GüncelMakaleler

SENTEZ | Devrimci zor ve burjuvazinin terör kavramı

"Devrimciler dünyanın neresinde olursa olsun burjuvazinin zoruna karşı zor kullanmışlardır/kullanmaya devam ediyorlar. Bu, meşru ve kaçınılmaz bir durumdur"

Marks, “zor, yeni bir topluma gebe eski toplumun ebesidir” derken tam ve eksiksiz bir şekilde şiddet olmadan burjuvazinin devrilemeyeceğini ifade etmiş oluyor.

Dünyanın hiçbir yerinde burjuvazi kendi iktidarını “barışçıl” yoldan teslim etmemiştir. “Barışçıl bir yol” olarak iktidarların teslim edildiği bir dönemden söz edilecekse bu da sosyalizmden geriye dönüşlerde komünist parti içinde palazlanan yeni burjuvazinin proleter iktidarı adım adım önce revizyonistleştirerek sonra da sosyal faşist ya da sosyal emperyalist bir iktidara dönüştürerek “barışçıl yoldan” gasp etmesidir.

Sosyalizmden geriye dönüşü yaşayan tüm eski sosyalist ülkelerde bu böyle olmuştur. İşçi sınıfı zor kullanarak yıktığı ve büyük bedeller ödeyerek kurduğu proletarya iktidarını “ses” çıkarmadan yeni burjuvaziye teslim etmiştir. Sosyalizmin sorunları ve geriye dönüşlerin yaşandığı tüm ülkeler açısından bu mesele incelemeye değerdir. İktidardaki işçi sınıfı, proletarya diktatörlüğünün elinin altından kayıp gitmesine neden sesiz kalmıştır, neden ayaklanmamış, “rıza göstermiştir”? Bunun ideolojik ve örgütsel nedenleri, tarihi dersler ışığında mutlaka incelenmelidir. Örneğin Çin’de 1966’da Mao Zedung, bu tehlikeyi gören ve kitleleri kapitalist yolculara karşı Büyük Proleter Kültür Devrimi’yle ayaklandıran tek önder olmuştur. Ancak bu, devam ettirilememiş ve 1978’de Mao’nun ölümünden sonra Çin’de de sosyalizmden geriye dönüş olmuştur.

Konumuz bu olmadığı için şimdilik bu kadarla yetinip asıl konumuza; sınıf mücadelesinde zor ve bu zordan burjuvazin ürettiği “terörizm” kavramı üzerinde durmak istiyoruz.

Biz komünistlerin nihai hedefi sömürünün, şiddetin ve savaşların olmadığı bir dünya kurmaktır. Böyle bir dünyayı kurmanın önündeki en büyük engel ise kapitalist- emperyalist sistemdir. Dünyanın her karış toprağında hakim olan emperyalist kapitalistler ve onların yerli uşakları sahip oldukları bu dünyayı zor kullanarak korumaktadırlar. Kapitalist, emperyalist, gerici ve faşist ülkelerde burjuvazi, kendi iktidarını zor olmadan koruyamıyor. Polis, ordu, mahkemeler ve hapishaneler vb. karşı devrimin zor aygıtları emekçi sınıflar üzerinde sürekli bir devlet terörü olarak bulunmaktadır.

Kapitalist ülkelerde demokrasi her zaman göreceli olmuştur. Burjuvazi yarı-sömürgelerinden elde ettiği kârdan kitlelere bir miktar sus payı verip, buna bir de “demokrasi” yaftası asarak toplumun verilenle yetinerek devlete biat edip, yaşamasını istemektedir. Kitleler başkaldırdığında ise devletin zoru gecikmeden devreye girmektedir.

Kapitalist-emperyalist, gerici ve faşist ülkelerde patlak veren her kriz döneminde ve sonrasında, artan işsizlik ve yoksulluğa karşı işçi sınıfının, halk kitlelerinin düzene başkaldırmasıyla burjuvazi kendi “zor”unu uygulamaktan geri kalmaz. Devlet terörü, toplumu her yönden sarmalayarak başkaldırı ve hak arama eylemleri şiddetle bastırılır.

Çok uzağa gitmeye gerek yok; 2008 krizinden bu yana en “demokratik” görünen ülkelerde devlet şiddetinin/terörünün yol açtığı sonuçlar bilinmektedir. ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’da grev ve hak arama eylemlerine yapılan saldırılarda onlarca insan hayatını kaybetti. Fransa’da Sarı Yelekliler’in eylemleri yasaklandı. Almanya’da polise tanınan yeni yetkilerle gösterilerin yasaklanması, polisin şiddet uygulaması yasal hale getirildi ve buna yenileri eklenerek devlet terörü yasallaştırıldı.

 

Savaşlar ancak devrimci savaşla önlenir!

Emperyalistler yeni pazarlar elde etmek için bölgesel savaşlar çıkartmakta, gerçekleştirdikleri işgallerde, yaptıkları saldırılarda (emperyalist terörle) milyonlarca insanı katletmekteler. En büyük şiddet ve terör emperyalist saldırganlar tarafından uygulanmıştır.

ABD Vietnam’ı işgal ettiğinde emperyalist işgale karşı ulusal kurtuluş savaşında yüz binlerce Vietnamlı katledildi. Fransa, Cezayir’i işgal ettiğinde binlerce Cezayirliyi kurşuna dizdi.

Yakın tarihte baktığımızda çok daha acımasız emperyalist katliam ve şiddete tanık olduk/olmaya devam ediyoruz. ABD’nin Irak işgalinde yüz binlerce Iraklı, ABD askerlerinin terör ve şiddeti sonucu hayatını kaybetti. Suriye iç savaşında, yüz binlerce Suriyeli hayatını kaybederken, binlerce Kürt, TC devletinin terör ve şiddeti sonucu katledildi/yerlerinden edildi.

Türk devleti Şengal ve Rojava’da uyguladığı şiddet sonucu yüzlerce Kürdü katletti. Bu saldırılar ülke içinde (Türkiye’de) de devlet terörü olarak acımasızca sürdürülmektedir. Kürtlere uygulanan devlet terörü ile ulusal soykırım uygulanıyor. TC faşizmi bu şiddeti süreklileştirdiği faşizmle uyguluyor. İşçi sınıfı, kadınlar, LGBTİ+lar ve gençlere uygulanan şiddet devam ediyor.

Komünist Manifesto’daki “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir” belirlemesi yukarıda dile getirdiklerimizin özeti niteliğindedir. Savaş (şiddet), politikanın başka araçlarla devamıdır. Burjuvazi açısından da karşı devrimci politika savaşlarla sürdürülmektedir. Proletarya ve birleşikleri açısından da politika, devrimci zoru ifade eder. Komünistler için devrimci zor kaçınılmazdır. Bu çok istediğimiz için değil, burjuvazinin şiddetine karşı koymak ve iktidarı zor yoluyla alma zorunluluğundan ileri gelmektedir. Bu aynı zamanda tüm savaşların yine devrimci zorla sona erdirilmesi ve tarihin çöplüğüne atılarak bir daha geri gelmemek üzere yok edilmesidir.

Devrimci zor, her ülkenin kendi koşulları içinde farklı biçimler alabilir. Paris Komünü’nde devrimci zor, barikat savaşları; Ekim Devrimi’nde kitle ayaklanması; II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda partizan savaşları ve gerilla savaşı biçimlerini alan devrimci zor, 21. yy’da da aynı içerik ve çeşitli biçimlerde devam etmektedir.

Bugün dünyanın savaş ve çatışma olmayan bölgesi yok gibidir. Dünya, savaş ve çatışmalarla kaynıyor. Emperyalistlerin işgal ettikleri her yerde direniş var. Ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları, kapitalist emperyalist burjuvazinin şiddetine karşı, devrimci direnişle (zor biçimiyle) karşılanıyor.

 

Gerçek terörist emperyalist kapitalistlerdir!

“Terör” kavramı burjuvazi tarafında zihinlerde “korku, dehşet, şiddet” olarak yaratılmıştır. Bu, burjuvazi tarafından bilerek ve bilinçli olarak kullanılmaktadır. Burjuvazi terör söylemiyle ezilen mazlum halkları ve komünist partileri amaçsız olarak göstererek kendi baskı ve şiddetini “terör yaftasının arkasına sığınarak gizlemeye çalışıyorlar.

“Terör” kavramının ilk olarak telaffuz edilmesi Fransız Devrimi sonrasına denk gelir. Devrim sonrasında bu kavram, 1793-94 yıllarındaki devlet şiddetini tanımlamak için kullanılmıştır. İlk olarak burjuva devletin şiddetini ifade etmek için kullanılmasına karşılık, “dışlayıcı” bir ifade olarak kullanılan terör kavramı, 1920-1930’lardan itibaren parça parça kimi bireysel (siyasal hedefi olmayan) şiddet eylemleri için kullanılırken; kavram, günümüzdeki tanımına yakın bir anlamını 1970’lerden sonra buluyor. Özellikle ’70 ve ’80’li yıllardan itibaren devletler, muhalif ulusal kurtuluş hareketlerini (devrimci ve komünist hareketleri y.n.) terörist organizasyonlar ve gruplar olarak tanımlıyor. (Dr. Ayhan Işık.)

Emperyalistler, her ne kadar terör kavramını şiddeti meşrulaştırmak için kullansalar da gerçek yüzlerini bir türlü gizleyemiyorlar. Afganistan buna son örnektir. ABD ülkeyi işgal ettiğinde gerekçesi “Usame Bin Laden’in Taliban tarafından kendilerine teslim edilmesi” idi. Bunun sadece bir bahane olduğu Usame Bin Laden’in ABD tarafından bir operasyonla öldürülmesinden sonra daha net olarak anlaşıldı. ABD’nin asıl amacının Afganistan’ı işgal etmek olduğu biliniyordu. 20 yıl sonra ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile bu gerçek tam ve net olarak bir kez daha anlaşılmış oldu.

ABD, Rus sosyal emperyalizminin Afganistan’ı işgali döneminde Taliban’ın öncüsü Mücahitlerle işbirliği yapmış ve onları RSE’ye karşı kullanmıştı. Afganistan işgal ettikten sonra Taliban, birdenbire “terör” örgütü oldu. “Cani ve barbar olan Taliban’ı yok edip, Afganistan’a özgürlük götürecekleri”nin propagandasını yapan ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere 20 yıldır bitiremedikleri bu terör örgütüne Afganistan’ı teslim edip geri çekildiler. Yeniden Afganistan’a girip bu ülkeyi kendi pazar alanına dönüştürmek için, Taliban’ın artık terör örgüt olmadığının propagandasını yapan bu güçler, Taliban’ın diyalog kurulması gereken “meşru bir güç” olarak Afganistan’ı yönetebileceğini kabul etmişlerdir. Bununla da kalınmadı; ABD başkanı J. Biden, Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron ve Almanya Başbakanı A. Merkel, arka arkaya Taliban propagandası yapıp durmaktadırlar. Emperyalist ülkelerde TV’ler düzenledikleri tartışma programlarında Taliban’a güzellemeler yaparak kendi kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor. Amaç, kitlelerin bu ülke askerlerinin 20 yıldır Afganistan’da ne işleri olduğunu sormalarının önüne geçmektir.

Emperyalistlerin “terör” belirlemesi sadece Afganistan’la da sınırlı değildir. Yakın tarihte Filistin, Güney Afrika ve daha yakın bir tarih olarak Libya’daki İslami hareketler emperyalistlerce “terör” örgütleri olarak görülüyordu. Yaser Arafat yıllarca “terör örgütü lideri” olarak yaftalandı. Keza N. Mandela, 22 yıl “terörist” olduğu gerekçesiyle hapiste tutuldu. Ancak hem Arafat hem de Mandela öldüklerinde cenaze törenlerine koşan yine bu emperyalist şer odaklarının devlet ve hükümet temsilcileri oldu. Mandela’nın kendi halkı tarafından devlet başkanı yapılması, Filistin davasının haklılığının tüm dünya da kabul görmesi ile dize gelen emperyalistler, bu örgütlerin temsilcilerini ve sonradan devlet başkanı olan insanları meşru temsilciler olarak kabul etmek zorunda kaldılar.

Emperyalistler sahte olarak ürettikleri “teröre karşı mücadele”yi sadece işgaller yaparak, savaşlar çıkartarak, katliamlar yaparak vermiyorlar. Kendi ülkelerinde gelişen sınıf mücadelesinin önünü kesmek için, çıkardıkları yasalarla “teröre karşı” mücadele adı altında devrimci ve komünist örgütleri ezip yok etmek istiyorlar. ABD, Fransa, Almanya, İngiltere, Rusya, Japonya vb. tüm ülkelerde “terör yasaları” en ağır biçimde uygulanmaktadır.

11 Eylül saldırısı sonrası emperyalist ülke hükümetlerinin üzerinde anlaştıkları en önemli konulardan biri de “anti-terör yasalarının” yürürlüğe sokulması oldu. Bu yasa, polise geniş yetkiler tanıyan bir içeriğe kavuşturuldu. İstinasız tüm ülkelerde polis istediği zaman ev ve iş yerlerine izinsiz baskınlar düzenleme, kişilerin mali gelirlerini kontrol altına alma, internet erişimine yasak getirerek yazışmaları izleme, yargılamaları kolaylaştıran yasalarla ceza yasaları defalarca değiştirilip genişletildi.

Alman emperyalizmi en sert terör yasaları ile bilinen ülkelerden biridir. RAF üyelerinin 1983 yılında hapishanedeki kadrolarının bir gecede nasıl infaz edildiği hala hafızalardadır. Almanya’da 129/a ve 129/b yasası yerli ve göçmen devrimci ve ilerici örgüt ve kişilere uygulanan en ağır ceza maddeleri olarak hala yürürlüktedir. 129/b ceza yasasıyla Türkiyeli ve Kürdistanlı onlarca devrimci ve yurtsever yargılanmış ve yüzlerce yıl cezalara çarpıtıldılar.

İtalya’da “terör yasına” dayanılarak Kızıl Tugaylar örgütü üyelerinin en ağır şekilde hapishanelerde tutulduğu, yıllarca izolasyona tabi tutularak toplumdan tecrit edildiği bilinmektedir. Ev hapsi ve göçmenlerin kolayca sınır dışı edilmesi yasalarla genişletildi. Yunanistan’da 17 Kasım örgütü üyeleri, yıllarca hapishanelerde izolasyona tabi tutuldular. Hala içeride tutulan 17 Kasım örgütü üyelerinin bazıları aileleriyle dahi görüştürülmüyor. İspanya’da ETA örgütünün bağımsızlık savaşı verdiği yıllarda, görüldükleri yerde infaz edilmeleri, yakalananların yıllarca hapishanede izolasyona tabi tutularak toplumdan tecrit edildikleri yakın tarihin bıraktığı izler olarak hafızalarda yerini korumaktadır. Fransa terör yasasının en ağır uygulandığı bir diğer ülke olarak, göçmen devrimci ve ilerici örgütlere karşı ağır cezalar veren ülkelerin başında geliyor.

Ülke içinde grev ve gösterilerde acımasız davranan Fransa polisine verilen yeni yetkiler genişleyerek devam ediyor. Onlarca eski ETA üyesi Fransız hapishanelerin de izolasyona tabi tutulmaya devam ediliyor. Fransa’da 1986’dan bu yana “terörle mücadele”yi kapsayan İç Güvenlik Kanunu’nu güçlendirmek amacıyla 20’den fazla yeni yasa kabul edildi. İsviçre, doğrudan demokrasiyle övündüğü kadar, devrimci ve ilerici örgütleri izleme, faaliyetlerine sınırlama getirme de bir o kadar anti-demokratik bir ülke konumundadır. Öyle ki, İsviçre terör yasası adı altında ceza yasaları 12 yaşındaki çocuklar için bile geçerlidir.

Hakim sınıfların terör yalanına karşı devrimci şiddet meşrudur!

Peru, Hindistan ve Filipinler’de sınıf mücadelesinin bastırılmasında terör yasalarına dayanılarak binlerce devrimci ve komünist katledildi. Hindistan hükümetinin hala devam eden “Yeşil Av” operasyonlarında onlarca Hindistanlı komünist ve kabile üyesi katledildi.

Faşist iktidarlarla açık bir savaşın olduğu ülkelerde terör kisvesiyle en ağır cezalar uygulanmakta, yargısız infazlarda yüzlerce insan katledilmektedir. Türkiye bu ülkelerin başında geliyor. Ulusal ve sınıfsal mücadelenin en keskin ülkelerinden biri olan Türkiye’de, başa gelen her hükümet mücadeleyi bastırmak için onlarca kez “Terörle Mücadele” kanunları çıkartmıştır.

12 Eylül öncesi devrimci ve komünistlerin 141 ve 142 diye anılan ceza maddesiyle yargılanmaları en bilinen ceza yasalarıydı. Bu iki madde sonradan değiştirilerek genel bir “Terörle Mücadele Kanunu”na dönüştürülerek en ağır cezaların uygulandığı yasalara çevrildi. 1990’dan 2000 yılına kadar 17 bin devrimci ve Kürt yurtsever kaçırılıp katledilmiş, yaklaşık beş milyon Kürt köylüsü göçe zorlanmış ve binlerce insan hapishanelere doldurularak esir olarak tutulmaktadır.

2001 yılından bu yana iktidarda olan AKP hükümeti, defalarca değiştirdiği “terör yasası”yla en ağır cezaları yürürlüğe koyarak, oluşturdukları özel tim, koruyucu ve paramiliter güçlerle yüzlerce devrimciyi katletti. Esir alınanlara ise en ağır cezalar verilmektedir.

Devrimciler dünyanın neresinde olursa olsun burjuvazinin zoruna karşı zor kullanmışlardır/kullanmaya devam ediyorlar. Bu, meşru ve kaçınılmaz bir durumdur. Burjuvazi kitleleri yanıltmak ve kendi terörünü meşrulaştırmak için devrimci ve komünist örgütleri sadece “korku ve şiddet” uygulayan örgütlermiş gibi gösterse de devrimci zorun artık meşru bir karşı koyuş olduğu gerçeği, kitlelerde kabul edilir bir düzeye gelmiştir. Bunu tüm emperyalist burjuva devletler ve onların kuklası faşist yönetimler gayet iyi biliyorlar.

Ezen ve ezilenler arasında mücadele sürdüğü müddetçe devrimci zor meşru bir yol olarak devam edecektir!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu