Yorum

Sistem Krizinde “Milli İrade” Diktatörlüğü!

Yerel olmaktan ziyade genel seçim havasında geçen, baştan sona örgütlenişiyle, özellikle de Gezi İsyanı ve yolsuzluk operasyonları sonrası AKP’nin sarsıntılar geçirdiği koşullarda, referandum havasına bürünen 30 Mart yerel seçimlerinin ardından, ülkemiz politik arenası yeni saflaşmalara, yeni cenkleşme ve kutuplaşmalara doğru ilerliyor.

AKP’nin öncesi süreçte geçirdiği sarsıntıların, özelliklede önümüzdeki süreçte artarak devam edeceği gerçekliği daha şimdiden kendisini belli ederken, hükümet cephesinden atılan ve atılacak olan adımlarla da egemenler buna hazırlanmakta, üst perdeden “darbe” türküleri eşliğinde tehditler savurmaktadır.

Gezi İsyanı’ndan beri depremi dinmeyen hükümetin saldırganlaşma eğilimi, 17 Aralık yolsuzluk operasyonları ve “tape” skandalları sonrası açıklamalardan okunmaktayken, gelinen aşamada ise AKP’nin,  30 Mart yerel seçimlerinin ardından “İstiklal Savaşı’ndan” başarı ile çıkmanın verdiği enerji ve sandıktan aldığı görece onaylanmışlık hali ile kendi vesayetini güçlendirmeye girişeceği ise aşikârdır.

“İleri” Demokrasi = “Milli İrade” Diktası

Ülke siyasetinde ve uluslararası alanda, son birkaç yılı da kaplayan denklem kaymaları, Gezi İsyanı ile yükselen toplumsal muhalefet, yine 2008’den beri süreğenleşen ekonomik kriz ve AKP’nin Ortadoğu’da kazandığı “başarısızlık” karnesi tüm bu tartışmalarda etken pozisyonlardadır. Bu konjonktürel değişimden ötürüdür ki, AKP efendilerince yalnız bırakılmakta, hatta rafa kaldırılmak istenmektedir. Bu nedenle de açılan çatlaklarda debelenen ve yalnızlaşan AKP, “sandık”la tutunduğu koltukta, tasfiye hareketi işletmeye girişmiş ve toplumsal kutuplaşmayı temel faaliyet ekseni kabul etmişken, AKP’nin önümüzdeki süreçte yapacaklarının kaynak kodları ise, yine aynı parametrelerden doğru okunmalıdır.

İlk olarak altı çizilmesi gereken nokta, AKP’nin önümüzdeki süreçte saldırganlık düzeyini artıracağı ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmeye çalışacağı gerçekliğidir. Başbakan’ın “Açık açık söylüyorum: hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacak, ihanet, ajanlık, casusluk ve edepsizlik asla karşılıksız kalmayacak!”,17 Aralık bal gibi darbe girişimidir. Yargı içerisine sızmış bazı odakların yaptığı operasyonlar tamamen hukuk dışıdır. Hükümete karşı alçakça bir saldırı başlatılmıştır. Eğer 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları karşısında dik durmasaydık, hükümet devrilecek, koalisyondan oluşan bir hükümet işbaşına getirilecekti” sözleri ile de anlaşılacağı gibi AKP, kendinden olmayan herkesi ama ilk elden “Pensilvanyalı kardeşlerini” tasfiyeye yönelmiştir.

Kamuoyunda da çokça tartışılan bu süreç seçimler sonrasında ise somut operasyonlara dönmüş ve ilk hafta 9 polis yöneticisi tutuklanmıştır. Seçimler öncesinde ise, Cemaat kökenli binlerce kadro atamalar, sürgünler ile zaten etkisizleştirilmişti. AKP’nin “inlerine girme” çağrısının somut karşılığını bugün tek bir örnekle bile anlamak mümkündür: Gelinen aşamada, sadece Dışişleri Bakanlığı’ndaki “malum” görüşmeyle ilgili olarak 180 tane soruşturma sürmektedir.

Buna ek olarak, AKP önümüzdeki süreçte, sandıktan aldığı güçle tutunduğu son dal olan hükümet koltuğunda, yaptığı yasal dönüşümlerle kalıcılaşma çabasını kuvvetlendirecektir. MİT Yasası ile Başbakan’a bağlı olan bu kontra birim “tanrısal” yetkilerle donatılmakta, HSYK’nın yapısına dair yasal müdahalelerle birlikte Adalet Bakanı yargının kralı haline getirilmekte ve böylece, en geri burjuva demokrasisinde bile var güçler ayrılığı ilkesi bile çöpe atılmaktadır. Ek olarak, sosyal medya yasakları vb. uygulamalarla da, toplumda dikta algısı pekiştirilmekte, en ufak bir ters kararda, AYM’ye yapıldığı gibi, “akıllı olun” ayarı verilmektedir.

 

Toplumsal çatlakta AKP filizi

Efendileri tarafından yalnızlaştığı oranda, kendi “meşru”luğunu ürettiği toplumsal kutuplaşmayı derinleştirme yönelimi de, AKP’nin önümüzdeki süreçte faaliyet eksenlerinden birisi olacaktır. Toplumsal psikolojide yarattığı “mağdur” algısı ve “küresel sermayeye karşı direnen lider” imajı ile Erdoğan, nemalanma alanı olarak “düşmanların hedefinde”  profili yaratarak, kitleleri kendi etrafına yedekleme çabasındadır. Gelinen aşamada, özellikle AKP-Cemaat gerilimi sonrasında dostlarından birisini daha kaybeden Erdoğan bu kamplaşmayı daha da derinleştirmekte ve buradan doğru kendi kitlesini üretmektedir.

Kamuoyuna yansıyan istatistiklerde yerel seçimler öncesi açıklanan “tape”ler ile birlikte AKP kitlesinde bir kemikleşme eğilimi gözlemlenebilmektedir. Yine benzeri bir gözlem, Washington merkezli Bipartisan Policy Center (BPC) tarafından yapılmakta, AKP’nin kitlesinin açıklanan “tape”lerden etkilenmediği sonucu açığa çıkmaktadır.

Bu nokta, aslında toplumsal muhalefetin sıkıntılı bir yanını da aydınlatmaktadır. Zira, kitlelerin yaşamlarında görüp hissedebildikleri çelişkileri es geçerek ve kitlelerin aktif siyasal özne olarak muhalefetini yeterince örgütleyemeyerek, Cemaat kaynaklı ve ABD patentli bir yıpratma harekatının para etmeyeceği, aksine İttihat Terakki’den günümüze süren “Türk’ün dostu Türk’tür” algısını pekiştireceği gözlenmeli ve beklenti bu noktadan ve reel gerçeklik temelinde yapılmalıdır.

Kürt ulusuna karşı yeni ittifak

AKP’nin önümüzdeki süreçte, hem durumunu hem de pratiklerini temelden etkileyecek bir diğer mesele ise, Kürt ulusal sorunu ve bu çerçevede iki yıldır somut adım atılamayan “barış ve çözüm” sürecidir. Bu konuda ise Başbakan Erdoğan, seçimlerden sonraki balkon konuşmasında “tek millet, tek vatan” nağmeleri döktürmüş ve önümüzdeki süreçte, gelişmelerin yönünü aydınlatmıştır aslında. Gerillanın geri çekilme sürecinin başlamasından beridir hiçbir adım atmayan AKP, özellikle Cemaat-AKP geriliminin ardından Ergenekoncuları tahliye ederek, gelecek süreçteki yeni ittifak arayışlarını da deşifre etmiştir.

Ek olarak belirtilmesi gereken nokta, AKP’nin Kürt cephesine vereceği her tür imtiyazın, özellikle Rojava’da işleyen sürecin ulusal mücadeleye kattıklarıyla beraber hesap edildiğinde, aleyhine döneceğinin bilincinde olmasıdır.

Seçim sürecinde ise bu yaklaşımın karşılığı görülmüş ve belki de, tarihin en şaibeli seçimleri yaşanmıştır. BDP’nin aldığı birçok yerde seçimlere AKP tarafından hile katılmış, bu yaklaşım yer yer “elektrikleri kesecek trafoya kedi sokacak” türevlere de ulaşmıştır. Özellikle Ermenistan ile doğalgaz ilişkisinin kurulduğu bir dönemde Ağrı’yı ve Suriye’de cihatçı gruplar ile TC’nin ilişkilerinin küresel anlamda deşifre olduğu bir dönemde Ceylanpınar’ı BDP’nin kazanmaması için her türlü önlem alınmıştır.

Çözüm Kitlelerin Aktif Siyasetinde…

Şimdiye kadar aktardığımız, AKP’nin önümüzdeki sürecine renk verecek parametrelerdir. Kuşkusuzdur ki, bu liste genişletilebilir ve AKP’nin önümüzdeki süreci, Ortadoğu, yaklaşan ekonomik kriz ekseninde ve ABD’nin küresel ittifaklarının değişimi çerçevesinde tartışılabilir. Ancak toplam tablo içerisinde altı çizilmesi gereken ve reel yaşamda yüz yüze kalacağımız yön; sistemin derinleşen krizi ve kabaran toplumsal muhalefet ekseninde AKP’nin saldırganlık düzeyini artıracağı gerçekliğidir. Zira bugün, eski “Pensilvanyalı dostları” ile de yaşanan çelişkinin temelinde ya da geçmiş süreçte işlettiği “askeri vesayete karşı mücadele” sürecinin alt metninde de bunlar yatmaktadır.

Varlık zeminini sömürüye, zulme dayandıran Türk egemen sınıflarının yönetme aracı olarak TC devleti, burjuva-feodal düzenin koordinasyon merkezi olarak ve egemenlerin ihtiyaçları çerçevesinde şekil almaktadır. Bugün “devlete hükmetme” mücadelesinde, esas mesele de burada, hangi egemen sınıf kliğinin sömürüden büyük payı alacağındadır.

Doğallığında, önümüzdeki süreçte, artan saldırganlık boyutunun toplumsal muhalefeti ve onun ileri kesimleri olan devrimci ve demokrat çevreleri hedeflememesi imkânsızdır. AKP için sömürüye ortak olanlardan çok, sömürüyü yok edecek olanlar tehlikelidir.

Sonuç olarak,  “milli irade” söylemi ile girilen faşizmle harmanlanmış diktatörlük yolunda, daha baştan görünen şey, tekerin patlak olduğu ve bu patlak tekerle Erdoğan’ın yolu tamamlayamayacağı gerçekliğiyken, süreç içerisinde iplerin daha da gerileceği aşikârdır. Gelinen aşamada, küresel alanda yalnızlaşan, ekonomik krizin kuyusuna sürüklenen ve Ortadoğu’da tekeri çamura saplayan bir hükümet gerçekliği vardır. Tablonun diğer yanında ise, ezilen yoksul kitlelerin Gezi İsyanı’ndan beri yükselen muhalefeti yatmaktadır. AKP’nin yarattığı toplumsal kutuplaşma ve artan saldırganlık düzeyi, kamplaşmanın her iki cephesini de radikalize etmektedir.

Bu anlamda, AKP’yi aşındırmanın ve tarihin çöplüğüne yollamanın tek anahtarı ise, kitleleri aktif siyaset içine çekmek, yaklaşan 1 Mayıs ve Gezi’nin yıldönümünde yaşam ve gelecekleri için mücadele alanlarına dökmekle mümkün olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu