DünyaGüncel

ÇEVİRİ-RÖPORTAJ | “Bu Savaşta Hakikati Kaybetmeyelim”

"Terörizm ve "aşırı solculuk" gerici egemen sınıflar tarafından halkın geneline yönelik faşist saldırılarını arttırmak için bir bahane olarak kullanılmaktadır. Bu, gerici yöneticiler için emperyalist dikte, halk karşıtı, piyasa köktencisi politikalarını isteksiz bir halka dayatmak için gereklidir"

Yazının orijinaline editörün önsözü:

Andhra Pradesh Polisi tarafından öldürülen Cherukuri Rajkumar nam-ı diğer Azad, yetmişli yılların sonunda yüksek lisans eğitimi aldığı Warangal Bölgesel Mühendislik Koleji’nin parlak bir öğrencisiydi. Olağanüstü Hal sonrasında Andhra Pradesh Radikal Öğrenci Birliği’ne liderlik etmiştir. Daha sonra yeraltına çekildi ve 30 yılı aşkın bir süredir siyasi ve örgütsel sorumluluklarla ilgileniyordu. HKP (Maoist) Merkez Komitesi ve Siyasi Büro üyesiydi ve partinin sözcüsü olarak görev yapıyordu.

Öldürülen Maoist lideri anarken, Azad’ın 19 Ekim 2009 tarihinde Maoist Enformasyon Bülteni’ne verdiği ve daha sonra Mainstream Weekly’de yayınlanmak üzere bize gönderdiği röportajdan alıntıları burada yeniden yayınlıyoruz. Röportajın tamamı bu derginin Cumhuriyet Bayramı Özel sayısında (30 Ocak 2010) yayınlanmıştır.

 

Soru: Manmohan Singh ve Chidambaram (dönemin başbakanı ve içişleri bakanı), Maoistlere silah bırakmaları halinde görüşmelere oturmaya hazır oldukları yönünde defalarca çağrıda bulundular. Bu çağrıya nasıl yanıt veriyorsunuz?

Azad: Bunun sadece böylesi fikirsiz beyinlerin düşünebileceği saçma bir öneri olduğunu söyleyebilirim. Bu öneri ancak bu adamların ya Maoist hareketi ortaya çıkaran tarihsel ve sosyo-ekonomik faktörlerden tamamen habersiz olduklarını ya da sosyo-ekonomik nedenlere dayanan bir hareketi bastırabileceklerini hayal edecek kadar sahip oldukları kaba güçle sarhoş olduklarını göstermektedir. Hindistan’ın siyasi dümeninde bu tür adamlar varken, bu sistemi reddeden ve devrimci bir alternatifi tercih eden Hint halkının geniş kitleleri için sadece korkunç bir trajedi öngörülebilir.

Manmohan ve Chidambaram ve onların düşünce kuruluşlarındaki tüm beyinler, Maoistlerin başını çektiği halkın önemli bir kesiminin neden silaha sarıldığını anlamalıdır. Düşünme kapasitesine sahip herhangi biri Maoistlerin Hindistan toplumunun karşı karşıya olduğu sorunlara bir çözüm bulmadan sadece silah bırakmak için silaha sarıldıklarını hayal edebilir mi? Manmohan ve Chidambaram, silahlı mücadelemizin temelini oluşturan asıl meselelere değinmeden görüşme önerisi sunarak bize iyilik yaptıklarını düşünüyorlarsa, sadece bir aptal cennetinde yaşıyorlar demektir. Hükümetin en yüksek makamlarını işgal eden bu kişiler bunları bilmiyor değiller. Onlar sadece barıştan yana olduklarını ve Maoistlerin uzlaşmaz, görüşmelere oturmaya isteksiz olduklarını iddia etmek istiyorlar. Eğer devlet terörizminin bu temsilcileri gerçekten görüşmelere oturmak istiyorlarsa, o zaman hepsi de bu terörist beyefendilerin üzerine yemin ettikleri Anayasa’nın kapsamına giren çeşitli koşulları yerine getirmek zorundadırlar.

 

Soru: Bu koşullar nelerdir?

Azad: Ben de tam konuya geliyordum. Maoistlere ve Maoistleri desteklediğinden şüphelenilen kişilere yönelik yasadışı kaçırma eylemlerini durdurmalıdırlar. Silahsız insanlara yönelik işkence ve cinayetlere derhal son vermeli, sözde güvenlik güçlerine Maoistlerin hakim olduğu bölgelerde kadınlara tecavüz etmekten vazgeçmeleri talimatını vermeli, halkın mallarını tahrip etme ve Adivasi (yerli halk, kabileler) köylerini yakma politikalarından vazgeçmelidirler.

Polis ve paramiliter kamplarını okul binalarından, köy konseyi binalarından ve iç bölgelerden çekerek halka güvenlik duygusu aşılamalıdırlar. Salwa Judum, Sendra, Gram Suraksha Samiti, Nagarik Suraksha Samiti, Shanti Sena ve çeşitli Kobra ve Kaplan türleri gibi devlet destekli silahlı kanunsuz çeteleri dağıtmalıdırlar çünkü tüm bu kana susamış çeteler polis üst düzey yöneticileri ve siyasi liderler tarafından anayasaya aykırı olarak kurulmuştur. Polis, Merkezi Yedek Polis Gücü (Polis Özel Harekat), diğer Merkezi güçler ve kanunsuz çetelerin Maoistlere ve genel olarak halka yönelik insanlık dışı zulümlerini araştırmak üzere tarafsız bir adli soruşturma komisyonu kurulmalı ve soruşturmalar temelinde suçlular yasalara göre cezalandırılmalıdır.

Maoist oldukları ya da Maoistlere yardım ettikleri şüphesiyle tutuklanan tüm siyasi mahkumlar koşulsuz olarak serbest bırakılmalıdır. Yasadışı Faaliyetleri Önleme Yasası, Chhattisgarh Özel Yetkiler Yasası vb. gibi tüm acımasız yasaları ve eylemleri yürürlükten kaldırmalıdırlar. Köylerinden sürülen Adivasilerin rehabilitasyonu adına hükümet tarafından organize edilen toplama kamplarını dağıtmalı, Salwa Judum çeteleri ve Özel Harekat-polis kombinasyonu tarafından zorla yerlerinden edilen yüz binden fazla Adivasi’ye yeterli tazminat ödemelidirler. Aynı şekilde, devlet ve devlet destekli terörün kurbanı olan, yani öldürülen, sakat bırakılan, tecavüze uğrayan ve zihinsel travma durumuna itilen herkese yeterli tazminat ödenmelidir. Tüm bu önlemler aracılığıyla, görüşme tekliflerini sunmadan önce tüm bu bölgelerde elverişli bir demokratik atmosfer yaratmalıdırlar.

Sosyo-ekonomik meselelere gelince, ister Salboni (Batı Bengal), Kathikund (Jharkhand), Lohandiguda, Pallamad, Bodhghat (hepsi Chhattisgarh’da), Niyamgiri (Orissa) ve başka yerlerde olsun, yerli halkın topraklarının ellerinden alındığı her yerde kendilerine geri verilmelidir. Kabile halkının yerinden edilmesine ve yaşam biçimlerinin tahrip edilmesine yol açan madencilik ve diğer sözde kalkınma projeleri derhal feshedilmelidir. Vedanta gibi emperyalist çok uluslu şirketler ve Tatas, Mittals, Essar, Jindal vb. büyük iş haneleri ile imzalanan tüm mutabakat sözleşmeleri iptal edilmelidir. Vicdansız toprak ağaları, Adivasi (yerli halk) olmayanlar ve hükümet tarafından aşiretlerin elinden alınan topraklar gerçek sahiplerine iade edilmelidir. Bu talepler kulağa ütopik ve devrimci gelebilir ancak bunlarda olağanüstü bir şey yok. Bunların çoğu Hindistan Anayasası’nın kapsamına girerken, diğerleri de görüşmeler için elverişli bir ortam yaratmak için gereklidir.

Bunlar yerine getirilirse, ülkemizin gerçek gelişimini engelleyen daha derin meseleleri tartışmak üzere görüşmeler yapılması düşünülebilir.

Soru: Söyledikleriniz Manmohan ve Chidambaram tarafından asla kabul edilmeyecektir çünkü bu kendi sınıf çıkarlarına ihanet etmek anlamına gelir. Dolayısıyla, bu tür önkoşullar olmaksızın silah bırakarak güçlerinizi devlet merkezinin acımasız saldırısından kurtarabileceğinizi düşünmüyor musunuz?

Azad: Biliyoruz ki, gerçek toplumsal tabanı Hindistan nüfusunun ancak yüzde beşini oluşturan egemen sınıfların bu iflah olmaz temsilcileri, nüfusun geri kalan yüzde 95’inin çıkarlarını asla düşünemezler. Halk ayaklanıp muazzam bir baskı oluşturmadıkça ya da kendi polis ve diğer silahlı kuvvetlerinde isyanlar patlak vermedikçe bu anayasal talepleri bile kabul etmeyeceklerdir…

 Soru: Sri Lanka’da olduğu gibi dünyanın pek çok yerinde silahlı ulusal kurtuluş hareketlerinin son zamanlarda yaşadığı ciddi gerilemeleri göz önünde bulundurduğunuzda, güçlü Hint devletiyle nasıl yüzleşebileceğinizi ve başarılı olabileceğinizi düşünüyorsunuz?

Azad: Her savaşın kendine özgü, spesifik özellikleri vardır. Sri Lanka’da Tamil İlam Kurtuluş Kaplanları tarafından yürütülen savaş, Parti Sekreterimiz Yoldaş Ganapathi’nin yakın zamanda verdiği bir röportajda canlı bir şekilde açıkladığı çeşitli hatalar nedeniyle ciddi bir gerileme yaşadı. Birkaç yüz kilometrekarelik bir alana yayılmış geniş bir bölgede proletarya önderliğinde yürütülen bir halk savaşını, proleter olmayan bir önderlik tarafından kabaca Hindistan’daki büyük bir ilçe büyüklüğünde küçük bir alanda yürütülen bir savaşla karşılaştıramazsınız. Dahası, yürüttüğümüz halk savaşı Maoist gerilla savaşı ilkelerine dayanmaktadır.

Savaşımızda belirleyici bir aşamaya ulaşana kadar, gerektiğinde hava bombardımanına başvurması muhtemel üstün bir güce karşı küçük bir alanda mevzi savaşı vermeyeceğiz. Gerilla savaşı ilkelerine uygun şekilde bağlı kalarak en güçlü düşmanla savaşabiliriz. Düşmanı, bizi kışkırttığı zaman ve yerde değil, bizim için uygun olduğu zaman ve yerde vuracağız. Hava devriyeleri, halkın arasına karışan veya sürekli hareket halinde olan gerillaların yerini tespit edemez. Hava sortileri de yanlış hedeflere, bazen de kendi adamlarına düşebilir (gülümsüyor). Bu Irak ve Afganistan’da birkaç kez yaşandı. Savaş kıyafetlerimizi bile değiştireceğiz ve sivil kıyafetlerle hareket edeceğiz. Bu yöntemlere bağlı kalırsak düşmanın bizi hedef alması imkansız olacaktır. Sadece sivilleri öldürecek ve gerilla ordumuza daha fazla asker kazandırmamıza yardımcı olacaktır. Salwa Judum’un (paramiliter bir yapı) yaptığı da buydu. Salwa Judum sayesinde gerilla ordumuz hızla genişledi…

Baskı direnişi doğurur. Chidambaram’ın adamları insanları terörize etmeye, öldürmeye, işkence etmeye, tecavüz etmeye ve adivasi bölgelerinde kargaşa yaratmaya devam ettikçe, kitlelerin silahlı direnişi daha yoğun ve kapsamlı olacak ve ordumuz daha güçlü hale gelecektir. Tarihsel gelişimin mantığı budur. Dolayısıyla, düşmanın beyaz terörünün yarattığı durumu, her zamankinden çok daha geniş ve kapsamlı bir silahlı direniş örgütlemek için kullanacağız. Daha önce de söylediğim gibi, biz halkın arasında yaşıyoruz ve eğer düşman tüm nüfusu yok ederse, düşmana boyun eğmektense onlarla birlikte ölmeye hazırız.

Tarihi yapanlar halktır, George Bush, Manmohan Singh ya da Chidambaram değil. Milyonlarca çaresiz insanın cesetlerini avlayan bu akbabalar, ülke genelinde ortaya çıkan halk isyanları tsunamisi tarafından silinip gidecektir.

 

Soru: O zaman ön koşul olarak silah bırakarak hükümetle görüşmeye hiç hazır olmayacak mısınız?

Azad: Asla, rüyalarımızda bile böyle bir adımı düşünemeyiz. Bizler insanların haklarını savunmak ve her türlü sömürü ve baskıdan kurtulmalarını sağlamak için silaha sarıldık. Silah bırakmak halkın çıkarlarına ihanet etmek anlamına gelir.

Düşmanın bu acımasız saldırısında bazı güçlerimizi kaybedebiliriz. Ancak halk savaşı başladığında sadece bir avuç kararlı kadroya sahip olduğumuzu unutmamalısınız. Bugün tüm Hindistan’ı kapsayan kitlesel bir Parti haline geldik ve Hindistan’daki devrimci hareketin tarihinde ilk kez bir halk ordusuna sahibiz. Bazı güçlerimizi kaybetsek bile, şu anda Andhra Pradesh’te yaptığımız gibi hareketi yeniden inşa edeceğiz. Yeraltındaki özenli çalışmalarımızın sonuçlarını yakın gelecekte göreceksiniz…

 

Soru: Hükümet Maoistler tarafından kontrol edilen bölgeler üzerinde otoritesini tesis etmek istiyor. Chidambaram, Maoistlerin kontrolündeki başlıca bölgelerde bir temizle-tut, kontrol et-geliştir ya da alan hakimiyeti politikasından bahsediyor. Onun iddiasına göre Maoistlerden toprak geri alınmadan kalkınma olamaz. Bu politikaya nasıl karşı koyuyorsunuz?

Azad: Daha geniş bir alanda etkimiz olmasına rağmen, fiili kontrolümüz ülkemizin geniş coğrafi alanıyla kıyaslandığında küçük bir alanla sınırlıdır. Ve bu alan gerçek bir gelişmeye tanıklık ediyor… Sömürücü sınıflar ülkenin coğrafi alanının yüzde 90’ından fazlası üzerinde mutlak kontrole sahiptir. Eğer sözde reformlarıyla kitlelere ulaşmak istiyorlarsa, bunu yapmalarını kim engelliyor? Mutlak kontrolleri altındaki bu geniş bölgelerdeki yoksulların yakıcı sorunlarına eğilmek yerine Maoistlerden toprak geri almaktan bahsediyorlar.

Arama-temizleme operasyonlarına ya da taramalara karşı bu temizle-tut politikası, 1950’ler ve 1960’larda İngiliz emperyalistlerinin Malaya’da ve Amerikan emperyalistlerinin Vietnam’da izlediği politikanın karbon kopyasıdır. Bu politika Robert Thompson tarafından “Defeating Communist Insurgency” (Komünist İsyanı Yenmek) adlı kitabında uzun uzun anlatılmıştır. Temizle-tut politikasının ikili amacı isyancıları öldürmek ve altyapılarını yok etmektir. Devlet otoritesini ve kontrolünü yeniden tesis etmenin kilit unsuru stratejik mezra programıdır. Düşman, gerilla üslerine ve bölgelerine yapılan kısa süreli baskınların, ne kadar büyük çaplı olursa olsun, kalıcı sonuçlar getirmeyeceğini ve devrimcilerin yeniden toparlanabileceğini anlamıştır. Bu nedenle, stratejik mezra yaratmanın anahtar olduğu temizle-tut operasyonlarına giderek daha fazla vurgu yapılmaktadır. Düşmanın temel askeri stratejisi, mümkün olduğunca çok sayıda kuvvetini gerillalarla aynı operasyon alanında konuşlandırmaktır. Ve stratejik mezra, gerillaların halktan fiziksel ve siyasi olarak izole edilmesini sağladığı için devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesinin ön koşuludur. Thompson’ın Lalgarh’tan başlayarak Chidambaram ve arkadaşları tarafından izlenen bu politikasının temel ilkelerine bakalım…

Vietnam örneği, Thompson tarafından öne sürülen temizle ve tut politikasının tamamen başarısız olduğunun klasik bir örneğidir. Sadece iki yıl içinde 8000 stratejik mezra kurulmuş olmasına rağmen, düşman bunları koruyamamış ya da Vietkong’un etkisinden izole edememiştir ve bunların birçoğu gerillalar tarafından yeniden ele geçirilmiş ya da düşman kuvvetlerine karşı operasyonlarında kullanılmıştır.

Akılda tutulması gereken en önemli şey şudur: Gerilla savaşı tam olarak vurup kaçmak, yani düşmanı savunmasız olduğu yerden vurmak, düşmanı her gün taciz etmek, ikmalini kesmek, düşman kuvvetleri arasında istikrarsızlık ve güvensizlik duygusu yaratmak, onları parça parça yok etmek ve sonunda bölgeden atmak için geliştirilmiştir. Bu nedenle düşman iç bölgelerde polis ve ordu kampları kurmak isterse uzun süre dayanamaz. Partinin silahlı kanadı ve halk milislerimizin sürekli saldırısı ve tacizi altında kalacaktır. Düşman, sıtmanın kol gezdiği, su kıtlığının yaşandığı, yaşanması zor bu bölgelerde halkın desteği ya da işbirliği olmadan ne kadar kalabilir? Eninde sonunda bu paralı askerler için bir mezarlığa dönüşecektir.

Kısa bir süre içerisinde bu baskıcı güçlerde moral bozukluğu ve firar olacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Chidambaram’ın bu firarlarla nasıl başa çıkacağını ve kuvvetlerinin moralini yükseltmek için ne gibi önlemler alacağını görmek için beklemek zorundayız. Silahlı güçlerinin moralini ancak Raman Singh ve Vishwa Ranjan, Singaram, Tongapal, Singanamadugu vb. yerlerde olduğu gibi silahsız adivasilere yönelik katliamlar gerçekleştirerek ve “cesur güçleri” tarafından çok sayıda Maoistin öldürüldüğünü iddia ederek yükseltmektedir.

Chidambaram’ın da bu yoldan gitmesi ve böylece bize daha fazla asker göndermesi gerekiyor. Ve güçleri ne kadar çok bölgeyi “yeniden ele geçirmeye” çalışırsa, sonu gelmeyen bir iç savaşta o kadar derine batacaklardır. Chidambaram’ın şu anda Maoist bölgelerde konuşlandırdığı yüz küsur kuvvet, tüm bölgenin bir kısmını bile kontrol edemiyor. Devlet terörünü yayan bu güçler – CRPF, BSF, EFR, IRB, CISF, ITBP, NSG, COBRA’lar ve çeşitli anti-Naxal özel kuvvetleri ve Tazılar, STF, SOG, C-60 gibi elit komandolar, Salwa Judum, Sendra, TPC, JPC, NSS, Shanti Sena, Kaplanlar ve Kobralar gibi devlet destekli terörist çeteleri, halk savaşının bataklığına daha da saplanacak ve daha da derinlere çekilecektir. Chidambaram kanlı katliamlar yaparak sözde kırmızı koridoru Adivasilerin ve Maoist devrimcilerin kanıyla tam anlamıyla kırmızı bir koridora dönüştürse bile bu hayalini asla gerçekleştiremeyecektir.

Gerici yöneticiler hiçbir bölgeyi ne ele geçirebilir, ne kontrol edebilir ne de kalkındırabilir, ancak binlerce masum Adivasinin ölümüne ve kendi güçlerinin çok sayıda kaybına neden olacak bir yıpratma savaşına gireceklerdir. Köyleri ancak devrim öncesi Çin’deki gerici muadilleri Çan Kay Şek’in izlediği gibi “herkesi öldür, herkesi yak, herkesi yok et” politikasıyla yok edebilirler. Bu paralı askerler ne kadar çok yıkım ve tahribata yol açarsa, halk ordumuz o kadar hızlı büyüyecek ve gerilla savaşımız ülkenin daha geniş bölgelerine yayılacaktır.

Salwa Judum sayesinde savaşımız aksi takdirde yirmi yılda elde edeceği başarıyı dört yılda elde etti. Şimdi Chidambaram sayesinde savaşımız daha geniş alanlara yayılacak, daha geniş kitleleri harekete geçirecek, yeni bir ivme kazanacak ve yeni bir dinamizm kazanacaktır. Her paralı baskıcı güç, doğası gereği ve isyancıların elindeki bölgelerde güvensizlik duygusuyla, insanları öldürmeye ve mülklerini tahrip etmeye başlayacaktır. En güçlü ordular bile Irak ve Afganistan’da bunu yapıyor ve halktan hızla uzaklaşıyor.

Soru: Ancak İçişleri Bakanı, hükümetin “hukukun üstünlüğünü” tesis etmekle yükümlü olduğunu söyledi.

Azad: “Hukukun üstünlüğü”, ha! İçişleri Bakanı bu konuda ciddi mi? Eğer öyleyse, neden polisinin ve ordusunun insanları kaçırmasına, günlerce yasadışı olarak gözaltında tutmasına, gizli işkence odalarında en vahşi şekilde işkence yapmasına ve öldürmesine izin veriyor? Andhra Pradesh eyaletinde Güney Hindistan Bankası’nın Merkez Komite üyemiz Yoldaş Patel Sudhakar’ı kaçırmasına, işkence etmesine ve öldürmesine neden izin verdi? Neden adamlarından, Yoldaş Kobad Ghandy’nin tutuklanmasının ardından 24 saat içinde mahkemeye çıkarılmasını istemedi ve bunun yerine onu dört gün boyunca yasadışı gözaltında tuttu?

Chidambaram, Kobad’ın 20 Eylül’de tutuklandığını ve 24 saat içinde mahkemeye çıkarıldığını açıklayarak ne kadar büyük bir yalancı olduğunu ortaya koydu. Daha on gün önce, iki yoldaşımız Ravi Sharma ve Anuradha Jharkhand’dan tutuklanmış, ancak polis haberin medyada yer almasına ve Andhra Pradesh Yüksek Mahkemesi’nin bir habeas corpus (mahkumların yasa dışı hapis cezasına veya yasa dışı gözaltına itiraz etmek için kullanabilecekleri usule ilişkin bir yöntemdir) dilekçesi verilmesinin ardından polisten açıklama istemesine rağmen bunu şiddetle reddetmişti. Ancak tamamen deşifre olduktan ve çok yönlü baskı oluşturulduktan sonra, polis onları ayın 14’ünde mahkemeye çıkarmış ve sadece bir önceki gün tutuklandıklarını iddia etmiştir. Bu tür olayların listesi sonsuzdur. Masum insanlara yapılan zulümleri daha önce ayrıntılı olarak anlatmıştım.

Manmohan, Chidambaram, Raman Singh, Buddhadeb ve diğerlerinin dillerinden düşürmedikleri sözde “hukukun üstünlüğü” sadece kağıt üzerinde var olan boş bir ifadedir. Halkın gözünde sadece bir göz boyamadan ibarettir ve dahası, onları baskı altına almak ve sindirmek için kullanılan bir araçtır. Eğer “hukukun üstünlüğü” gerçekten uygulansaydı, tüm yozlaşmış ve kanunsuz bürokrasi, polis ve siyasi sınıf hapishanelerde çürüyor olurdu…

 

Soru: Son olarak, Partinizin genel olarak halka çağrısı nedir?

Azad: Ülkemiz halkını, “kızıl terörü” bastırmak adına Merkezi ve Eyalet hükümetleri tarafından yoksulların en yoksullarına karşı yürütülen bu haksız zalim savaşa karşı cesaretle ayağa kalkmaya çağırıyoruz. Ülkemiz insanlarını dehşete düşüren tek terör devlet terörüdür, safran terörüdür, sömürücülerin ve zalimlerin terörüdür. Şiddet, toplumumuzun yapısal bir özelliğidir: mevcut adaletsiz, otoriter, hiyerarşik, baskıcı ve çürümüş toplumun içkin, doğal bir özelliğidir. Bir düşünün! Ülke nüfusunun sadece yüzde beşi, geri kalan yüzde 95’lik kesimi, akla hayale gelmeyecek ortaçağ vahşetlerini hatırlatan son derece acımasız bir şiddetle eziyor ve baskı altında tutuyor. Şiddet uygulamak için kullanılan tüm araçlar egemen sınıfların ve onların temsilcisi olan devlet aygıtının tekelindedir. Aşırı sefalet ve yoksulluk içinde bir yaşam süren toplumun en yoksul kesimleri, devletin elindeki şiddet içeren baskı araçlarıyla mücadele edecek hiçbir araçları olmadığı için sömürücülere uysalca boyun eğmeye zorlanmaktadır. İşte devrimimizin belkemiğini bu aç ve öfkeli kitleler oluşturmaktadır. Onların şiddeti sadece savunma şiddeti ya da ebedi devlet şiddetine karşı şiddettir. Bu ülkenin barışsever her demokratik yurttaşı bu gerçeğin farkına varmalı ve HKP (Maoist) önderliğindeki ezilenlerin devrimci şiddetini savunmalıdır.

Hepimiz şu soruyu sormalıyız: terörü kim yayıyor? Kimin politikaları sadece on yıl içinde iki yüz bin çiftçinin intiharına yol açtı? Güvensizliği yayan ve büyük çoğunluğu her gün açlık ve açlıktan ölme korkusu altında yaşamaya iten kim? Temel ürünleri yapay olarak istifleyen ve halkı terörize eden kim? Adivasilerin, Dalitlerin (dokunulmayanlar, en alt kast), yoksul ve orta köylülerin topraklarını ellerinden alıp birkaç zengin iş hanesine ve çokuluslu şirketlere teslim eden kim? Kim etnik temizlik amacıyla dini azınlıkların katledilmesine göz yumuyor ve 20 milyonluk azınlık topluluğu arasında terör yaratıyor? Kim kanunsuz çeteler kurup acımasız bir terör saltanatı başlatıyor, advasileri katlediyor, kadınlara tecavüz ediyor, mülkleri tahrip ediyor ve sadece iki bölgede, Dantewada ve Bijapur’da yüz binden fazla Adivasiyi yerinden ediyor? Maoistleri ve devrim destekçilerini kaçıran, onlara acımasızca işkence eden ve öldüren kim? Terörist kim? Ve Sonia-Manmohan-Chidambaram kliğine Maoistlere karşı savaş açma hakkını kim verdi?

Her Hintlinin bu önemli soruları gündeme getirmesinin ve cesaretle şunu ilan etmesinin zamanı gelmiştir: “Halka karşı yürütülen bu acımasız savaşı durdurun! Faşist Chidambaram, beni temsil edemez!” Delhi’nin savaş tacirleri -Sonia, Manmohan ve Chidambaram- ve eyaletlerdeki savaş ağaları tarafından efendilerinin sınıf çıkarlarına hizmet etmek için yürütülen bu acımasız savaşı durdurabilecek olan yalnızca halkın örgütlü direnişidir. Sadece bu bile, sevgili memleketimizin çıkarlarını emperyalist efendilerine alenen ipotek eden en büyük hainlerin – Sonia-Manmohan-Chidambaram faşist kliğinin – topraklarımızın büyük bir bölümünü emperyalist yağmacılara ve onların Hindistan’daki komprador ajanlarına teslim etme hayallerine asla ulaşamamalarını sağlayabilir.

Terörizm ve “aşırı solculuk” gerici egemen sınıflar tarafından halkın geneline yönelik faşist saldırılarını arttırmak için bir bahane olarak kullanılmaktadır. Bu, gerici yöneticiler için emperyalist dikte, halk karşıtı, piyasa köktencisi politikalarını isteksiz bir halka dayatmak için gereklidir.

Bir avuç sömürücü ve zalimin çıkarı için kardeşlerini bastırmaya gönderilen polisleri de egemen sınıfların komplolarını anlamaya çağırıyor ve kendi halkımıza ateş açmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz. Bizimle işbirliği yaptıkları ve halka zarar vermedikleri sürece onlara karşı hiçbir şeyimiz yok. Ayrıca onları devrimci saflara katılmaya ya da bir avuç şahin tarafından Hint halkının ezici çoğunluğuna karşı yürütülen acımasız savaşı yenmek için çeşitli yollarla bize yardım etmeye çağırıyoruz.

Son olarak, medyayı gerçekleri yaymadan önce doğrulamaya ve Maoistlere ve devrimci harekete karşı kirli bir psikolojik savaş başlatan polisin, bürokratların, siyasi liderlerin ve bazı sözde siyasi analistlerin düpedüz yalanlarına, kasıtlı çarpıtmalarına, temelsiz iddialarına ve aralıksız çamur atmalarına kapılmamaya çağırıyoruz. Egemenler çok yönlü bir savaş başlattılar ve bize karşı acımasız bir propaganda kampanyası yürütüyorlar. Partimizin yasaklandığını ve üyelerimiz ile destekçilerimizin sürekli olarak avlandığını biliyorsunuz. Bu nedenle, ülkemiz insanlarına bakış açımızı açıklamak ve bize karşı bitmek bilmeyen asılsız iddialara cevap vermek için neredeyse hiç alanımız yok. Bu savaşta hakikati bir kayıp haline getirmeyelim. Medyanın Maoist devrimcilerin asıl yüzüne demokratik bir alan açacağını ve nihai kararı halkın kendisine bırakacağını umuyoruz.

 

Linkteki yazının Türkçe çevirisidir: https://www.mainstreamweekly.net/article2196.html

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu