EmekGüncel

SÖYLEŞİ | KHK’lı Ömer Karakaya: Hayatta kalarak mücadele etmeyi seçtim

"Ben 15 Temmuz öncesi yıllarda bir şeyler fark eden, bir şeylerle yüzleşen biriydim. Yani ben devletlerin genelde kötü işler yaptığını düşünüyorum"

KHK ile 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında ihraç edilen Ömer Karakaya ile bir araya gelerek kendi ihraç sürecini, bu süreci nasıl yorumladığını, KHK  platformlarının neler yaptığını konuştuk.

Ömer Karakaya, kendisinin darbe girişimi öncesinde de sorgulamaya başladığını ve başına olumsuz şeyler geleceğini tahmin etmekte olduğunu dile getirdi.

– İlk olarak sizi tanıyalım ve ihraç sürecinizi, nedenini bize aktarır mısınız?

– Ben Ömer Karakaya, İngilizce öğretmeniyim. Pendik Belediyesi’nde eğitmen memur olarak çalışıyordum.  Olay şöyle oldu; bir soruşturma yapıldı yani hazırlanmış mülakat yapıldı. Orada sorular soruluyor size.

Sonunda size “Kanun dışı örgütlerle irtibat şüphesi olduğu için sizi komisyona aktarıyoruz” şeklinde süreç başlatılıyor. Yüz binden fazla memura bu yapıldı.

Sabah sekizde çağrılıyorsunuz, yani habersiz ve savunmasız bir şekildesiniz. Sizi İnsan Kaynakları Müdürlüğü’nde bir odada yapılan görüşmeye alıyorlar. Hazırlanmış sorular var. Yani siz bir şeyler olacağını biliyorsunuz, hissediyorsunuz. Ama nasıl olacağını bilmiyorduk. Ülke kaos içinde, darbe girişimi vs. işte… Ama öncesindeki süreçte dünya görüşüm nedeniyle dışlandım.

Memur olarak çalışırken mobbing vardı zaten; farklı sendika üyesi olanlar, eleştirel düşüncesi olanlar zaten bir kıskaç altındaydı. 15 Temmuz dolayısıyla bir şey olacağını  hissediyorduk. O gün odaya alındım; sorular daha çok sosyal medyadaki paylaşımlarım üzerine ve niyet sorgulayan sorulardı. Gezi’ye dair paylaşımlarım, yorumlarım soruldu, “Filanca kişiler terörist midir?” gibi.

Daha sonra açığa alındık ve komisyona havale edildi dosyamız. Bir yıl sonra da ihraç edildik. 3 yıl boyunca neden ihraç edildiğimi öğrenemedim. Yani filanca örgütle irtibatlı olma ihtimaliyle, yuvarlak bir şekilde yaftalandık.  Detayları 3 yıl sonra öğrendik. Kurum sizi ihraç ettiğinde, komisyonda kurumunuzun hakkınızdaki görüşü kanunmuş gibi ele alıyor.

Tabi benim itirazım şimdi idari mahkemede  daha sonra anayasa sonrasında AİHM var ama orada da benzer devletin verdiği karara uygunmuş diye ele alıyor. Hukuki olarak başvurup sonuç alabileceğiniz bir yer kalmıyor aslında.

– O süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu döneme baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz?

– KHK ile ihraç edilenler açısından bir şeylerin çok öncesinden çalışıldığı, bir temizlik yapılacağı ve onun yerine bir düzen kurulacağı netleşti.

Biz ilk önce, devletin içinde bir çatışma yaşanacak ve birilerinin canı yanacak, onların içinde bizimki de yanacak, şekilde kabaca bir yorum içindeydik. Sonrasında bunun çok hazırlıklı olduğunu gördük.

Biz ilk başta biraz bekleme halindeydik. Aslında rastgele seçilmedik. Bir kurum içinde bir temizlik yapılacak, o temizlikte de rakam belirlenmişse zaten cemaat diye tabir edilen  direkt alınacak, yargılanacak, hapse atılacak; ama devamında ise muhalif kim varsa dahil edilecek.

Benim ilk olarak fark ettiğim şey şu oldu: Özellikle hapishaneden gelen işkence haberleriyle olayın vahşet boyutu ortaya çıkarken ile daha da büyüyeceği belli oldu.

O durumda kendime bir şemsiye, çatı aramam gerektiğini düşündüm. Ya kenara çekilip kendini tecrit edip yalnız bir şekilde aç-susuz şekilde hastalanıp ölüp gideceksin. Ya da bir şemsiye altında kendini savunacaksın.

Ben şemsiye altında olmayı, mücadele etmeyi seçtim. Bu işin çok uzun süreceği belli. 1980’de 9 yıl sonra geri dönüşler oldu, yani bu süre hayatta kalmak için çok uzun süre. Yıllar uzadıkça hayatta kalma mücadelesi zorlaşıyor; zaten hayatta kalma, geçinme mücadelesi bilinçli olarak zorlaştırıldı.

Yani amaç sizi hayattan tamamen koparmak. Yapılacak şey kendini savunmak, hukuki mücadele vermek; bunun dışında bir seçenek kalmıyor.

– Bu dönemde sizin için düşünsel anlamda değişen şeyler oldu mu? Geçirdiğiniz sürece bakınca neler düşünüyorsunuz? KHK’lıların direnişleri için ortaya koyulan dayanışmaya dair neler düşünüyorsunuz?

– Benimki biraz şahsi ve farklı bir süreç. Ben 15 Temmuz öncesi yıllarda bir şeyler fark eden, bir şeylerle yüzleşen biriydim. Yani ben devletlerin genelde kötü işler yaptığını düşünüyorum. Yani halk güçsüz ise bu hep böyle, bizde de hep devlet güçlü, halk güçsüz olmuş.

Ben örneğin Halife döneminden bu yana İslam kimliği ile devletin hep baskı aracı olduğunu; insanları bastırma, susturma aracı olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde düşündüğüm için ben zaten devlet aygıtına mesafeli bir anlayışta oldum, dolayısıyla devletlerin  yaptığı şeylerin kötü olduğunu daha önce fark etmiştim.

15 Temmuz sonrasında tabi fark ediş herkeste daha fazla oldu. Çünkü “bizim mahallenin insanları yapmaz”dan çıkıldı. Yani insan canına kıyılmaz,  kast edilmez, işte vatan toprağı satılmaz, en azından bunu yapmaz dediğimiz şey buydu. Bunun yapıldığını gördüğümüzde “acaba bu inanç bir insanın daha kötü şeyler yapmasına, daha gaddar şeyler yapmasına engel olmuyor mu?” dedik.

Ben o kadar çok örnek gördüm ki… Bunu sorguluyorsun. Bazı arkadaşlar diyor, o kadar çok kötü örnek gördüm ki bizim inananlar içinden, artık inancımı sorguluyorum. Ama şimdi kimlik arayışı içine girenler, solcu olamam diyenler çıkıp ben TV’lerde yeni kimlik arıyorum diyemez, başka bir linçe uğrar. Kendini ifade edemiyor insanlar, çünkü biz Müslümanız diyenler içinden bu kadar vahşileşilebileceğini gördükten sonra linç edileceklerini biliyorlar.

– Peki siz Türkiye’nin genel durumunu nasıl görüyorsunuz? Türkiye ve dünyada nasıl bir tablo var sizce?

– Bence dünya büyük krize giriyor. Daha önce de krizdeydi ama şu an dünyayı ateşe verebilecek ve insan neslini bile tehlikeye atacak bir şekilde ilerliyor. Batıda yaşanan bir şey Türkiye’yi etkileyecek. Yani bildiğimiz, beğenelim yada  beğenmeyelim bu düzen var ilerleyen. Bu devlet sistemi, kendini yenileniyor ve daha da vahşileşiyor.

Örneğin ABD’ye baktığımızda hem gülüyorsunuz adama, hem de nefret ettiriyor. Ülkemizde aynı şey görüyoruz, yani tamam hukuk yoktu ama hukukta artık insanın görüşüne göre işler yapılıyor, “ben anayasa mahkemesini tanımıyorum” denilebiliyor.

– Son olarak neler söylemek istersiniz, neler yapılmalı?

– Bizi yönetenler açısından geri dönüşü olmayan bir şey. Komisyonda kalanlara baktığımızda iade edilenler %10’dan az bir bir oranda. Burada bir hukuk olması mümkün değil, bu hukuksuzluktan dönmelerini beklemek de mümkün değil.

Yani onları geri dönmeye zorlayan bir şey var mı içeride? KHK direnişi, güçlü bir direnişçi cephe olsaydı başka olurdu. Yani bu, bizim ülke insanlarının mücadelesinin yeteneksizliği ile ilgili değil. Olanak yok, mücadele koşulu yok. Bir İngiltere değil burası, Türkiye. Adaletsizlik var deme koşulu bile yok.

Somut destek veren HDP’nin de fiziksel olarak verdiği destek dışında şansı yok. Yani ben bu toplumun yakınları ile beraber iki buçuk milyonunun sorumluluğunu alıyorum diyen sendika, parti vs. yok. KHK Platformu bu açıdan önemli ilk işlev oynadı.

KHK platformları, “biz buradayız, böyle sorun var” dedi. Ama bunun çözümü siyasi irade,  çünkü bu siyasi mücadele ile olacak. Düzce, Yüksel Caddesi, Bakırköy gibi yerlerdeki direniş örnekleri ise KHK mücadelesinin kamusal alandaki en somut örnekleri oldu. Mücadelede kararlı olmak, buradan çıkışın yegâne formülü çok uzun sürse de.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu