GüncelMakaleler

SENTEZ | Akar Suyun, Meyve Çağında Ağacın, Serpilip Gelişen Hayatın Düşmanıdırlar!

"Kimdir devlet” diyen Havva Ana’nın sesine çığlık olalım. Öyleyse madenlerini, fabrikalarını, çiftliklerini, ofislerini çalışamaz hale getirip havamıza, suyumuza, toprağımıza sahip çıkalım"

Toprağın nasıl işlediğini ve nasıl kullanılacağının hangi temelde belirlendiğini anlamak toplumumuzdaki iktidar ve sömürü yapısını anlamak demektir.

Ülkemizin her karış toprağı emperyalist şirketlere peşkeş çekilmekte ve maden arama çalışmaları nedeniyle siyanür vb. maddelerle zehirlenmektedir. Bunun son örneği Şahin Dağları’nda yapılan altın madeni arama çalışmaları sonucu kesilen binlerce ağaç ve zehirlenen su yüzünden yaşamını yitiren hayvanlar olmuştur.

12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın yaptığı darbenin ardından ülkenin talanını hızlandıracak projeler kapsamında “büyük ve kararlı” adımlar atılmıştı. Bu adımlardan birisi olarak, bugün Kirazlı başta olmak üzere ülkenin birçok yerinde devam eden altın uğruna doğa talanı ruhsatı ilk kez 1987’de Eldorado Gold tarafından alınmıştı.

Bugün de devam eden bu politikalar göstermektedir ki 12 Eylül’ün “İyi Çocukları” yalnızca işçilerin, köylülerin, ulusların, azınlık milliyet ve inançların, kadınların, devrimcilerin değil, aynı zamanda “akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı”dırlar.

İlk ruhsatın ardından İzmir’in Bergama ilçesinde yer alan toplam on yedi köyü doğrudan ve etkin bir biçimde etkileyen siyanürle altın arama çalışmaları 1990’lı yıllarda başlamıştı. 1989 yılında Eczacıbaşı Endüstri Hammadde Sanayi A.Ş. tarafından alınan altın arama ruhsatı, daha sonra çok uluslu bir şirket olan Eurogold Madencilik A.Ş.’ye devredilmiştir.

Eurogold’un Bergama bölgesindeki maden projesi yaklaşık 2,5 milyon ton altın için sekiz yıllık bir süreci kapsamaktaydı. Siyanürle altın aramaya karşı Bergama köylülerinin direnişi uzunca yıllar devam etti.

Kanadalı maden şirketi Eldorado Gold Corporation’ın Türkiye uzantısı TÜPRAG Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Samsun’un Kavak ve Havza ilçelerini kapsayan Şahin Dağları’nda altın madeni arama çalışmaları kapsamında sondaj noktaları açılırken, doğa ve doğal yaşam katliamı devam ediyor. Kanadalı maden şirketinin çalışma yürüttüğü bölgelerde yapılan incelemelerde bölgede Orman İşletmeleri yetkililerince açılan birçok yeni yollar olduğunu ve bu yolların üzerinde birçok sondaj sahasının bulunduğu ortaya çıktı.

Samsun’da Şahin Dağları dışında, biri Vezirköprü ilçesinde, ikisi merkez ilçede 3 adet maden arama sahası daha 18 Eylül’de ihaleye çıkarıldı. Üç madene ait ihaleleri, 100.000.00 TL teklifle Çalık Holding iştiraklerinden Lidya Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi ile 110.000.00 TL teklifle Yıldırım Holding iştiraklerinden Yılkrom Maden ve Enerji Yatırım Ticaret Anonim Şirketi kazandı. İsmi geçen maden şirketlerinin hepsi ise Avustralya’dan Amerika’ya birçok emperyalist şirketin uzantılarıdır.

Uşak’ın Eşme ve Ulubey İlçelerinde, yine TÜPRAG Metal Madencilik tarafından altın madeni üretimi ve zenginleştirme projesi ile 2006 yılında talan başlatıldı. Şirket 14 yılda 1 km genişliğinde 350 metre derinliğinde oldukça büyük bir çukur oluşturdu. Google’ın uydu görüntülerini güncellemesinin ardından tahrip edilen alan, yaklaşık 750 hektar ve Uşak ilçelerinin 5-6 kat büyüklüğünde.

Yine Efemçukuru Altın Madeni İşletmesi İzmir’in Menderes İlçesi Efemçukuru Köyü yakınlarında, İzmir’in Damı denilen bir bölgede bulunuyor. Efemçukuru Altın Madeni İşletmesine çalışma izni verilerek günde yaklaşık 250.000 kişiye içme-kullanma suyu sağlaması planlanan Çamlı Barajı’nın yapımı engellendiği gibi bulunduğu yer itibariyle Efemçukuru başta olmak üzere yakın çevredeki diğer köylerin, Güzelbahçe ve yöresinin su kaynaklarıyla Tahtalı Baraj Gölünün kirletiliyor.

Kanada menşeili “yerli ve milli” TÜPRAG Metal Madencilik İzmir’den Samsun’a içme suyunun talanında ve bu talanın üstünün örtülmesinde dünyada ne ilk ne de tek. Emperyalist şirketler kendi ülke sınırları içerisinde yapamadıkları talanı “az gelişmiş ve gelişmekte olan” ülkelerin sınırları içerisinde sürdürüyor. Bunu yaparken de “halka hizmet için yollar, okullar, hastaneler inşa ediyorlar.” Bu yalan dünyanın hiçbir yerinde değişmiyor.

 “Terör” Bahane, Emperyalizm Yardakçılığı Şahane!

Geçtiğimiz günlerde Tunceli Valisinin, peyzaj çalışmalarında iş makinaları kullanılmayacağını belirtmesine rağmen, Munzur Gözelerine iş makinaları girdi. Dersim’in birçok yerinde sözde “halka huzur, ekonomiyi canlandırma” adı altında “peyzaj çalışmaları” sürerken, halkın kutsalı olan doğal mekanlar yok ediliyor.

Munzur Vadisi boyunca yapılan “turizme açma” girişimleri bölgeyi gerilladan temizlemenin ve kitlelerin apolitikleştirerek birkaç yıl içinde Dersim’e, Dersimlilere ait olan her şeyin yok edilmesinin projesi.

Halkı yoksullaştırıp ardından da “terör nedeniyle yatırım yapılamıyor, halk bu yüzden aç kalıyor” yalanları Türkiye Kürdistanı’nın birçok yerinde uzunca yıllardır propagandası yapılan bir yalan. Zira “terörün olmadığı” gerillasız alanlarda suyun, toprağın ve hatta göğün bile nasıl emperyalist firmalara peşkeş çekildiğini görüyoruz.

Zira Ege’de, Akdeniz’de, Karadeniz’de ucu bucağı görünmeyen ormanlardan geriye pek bir şey kalmadı. İç Anadolu’da bütün göller kurumak üzere. Antep-Urfa bölgesinde fabrikalar yükselmeye devam ederken yoksulluk, güvencesiz çalışma ve her türlü hükümet-çete faaliyeti artarak devam ediyor.

Sanki dağların katili, ırmakların faili, halkın yoksulluğunun sebebi gerillaymış gibi bir izlenim vermeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de ceplerini doldurmak için halkın her türlü değerini, doğayı ve devrimci kültürü yok ediyorlar.

Kanadalı altın şirketlerinin coğrafyamızda yürüttüğü katliam halkın yararına yapılan yatırımlarmış gibi sunuluyor. Ancak bu yatırımların üzerinden daha bir sene geçmeden ormanlarla, çayırlarla, su kaynaklarıyla beraber halkın binbir emekle ekip biçtiği araziler, yetirip büyüttüğü hayvanlar zehirlenip helak oluyor.

Bu açıdan altın şirketlerinin, turizm tekellerinin girmesinin önünde bir engel olan gerilla faaliyeti aslında doğanın bekçiliği anlamına da geliyor. Halk savaşçılarının sığınağı, yaşama bir kez daha anlam vererek mücadeleyi harladıkları dağlar ve ormanlar Türkiye Kürdistanı’nda “terörü bitirme” bahanesiyle yok edilirken kullanılmayan yol kalmıyor.

Devlet bu ormanlara genetiği değiştirilmiş tırtıllar atmaktan tutalım da bombardımanlarla yok etmeye kadar birçok yöntem kullanıyor.

Bu sırada karıncasından ayısına kadar her türden hayvanı da katlediyor. Su yataklarından koyaklardaki yosunlara kadar her şeyi imha ediyor. Aynı devlet güneyinde bulunan Rojava’yı işgal saldırıları kapsamında Fırat’ın suyunu kesmekten de geri durmuyor. Bereketli Hilal’in bereketinden geriye metrelerce çatlamış toprak kalıyor. Diğer yandan Rojava’nın hemen kuzeyinde Urfa’yı “taban suyunun düzensiz yükselmesi” sebebiyle yazın ortasında sel basıyor.

Halk kitleleri günlük çıkarları için, bazen bazı gerçekleri görmezden gelebilir, önemsiz bulabilir. Ancak yıllar içinde bıçak kemiğe bir şekilde dayanacağı için bir yerlerde mutlaka bir isyanın öfkesi birikecektir. Bu birikiminin ve patlamanın kendiliğinden olmasını beklemek, böyle bir fırsatçılık anlayışı ile devrimcilik yapmak ancak bizi tıpkı Gezi Direnişi sonrası olduğu gibi bir hale sürükleyecektir.

Ki bu çalışmaların yapıldığı alanların birçoğunda halk, yapılması planlanan projelere karşı çıkmakta ve ÇED raporlarının verilmesine izin vermemektedir. Ancak maden ve turizm şirketleri bu bölgelerde yaşayan halk kitlelerine rağmen polis-devlet terörüyle bu alanlardaki talanını sürdürmektedir. Bu nedenle, halk kitlelerinin, görmezden gelme ya da çaresiz kalma durumuna rağmen, bu konularda sürdürülmesi gereken devrimci faaliyete ağırlık vermek hepimizin en acil görevleri arasındadır.

Gerillalar, bu görev bilinciyle faaliyet gösterdikleri bölgelerde doğanın katledilmesine karşı az sayıda da olsa çeşitli eylemler gerçekleştirmektir. Dersim’de Dinar Deresi üzerindeki HES regülatörü santrali ana kumanda binası TİKKO gerillaları bombalı saldırı düzenlemişti.

Yine aynı santrale, MKP/HKO gerillaları tarafından baskın düzenlenmiş ve işletme binası yakılmak istenmişti. Yine Karadeniz’de HPG gerillaları bir baraj inşaatına sabotaj eylemi düzenlemişti. Bütün bu eylemler halk kitlelerinin ve dolayısıyla ekolojinin çıkarlarına uygun olarak düzenlenmektedir. Ancak mevcut haliyle bunlar da yeterli olmamaktadır. Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nın her yanı HES ve maden ocaklarıyla talan edilmeye devam etmektedir. Bu nedenle mücadele daha da büyütülmelidir.

Emperyalist-kapitalist sistemin aşırı kar hırsına dayalı yapısı, Türkiye komprador kapitalizmiyle birlikte ekoloji sorunu olarak tanımlayacağımız doğa ve çevre katliamına yol açmaktadır.

Sömürü ve yağma politikaları, ekolojik tahribata yol açmakta, bunun sonucunda coğrafyamız yaşanmaz hale getirilmektedir. Bu nedenle mesele sadece “birkaç ağaç” algısından çıkarılmalı ve tek başına ekoloji hareketlerine havale edilmemelidir.

Gerek şehirlerde ve gerekse de kırsal alanlarda doğa ve çevrenin talanına, ekolojik dengenin bozulmasına yönelik devrimci eylemler arttıkça ekoloji için sokağa çıkan kitlelerin “yaşanabilir bir dünya” talepleri de gerçeğe dönüşecektir. Bu mücadele ülkemizdeki demokratik halk devrimi mücadelesinin önemli bileşenlerinden biri haline gelmiş bulunmaktadır.

“Yüz milyonlarca dolar değerindeki bir ekonomik faaliyetin bölge ve ülke ekonomisine katkısı” için hiçbir paranın geri getiremeyeceği yaşam yok ediliyor. Bu durumda yaşamı savunanlar bu “çok kıymetli yatırımlar” karşısında direniş olmak zorundadır.

Erkek egemen emperyalist kapitalist sistemde EKOnominin bekası için EKOlojinin katli vacip. Öyleyse “Kimdir devlet” diyen Havva Ana’nın sesine çığlık olalım. Öyleyse madenlerini, fabrikalarını, çiftliklerini, ofislerini çalışamaz hale getirip havamıza, suyumuza, toprağımıza sahip çıkalım.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu