DünyaMakaleler

Siyonist Devletin Oluşumu ve Kanlı Tarihi

Siyonist düşüncenin Yahudi proletaryası içinde örgütlemeye çalıştığı ayrı bir devlet kurma politikası, Yahudi proletaryasının özgürlüğünden çok kendi sermayesinin hakim olacağı bir devlet fikri yaratma politikası esasına dayanıyordu. Zira başka ülkelerin kapitalizmine entegre olmak onlar için risk taşıyordu.

15 Mayıs 1948 tarihi, Siyonistlerin Filistin topraklarında bir İsrail devleti kurduklarını ilan ederek bölgede katliamlar gerçekleştirmeye ve Filistin halkının kan ve gözyaşlarını bu devletin can suyu yapmaya başladıkları gün olarak bilinmektedir. Filistinliler ve Arap dünyası bugünü Nakba (Felaket) günü olarak anarken, Siyonistler bayram olarak kutlamaktadır. Siyonistler esas olarak emperyalizmin ve “Yahudi sermayesi”nin Filistin’de “kendi hava sahasını yaratması” amacıyla hareket ettiler. Bu politikalarını hayata geçirmek için de, dünyanın dört bir yanına yayılmış olan Yahudilerin bir devlet hakkı olduğunu, bu hakkın yüzyıllardır gerçekleşmediğini ve bu haksızlığın giderilmesi için, kutsal kitaplardaki “Kenan Diyarı” olarak ifade edilen Filistin toprakları olduğunu iddia ettiler.

Yahudilerin dünyanın dört bir yanına yayılmış bir şekilde var oldukları kuşku götürmez bir gerçektir. Bunun bir nedeni de elbette yüzyıllar boyunca Yahudi inancına yönelik hakim sınıflarca gerçekleştirilen baskı, zulüm ve katliam politikalarıdır. Ancak “kendilerine vaat edilen topraklar”ın Filistin olduğuna dair ileri sürdükleri mit aslında Siyonistlerin hem dinsel anlamda hem de tarihsel anlamda kendilerine bir dayanak oluşturma çabalarından başka bir değildir.

Siyonizm Avrupa’da gelişen “Hıristiyan burjuvazi”nin, “Yahudi burjuvazi”si karşısında sağladığı hakimiyet ile ortaya çıkmış bir sermaye gücüdür. “Yahudi sermayesi”nin pazarlarının ele geçirilmesi ile başlayan bu süreç, Yahudilerin sadece Avrupa’da değil dünyanın hemen her yerinde güçlü bir tefecilik politikasına eğilmelerine neden olmuştur. “Yahudi tefeciliği” ile başlayan süreç zamanla devletlere borç veren ve bu sayede onların politikalarına etki eden bir karakter kazanmasına yol açmıştır.

Bu sermaye biçimi genel olarak 12. yüzyılda şekillenmiş ve gelişen tefecilik ağı bir banka biçimi kazanacak şekilde bir fon ile kendisini ortaya koymuştur. “Yahudi tefeciler” böylelikle hem ekonomik birliklerini sağlamışlar hem de ağır vergilerden kurtulma olanağı yaratmışlardır. Merkezinde “Yahudi tefeciler”in olduğu bu ekonomik ilişkiler ağı o kadar güçlenmiştir ki, 1275’te İngiltere’de “Yahudi tefeciliği” yasaklanmış, ancak durdurulamamıştır. 14. yy.’a gelindiğinde ise Avrupa’nın ve Osmanlı’nın en güçlü tefecileri Yahudiler olmuştur.

Kuşkusuz ki burada belirleyici olan sermayenin “Yahudi, Hristiyan ya da İslam” vb. olması değildir. Belirleyici olan tefeci sermayesidir. Tefeci sermayesinin güçlenmesi ve borçlandırma yoluyla bulundukları ülkelerde hakim sınıfların politikalarını etkileyecek ve hatta yön verecek düzeye ulaşması, o ülkelerin hakim sınıflarını rahatsız etmiştir. Burada söz konusu olan sermayenin kendi içindeki rekabetidir. Bu rekabet ise karşılığını, “Yahudi tefeciliği”nde, “Hıristiyan burjuvazisi” vb. söylemlerinde bulmuştur.

Yayılan tefeciliğin ağır yüklerinden kurtulmak için “Yahudi tefeci”lerin, politikalarına boyun  eğen sınıflar olduğu kadar, Yahudi karşıtlığı şeklinde borçlarından kurtulmak isteyen aristokratlar da bulunuyordu. Öyle ki tefecilik karşıtlığı Yahudi karşıtlığı ile eş tutulmuş ve başlatılan linç kampanyaları ile aristokratlar borçlarından kurtulmuştur. Avrupa’da Yahudilere dönük başlatılan linç kampanyaları neticesinde Yahudi sermayesi kapitalizmin gelişmediği ülkeleri kendisine yeni alanlar olarak seçmiştir.

Anti-Semitizm, Yahudi burjuvazisi ve işçi sınıfı

Yahudi burjuvazisinin geri kalmış ülkelere yayılması ve sermaye yoluyla bu ülkelerdeki iktidarları kendisine bağımlı hale getirmesi süreci o ülkelerde kapitalizminin gelişmesi ile sekteye uğramıştır. Yahudi sermayesinin bulunduğu ülkelerde yeni yeni gelişmeye başlayan kapitalizm, Yahudi sermayesini kendi burjuvazisine rakip olarak görmüş ve sermayenin el değiştirmesi politikası doğrultusunda Yahudi sermayesinin tasfiye edilmesi ve kendi burjuvazisine aktarılması için Yahudi karşıtı kampanyalar örgütlemiştir. Bu ülkelerde sadece Yahudi burjuvazisi değil aynı zamanda Yahudi inancına sahip proletarya ve halk da bulunuyordu. Ki bu saldırı ve tasfiye kampanyası, linç ve pogrom saldırıları Yahudi inancına sahip bu kesimleri de doğrudan etkilemiştir.

Yahudi sermayesine karşı başlatılan tasfiyenin ve sermayenin el değiştirmesi saldırısının, Yahudi proletaryasına ve halkına dönük bir linç ve pogrom saldırılarına dönüşmesi ile ortaya çıkan anti-semitizm, Yahudi proletaryasının sosyalizm kapsamında verdiği mücadeleyi de geliştirdi. Burjuvazinin proletaryanın mücadelesini bölmek adına kullandığı anti-semitizm Yahudi burjuvazisi ile Yahudi proletaryası arasındaki çelişmelerin, din ve Siyonizm vasıtasıyla örtülmesini, sınıf savaşımının özünün karartılmasını sağlamıştır.

Bu dönemde, Yahudi proletaryasının bir kısmında, kendi kurtuluşunun ancak bir “Yahudi Devleti”nde olabileceği fikri propaganda edildi. Siyonizm bu fikrin proletarya içinde güçlenmesi için çalıştı. Yahudi burjuvazisi ve küçük burjuvazisi tarafından sürekli diri tutulan bu zemin sayesinde Siyonistler mevcut çelişkilerin örtülmesini fırsat bilerek sermaye güçlerini artırdılar. Bu durum onlar için belli bir zaman diliminde dikensiz gül bahçesi yaratılmasına yaradı.

Siyonist düşüncenin Yahudi proletaryası içinde örgütlemeye çalıştığı ayrı bir devlet kurma politikası, Yahudi proletaryasının özgürlüğünden çok kendi sermayesinin hakim olacağı bir devlet fikri yaratma politikası esasına dayanıyordu. Zira başka ülkelerin kapitalizmine entegre olmak onlar için risk taşıyordu. Dolayısıyla ayrı bir devlet kurma fikri Siyonistler için sermayenin garantisiydi.

Avrupa’da anti-semitizm üzerinden Yahudi sermayesinin nüfuzunu kesmek isteyen bir Avrupa kapitalizminin yanında, Yahudi burjuvazisi de bu anti-semitizmi kullanarak Yahudi proletaryası içinde sömürüsünü sorunsuz bir şekilde sürdürmüştür. Bu durum 19. yüzyıla kadar bu şekilde ilerledi. Avrupa burjuvazisinin gelişimiyle birlikte diğer sermaye güçlerinin (bu arada “Yahudi sermayesi”nin de)  üzerinde tam hakimiyeti sağlamak ve sermaye transferi (el koyma) yapmak için, din etkin bir araç olarak kullanıldı ve Yahudi karşıtlığı bir politika olarak uygulanmaya başladı. Yahudi karşıtlığı kitlelere kurtuluşun yolu olarak propaganda edildi.

Yahudilere yönelik saldırıları artıran bu politikayı takiben katliamlar sürdü ve neticesinde milyonlarca Yahudi Kuzey Amerika’ya göç etti. Bir kısmı ise Ortadoğu’ya göç etti. Ortadoğu coğrafyasında ise bu göç esas olarak Filistin’e gerçekleşti. Yahudi burjuvazisinin Avrupa kapitalizmi içindeki nüfuzunun önüne geçmek isteyen emperyalistler, Siyonistlerin bir devlet kurma politikasını memnuniyetle karşılamış ve onlara Uganda’yı önermişlerdir. Siyonistler bu öneriyi gerçekleştirdikleri 6. Kongrelerinde kabul ederler. Ancak bu karar daha sonra, İngiltere’nin Ortadoğu’ya dönük politikaları içerisine dahil edilerek Filistin merkezli bir İsrail devleti önerisi ile reddedilir. İngiltere bu şekilde hem Siyonizmin nüfuzundan kurtulacak hem de Ortadoğu’da kurmak istediği küçük devletler politikasında kendisine biat edecek bir devlet kuracaktı. Siyonizm’in kanlı tarihi bu biçimde gelişti.

Nakba ve Deir Yassin’den Satilla’ya siyonist katliamlar: Siyonistlerin batılı emperyalistlerin desteğini alarak kuruluşunu ilan ettikleri İsrail devleti bölgede yek bir Yahudi toplumu inşa etmenin çalışmalarına başlamış, sürgüne zorladığı Filistinlilerin yanı sıra kalanları da katletmek için elinden geleni yapmıştır. İsrail devletinin ilanı anlamına gelen Nakba (Fekaket) gününe yaklaşırken katliam eylemleri gerçekleştirilmiştir. Filistin tarihinde yer edinen bu katliamları hatırlatmak siyonizmin kanlı yüzünü göstermek açısından önem arz etmektedir.

Deir Yassin katliamı: 9 Nisan 1948’de Menachim Begin’in organize ettiği saldırı Irgun, İshak Şamir’in yönettiği  Stern çetesi tarafından gerçekleştirildi. Bu çete bugünkü Siyonist ordunun embriyosudur. Kudüs yakınlarındaki Deir Yassin köyüne giren bu çeteler aralarında çocuklarında bulunduğu 254 kişiyi katlettiler. Vahşi bir şekilde gerçekleştirilen bu katliamda çocukların ve kadınların bedenleri parçalandı, erkeklerin başı kesildi. Bu katliamın vahşeti o kadar duyuldu ki çevre köylerdeki Filistinliler bu katliamın aynısının kendi köylerinde de gerçekleşeceği düşüncesiyle ülkeyi terk etti.

Kibya Katliamı: Nakba’nın ardından başlayan direnişler karşısında saldırılarını artıran Siyonistler 1953 yılında Filistinli gerillaların direnişini bastırmak için özel operasyonlar gerçekleştirme kararı aldı. Bu operasyonlar için hazırlanan 101. Birim, daha sonradan Siyonist devletin başkanlığını yapacak olan Ariel Şaron komutasında Kibya köyüne saldırdı. 41 eve dönük bombalı saldırı gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen saldırıda 50’den fazla Filistinli katledildi. Bu birim daha sonra 1954 yılında Ürdün’ün denetiminde olan Nahalin Köyü’ne de saldırarak buradaki 9 Filistinliyi katletti ve onlarcasını da yaraladı.

Kufr Kassem ve Samu Katliamı: İsrail’in Mısır’ı işgalinin arifesinde, 29 Ekim 1956’da, 49 Filistinli köylüyü katletti. Bu katliamı takiben Samu katliamı gerçekleştirildi. Bu katliamda 125 ev, bir okul 39 ve bir klinik tamamıyla yıkıldı. Komşu bir köydeki on beş ev talan edildi. 18  Filistinli katledildi 54 Filistinli yaralandı.

Ürdün Katliamı: 15 Şubat 1968’de Siyonistler Ürdün nehri boyunca on beşten fazla Filistin köyüne ve mülteci kampına saldırarak napalm bombası attı. Bu saldırıda 56 Filistinli katledilirken 82 Filistinli yaralandı. Bu saldırı aynı yıl için 4 Haziran’da tekrarlandı. Irbid şehrini bombalayan Siyonistler, 30 Ürdünlüyü katletti.

Mısır Katliamı: 12 Şubat 1970’te Siyonistler Filistinlilere destek verdiği için Mısır’da katliam gerçekleştirdi. Siyonistlere ait uçaklar Abu Za’abel yakınında bir fabrikayı bombaladılar. Bu saldırıda 70 işçi katledildi, 98 işçi yaralandı. İkinci saldırı ise iki ay sonra gerçekleşti. 8 Nisan’da gerçekleştirilen katliamda en az yetmiş işçiyi öldürüp 98’ini yaraladılar.

Kahire’ye 80 kilometre mesafede Sha’a eyaletindeki Bahr al Baqr okulu uçaklar tarafından bombalandı. Saldırıda 46 çocuk katledildi.

Suriye, Libya ve Beyrut Katliamı: Ortadoğu halklarına dönük saldırının kalesi olarak kurulan ve kollanan Siyonist devlet, 8 Eylül 1972’de Suriye’ye ait yedi köyü bombaladı. Uluslararası kamuoyuna Suriye devletinin Filistinli gerillaları barındırdığını söyleyerek gerçekleştirdiği bu saldırıda 200 kişi katledildi. Aynı bahane ile 19 Şubat 1973’te Sina yarımadasından geçen Libya Havayollarına ait bir sivil uçak düşürüldü ve 107 yolcu katledildi. 20 Temmuz 1981’de Filistinli gerillaların eğitim yaptığı iddiasıyla Beyrut’a dönük hava saldırısı gerçekleştirdi. Bu saldırıda 300 kişi katledildi.

Sabra ve Şatilla katliamı: Beyrut katliamının ardından İsrail 1982’de Beyrut’a girdi. Başkenti işgal eden Siyonistler Sabra ve Şatilla kamplarında katliam gerçekleştirdi. Filistinlilerden oluşan kamp adeta insansız bir hale getirildi. Katliam’da 1000’den fazla kişi katledildi.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu