanya’da seçimle iktidara geldikten sonra Alman şovenizmiyle faşist yönetimi inşa etmiş ve Almanya’yı savaşa sokmuştu. Dünyada en fazla pazara sahip olan, ama bu pazarlarını ve ekonomik etkinliğini, siyasal gücünü giderek yitiren ABD, hırçınlaşmakta içte ve dışta eski gücüne ulaşmak hırsıyla daha saldırganlaşacağı izlenimi vermeye başlamıştır. Nitekim İslamofobi dürtüsüyle Amerikan şovenizmi üzerinden bunu yapmaktadır.

ABD’nin bu emellerine karşın bundan rahatsız olan kesimler sokaklara dökülmüştür. Tüm öfkeleriyle mücadele edeceklerini dile getirmişlerdir. Hatta Amerika dışında Avrupa ülkelerinde de ABD fobisine karşı yüz binler çeşitli eylem biçimleriyle öfkelerini dile getirmişlerdir. Bu yüz binlerce kişi Trump’ı kendi ülkelerine kabul etmeyeceklerini dile getirmişlerdir.

Emperyalist-kapitalizmin mevcut durumu sınıf çelişkilerinin nasıl uç boyutlara tırmandığını gösteriyor. Böylesi bir dönemece girildiği görülmeli ve nesnel durumun emrettiği görevler yerine getirilmelidir. Tarih bunu emretmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu