GüncelMakaleler

SÖYLEŞİ | Mücadele Etmekten Başka Çıkış Yolumuz Savaşmaktan Başka Kurtuluşumuz Bulunmamaktadır”(1/2)

Siyasi Büro Üyesi Özgür Aren verdiği röportajda sürece ve gelişmelere dair görüşlerini dile getirdi.

tkpml.com‘da yer alan bir söyleşide Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Merkez Komitesi Siyasi Büro üyesi Özgür Aren, son dönemdeki gelişmelere gerçekleştirdikleri 1. Kongreye ve önümüzdeki sürece dair görüşlerini dile getirdi.

Söyleşiyi güncelliğinden dolayı kısaltarak yayımlıyoruz:

– Geçtiğimiz yıl 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Kongrenize nasıl bir ortamda hazırlık yaptınız hem Parti gündemleriniz açısından hem de ülkenizdeki durum açısından?

– Partimiz açısından oldukça sıkıntılı bir süreci geride bıraktık. Kongremiz, partimize yönelen düşman saldırılarını ve sol görünümlü darbeci tasfiyeci saldırıyı karşıladı. Düşmanın her türden fiziki imha saldırısına, psikolojik savaş taktiklerine ve kara propagandasına yanıt oldu. Bunun yanında partimizi içten darbeleyen çizgiyle de arasına kalın bir çizgi çekti ve “Partiyle Devrime” sloganı etrafında kenetlendi. Bu, tarihsel önemde bir gelişmeydi. Nitekim başta dost devrimci örgütler olmak üzere taraftarlarımız, çevremiz, ileri kitleler bu adımımızı selamladılar.

Öncelikle; kongremiz, Ağustos 2017’de Rojava’da ölümsüzleşen Nubar Ozanyan yoldaşımıza atfedilmiştir. Bunu bir kez daha hatırlatmak isteriz. Kongremiz, partili kimliğimizin özü ve özeti olan Nubar yoldaşımız başta olmak üzere Türkiye devrimi mücadelesinde ölümsüzleşen yoldaşlarımıza ve devrim şehitlerine bağlılığın, başta ölümsüzleşen yoldaşlarımızın aileleri olmak üzere gazilerimize, taraftarlarımıza ve halkımıza verdiğimiz devrim sözünün mütevazi ama bir o kadar da önemli bir adımı olmuştur.

Elbette –sorunuzla bağlantılı olarak– kongremiz ülke gündeminden bağımsız değildi. Biliyor ve yaşıyoruz ki; ülkemizde ilerici güçlere, devrimci komünist harekete yönelik çok yoğun bir saldırı var. Bu saldırı faşizmin sıkışmışlığıyla, yönetememe kriziyle doğru orantılı.

Faşizmin sözcülerinin her fırsatta Gezi İsyanı’ndan bahsetmeleri nedensiz değil. Egemen sınıfların devrimci komünist harekete yönelimi esas olarak imhayı amaçlayan fiziki bir saldırı olarak gelişse de ideolojik-politik alanda da çok yoğun bir saldırı söz konusu. Devrimci ve komünist hareket, tümden yok edilme ve çökertme saldırısının hedefinde diyebiliriz.

Faşizmle uzlaşmayan, ona karşı mücadele içinde olan her anlayış, düşmanın hedefinde oldu ve oluyor. Bu uzlaşmazlığa bir de silahlı mücadele eklendiğinde faşizmin saldırganlığı daha da artıyor. Bunun elbette eşyanın tabiatı gereği olduğunu devrimci kamuoyu bilmektedir.

Vurgu yapmak istediğimiz nokta, bu saldırganlığın şiddetini özellikle 2015 parlamento seçimlerinin ardından adım adım yükselttiği gerçekliğidir. Partimiz de kongre öncesi ve sonrasında düşmanın hem fiziki hem de psikolojik saldırılarına hedef oldu. Bu saldırıların içinde kongresini gerçekleştirme başarısını gösterdi.

Düşman, 2015 karşı devrimci saldırısıyla partimizin sınıf mücadelesine yoğunlaşmasını, kendini daha üst boyutta yeniden örgütlemesini engellemek istedi. Sadece TC faşizmi değil, Alman emperyalizmi önderliğinde Avrupa çapında gerçekleştirilen karşı devrimci saldırı da bu amacı güdüyordu. Partimizin yalnızca TC faşizminin değil aynı zamanda emperyalizmin de hedefinde olduğunu pratikte bir kez daha deneyimledik. Öğretici bir düşman saldırısı oldu bu.

Bu saldırı, partimizi tümden imha etmeyi hedefliyordu. Sonrasında yaşadığımız pratik tecrübe gerek tutsak edilen ve gerekse de ölümsüzleşen yoldaşlarımız bize bu gerçeği çok net gösterdi.

Kongremizi partimiz açısından herhangi bir kongreden daha önemli kılan sadece düşmanın karşı devrimci saldırıları değildi. Aynı zamanda Kongremiz, partimize içten yönelen, onun birliğini ortadan kaldıran saldırılara yönelik de güçlü bir yanıt olmuştur.

Biliyoruz ki, uluslararası komünist hareketin tarihi, Marksizm’in gelişimi onun Leninizm ve Maoizm aşamasına ulaşması, hep mücadele içinde olmuştur. Marksizm-Leninizm-Maoizm, başta revizyonizm olmak üzere, sağ ve sol oportünizme, anarşizme, her türden gerici burjuva çizgiye karşı parti içinde ve dışında mücadeleyle gelişmiştir. Partimiz de bu anlayış sahipleriyle komünist bir zeminde, Partinin birliğini esas alarak ısrarla mücadele ederek, kendi komünist duruşunu güçlendirmek istemiştir. Ancak ne yazık ki, bunda başarılı olamamıştır.

Sorunuzla bağlantılı olarak devam edersem; Partimiz kongresine hazırlanırken hem iç hem de dış düşmanla kuşatılmış durumdaydı. 2015 karşı devrimci saldırısı, sonrasında Partimizin birliğine yönelik saldırı ve hemen ardından halk ordumuzu ve parti güçlerimizi tümden imhayı hedefleyen 24-28 Kasım 2016 saldırısı ve Dersim’de 12 yoldaşımızın katledilmesi çok önemli gelişmelerdir.

Ki bu imha saldırısına bugünden bakıldığında sınıf düşmanlarımızın partimize özel olarak yöneldiği anlaşılmaktadır. Bu olay partimizin tarihinde var olan ve aralarında delege yoldaşların da olduğu 9 yoldaşımızın katledilmesi olayıyla benzerlikler taşımaktadır. Bu gelişmeler partimizin sınıf düşmanlarınca adeta nefessiz bırakılarak boğulmak istendiğini ve tam bir imha saldırısı ile karşı karşıya olduğunu gösterdi. Amaç, partimizin komünist çizgisinin boğulması ve tümden imhasıydı.

Kongremiz partimize yönelik yaşanan tüm bu saldırıları analiz etti ve çeşitli sonuçlar çıkardı. Denilebilir ki kongremizin üzerinde yükseldiği zemin, 2009 TEKEL Direnişi, 2013 Gezi İsyanı ve 2015 Özyönetim Direnişi’ne kadar götürülebilir. Bu direniş ve isyanlar zinciri, Partimiz açısından devrimin dinamiklerine vurgu yapmış ve TDH’nin bu dinamiklere olan uzaklığını göstererek, işçi sınıfına ve halk kitlelerine olan güvensizliğin kırılmasında önemli örnekler olarak devrim mücadelesi deneyimlerindeki yerlerini almıştır.

Nitekim hatırlanırsa Gezi İsyanı’nda kitlelerin ön plana çıkardığı sloganlardan bir tanesi “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”tı. Bu sloganın önemini partimiz içinde yaşanan süreçte çok daha net gördük.

Biliyoruz ki, komünist partiler donmuş mekanizmalar değillerdir. Yaşayan, canlı örgütlenmelerdir. Onlar başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelerle kurdukları bağlarla, sınıfın ve kitlelerin kendisini beslemesi ve denetlemesiyle yaşarlar. Partimiz, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü bir parti olarak, bu direniş ve isyanlarda açığa çıkan enerjiyi yeterince kendine çekemedi. Kitlelerin taleplerini karşılayamadı.

Daha doğru bir ifadeyle, partimizin önderliği, kitlelerin içinde bulunduğu duruma ve taleplerine yanıt olmakta başarısız oldu. Bu çok net görüldü. Örneğin Gezi İsyanı’nda açığa çıkan dinamiklerden öğrenmek ve kendi stratejisini bu dinamikler üzerinden yeniden üretmek ve güncellemek yerine, meseleye genel geçer yaklaştı. Parti önderliğinin bu pozisyonuna rağmen özellikle kadın ve gençlik alanındaki yoldaşlarımız bu direnişten çok şey öğrendiler ve partimizin duruşunu sorgulamaya başladılar.

Zaten darbeci tasfiyeci saldırıya maruz kaldığımızda buna ilk karşı koyan temel yönetici organlarımız kadın ve gençlik alanlarımız oldu. Bu, bize şunu göstermektedir; sınıftan ve kitlelerden beslenen, sınıfın ve kitlelerin taleplerine yanıt olmaya çalışan, sınıfın ve kitlelerin durumunu analiz etmeye çalışanlar kendilerini geliştirmiş ve pratikte farklılaşmışlardır. Bu durum, partinin 2015 ve sonrasında bütün gerçekliğinin ortaya çıkmasıyla birleşince, “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”tı.

– Birkaç maddeyle özetleyecek olsanız, sizce kongreniz esas olarak neyi-neleri başardı?

– Yukarıda kısaca değindim ama maddelersem; Birincisi, özetlediğimiz saldırılar karşısında duran kadrolardan üyelere, ileri militanlardan militan ve taraftarlara kadar partiyi sahiplenen MLM güçler, emekleri, eleştiri ve görüşleriyle partiyi kongreye taşımışlardır. Bu kongremizin birinci ve bizce çok önemli bir başarısıdır.

İkincisi; kongremiz yarım asır sonra parti programını oluşturmuştur. Meseleye teori-pratik diyalektiğinden bakıldığında, pratik olarak kongremiz gerçekleştirilmiş, teorik olarak da kongremiz, kongreye kadar partimizin savunageldiği programatik görüşleri sistematik hale getirerek bir program oluşturmuştur. Bu da bizce tarihsel önemde bir adımdır.

Üçüncüsü; kongremiz, demokratik halk devrimi yöneliminde ve silahlı mücadele çizgisinde ısrarlı olacağını ilan etmiştir. Ülkemizde genel olarak halk savaşı özel olarak gerilla savaşı meselesinde bir tartışma yürütmüş ve çeşitli sonuçlara ulaşmıştır.

Partimizin Dersim ve Rojava gerilla pratiği, masaya yatırılmıştır. Partimiz bu pratiklerine dair çeşitli kararlar almış, önüne somut örgütsel görevler koymuştur. Bugün de bu görevleri yaşama geçirmek üzere adım adım ilerlemekteyiz.

Dördüncüsü; partimiz yaşadığı süreçten çıkardığı derslerden, ülkemizde sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı çeşitli birikimlerden ve elbette kadın mücadelesinde konumlandığımız noktadan hareketle tüzüğünü güncellemiştir. Bunlar da kanımızca çok önemli katkılardır. Örneğin artık tüzüğümüzde kadın kotası vardır. Bu hem partimiz açısından tarihsel önemdedir hem de uluslararası komünist hareket açısından da dikkate değer bir deneyimdir.

Nihayetinde program ve tüzükler, bir komünist parti açısından donmuş, değiştirilemez, yenilenemez metinler değildir. Bilginin gelişim sürecine uygun olarak yenilenecek, değiştirilecek hatta belki tamamen yenilerinin oluşturulabileceği yaşayan amaçlar, kurallar, yöntemler vs. bütünüdür.

Beşincisi; kongremizde komünist kadın hareketinin somut bir ürünü olarak, Komünist Kadınlar Birliği’nin kuruluşu ilan edilmiştir. Bu gelişme de parti tarihi açısından bakıldığında son derece önemli ve bir o kadar da gecikmiş bir adımdır.

Altıncısı; kongremiz partimizin kadro ve halef yetiştirme politikası üzerinde durmuştur. Bu konuda bir anlayış koymanın yanında somut planlamalara da girişmiştir.

Yedincisi; kongremiz partimizin önüne, yukarıda birinci maddede işaret ettiğim gündemden hareketle “Devrim İçin Önce Parti” yönelimini ortaya koymuştur. Bununla doğrudan bağlantılı olarak partimiz “Ortadoğululaşma” yöneliminin altını çizmiş ve de dünyanın ve ülkemizin içinde bulunduğu durumu analiz etmiştir.

– Kongrenizde programınızı oluşturup tüzüğünüzü güncellediniz. Programın önemi nedir?

– Partimiz açısından son derece önemli noktaya işaret ettiniz. Tüzük ve program meselelerinin komünist partiler açısından önemi bilinmiyor değildir. Burada tekrar girmeyelim.

Partimizin tüzüğü 1978 yılında gerçekleştirdiği I. Konferans’ta oluşturulmuştur. Bu tarihten sonra gerçekleştirilen konferanslarda da ihtiyaç duyulduğunda güncellenmiştir. Nitekim Kongremizde de bazı güncellemeler yapılmıştır. Parti tüzüğü meselesi böyle.

“Parti programımızın önemi nedir?” sorunuza isterseniz Kaypakkaya yoldaşın “TİİKP PROGRAM TASLAĞI ELEŞTİRİSİ” makalesinin girişinde yazdıklarıyla yanıt olmaya çalışalım. Kaypakkaya yoldaş makaleye şu ifadelerle başlıyor; “Komünizmin büyük önderi ve öğretmeni Marks, şöyle diyordu: ‘İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.

‘Bu sözler, hiçbir zaman değerini ve geçerliliğini yitirmeyen bir temel kanun niteliğindedir. İleriye doğru adımlar atmak, gerçek bir ilerleme sağlamak, başlıca amacımız olmalıdır.” (İK, Bütün Eserleri, s. 283)

Bununla birlikte Kaypakkaya yoldaş, program taslağı eleştirisine başlarken F. Engels’in Londra’dan A. Bebel’e yolladığı 18-28 Mart 1875 tarihli mektuba atıf yaparak şunları da ekliyordu: “Öte yandan, yeni bir programın büyük önem taşıdığını da akıldan çıkarmamalıyız: ‘Genel olarak bir partinin resmi programının, o partinin hareketlerinden çok daha az önemli olduğu doğrudur. Ama yeni bir program, herkesin gözü önünde yükseklere çekilen bir bayrak gibidir ve herkes, parti hakkında hükmünü buna göre verir.”

Kaypakkaya yoldaş, Engels’in bu ifadelerinden hareketle, parti programının önemine de işaret ediyor ve “TİİKP Program Taslağı Eleştirisi”ni şu ifadeleriyle gerekçelendiriyordu: “Şimdi biz, herkesin gözü önünde yükseklere bir bayrak çekiyoruz. Bu bayrak, proletaryanın Kızıl bayrağı olacaksa, onun kızıllığını bozan bütün lekeler, ciddi ve titiz bir çabayla silinip atılmalıdır.” (age, s. 283)

Öncelikle şu gerçeği vurgulamamız gerekir; Partimiz kuruluşundan itibaren “hep ileriye doğru” adımlar atmış, kırlarda ve şehirlerde enternasyonal proletaryanın bayrağını dalgalandırmıştır. Ancak bu süre içinde resmi bir parti programı oluşturmamış, Kaypakkaya yoldaşın kaleme aldığı “programatik görüşler”le yetinmiştir. Bu kuşkusuz önemli bir eksikliktir.

Bunun çok çeşitli nedenleri olmakla birlikte, kanımızca en önemli gerekçe, program meselesinin sosyo-ekonomik yapıyla ilişkili olarak ele alınması (ki bu yanlış değildir), sosyo-ekonomik yapı tartışması yapılmadan programın hazırlanmasının ertelenmesi ya da ötelenmesidir.

Ancak buna rağmen partimizin neden İbrahim yoldaşın halihazırda var olan “programatik görüşlerini” bir programa dönüştürmediği ve yarım asra yaklaşan mücadelesini bu program doğrultusunda yürütmediği konusu izaha muhtaçtır ve özeleştirel yaklaşımı gerektirir.

Bu ele alış partimizin program meselesini ele alışındaki eksikliğini göstermesi açısından kayda değer bir hata olarak karşımıza çıkmaktadır. Meselenin “teknik” bir işlem olmanın ötesinde, partimizin politik seviyesini, Türkiye toplumunda yaşanan değişim ve dönüşümleri analiz edebilme kabiliyetini göstermesi açısından önemli bir yanı vardır.

Partimiz, somut koşulların somut analizi Leninist ilkesini uygulamak ve buradan devrimci sonuçlar çıkarmak yerine, pragmatist bir yaklaşımla Kaypakkaya yoldaşın 50 yıl önce ortaya koyduğu “programatik görüşleri” tekrarlamakla yetinmiştir. Bunun bilimsel bir yaklaşım olmadığı, eşyanın tabiatına aykırı olduğu son derece açıktır.

Partinin bir programı olmaması, parti içi iki çizgi mücadelesinin bu platform üzerinden verilmemesine yol açmış, bu ise sınıf mücadelesinin ve partinin gerçek sorunlarının tartışılamamasını, bu tartışma içinde geliştirilip güçlendirilememesini doğurmuştur. Parti içinde iki çizgi mücadelesinin doğru bir zeminde yürütülememesi, -diğer nedenler bir yana- en başta da partinin kendi komünist çizgisini güçlendirebilmesinin önüne geçmiştir.

Sonuç, dönüp dolaşıp partinin İbrahim Kaypakkaya yoldaşın programatik görüşleri adı altında sınıf mücadelesine devam etme kararlılığını beyan etmesi olmuştur. Bu önemlidir. Ancak tek başına ele alındığında dogmatizme düşme tehlikesini de içinde barındır.

Konunun önemi, Kaypakkaya yoldaşın tezlerinin somut koşulların somut tahlili ilkesinden hareketle andaki sorunlara yanıt olduğunun yok sayılmasıdır. Kaypakkaya yoldaşın ileriye sürdüğü tezlerin sınıf mücadelesinin o günkü koşulları içinde yapıldığının görmezden gelinmesi -ki bu önemlidir ve ideolojik kavrayıştaki bir probleme işaret eder- ve yaşanan sorunlara dair programatik görüşlerle yetinilmesi, bir program oluşturulmaması beraberinde komünist partisinin “gerçek bir parti olmamasını”da doğurmuştur.

Önemle belirtmek gerekir ki; bu partinin bir programı olmamış, “herkesin gözü önünde yükseklere bir bayrak çekmemiş” sadece ve sadece kurucu önderinin programatik görüşleriyle yetinmiştir. Bunun sorunlu bir durum olduğu dahası kendi içinde özellikle örgütsel zeminde çeşitli handikapları barındırdığı son derece açıktır.

Kaypakkaya yoldaş, bir partinin parti olabilmesi için ideolojik birlikteliğin yanında parti tüzüğü ve parti programından da bahsetmektedir. Partimiz, Kaypakkaya yoldaş sonrasında, 1. Konferansı’nda parti tüzüğünü oluşturmakla birlikte, programını oluşturmamış ve bu anlamıyla “gerçek anlamda bir parti” olmanın bir yanını eksik bırakmıştır. Bu eksiklik beraberinde, partinin daha sonraki tarihsel sürecinde kendisini her fırsatta hissettirmiş, özellikle örgütsel sorunların sağlıklı bir şekilde ele alınamaması ve partinin çizgisini güçlendirilememesini getirmiştir.

Bir partinin örgütsel faaliyeti açısından ideolojik birliktelik ve tüzük ne kadar gerekliyse bir program da gereklidir. 1. Kongremizde, bu son derece önemli eksiklik giderilmiş ve “herkesin gözü önünde yükseklere bir bayrak çekilmiş” durumdadır.

Parti programımız hazırlanırken Kaypakkaya yoldaşın yukarıda ifade ettiğimiz “TİİKP Program Taslağı Eleştirisi”nden ve özellikle belirtmek isteriz ki Kaypakkaya yoldaşın katledilmeden önce notlar biçiminde kaleme aldığı “Savunma Taslağı”ndan yararlanılmıştır.

Parti programımız bu anlamıyla da özel bir anlam taşımaktadır. Deyim yerindeyse Kaypakkaya yoldaşın planlamasını yaptığı ve hazırlığına giriştiği ancak katledilmesi nedeniyle gerçekleştiremediği savunması, kısa ve net olarak parti programımızda ortaya konulmuş durumdadır.

Bu, bu anlamıyla önder yoldaşın vasiyetinin yerine getirilmesi olarak da tanımlanabilir.

– Nasıl yenilediniz programatik görüşleri?

– Evet, okuyucuların daha iyi anlaması açısından konuya dair parti programımızın 29. maddesini aktarmama izin verin: “Bu tarihsel gerçekler ışığında Türkiye toplumsal formasyonunda ön plana çıkan başlıca çelişmeler olarak şunlar ifade edilebilir:

1- Emperyalizmle halk arasındaki çelişme

2- Halk yığınlarıyla feodalizm arasındaki çelişme

3- Proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme

4- Ezen ulusla ezilen ulus ve milliyetler arasındaki çelişme

5- Ataerkil sistemle ezilen cins arasındaki çelişme

6- Ezen inançla ezilen inançlar arasındaki çelişme

7- Sistemle ekolojik sistem arasındaki çelişme

8- Hakim sınıflar içindeki çelişme”

Çok net görüleceği üzere, partimiz kongresinde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik şartları tahlil etmiş ve gelinen aşamada Türkiye toplumunda belli başlı çelişmeler arasında yeni çelişmelerin varlığına işaret etmiştir. Örneğin ezen ulusla ezilen ulus ve milliyetler arasında çelişme, ataerkil sistemle ezilen cins arasındaki çelişme, ezen inançla ezilen inançlar arasında çelişme ve sistemle ekolojik sistem arasında çelişme…

Bütün bu çelişmeler, içinde yaşadığımız ve mücadele yürüttüğümüz Türkiye toplumunda diğer çelişmelerle birlikte ön plana çıkan çelişmelerdir. Ve parti kongremizin günceli yakalama, sınıf mücadelesinin temel dinamikleriyle ilişki kurma çabasının somut ürünü olarak değerlendirilmelidir.

Örneğin Kaypakkaya yoldaş ülkemizde Kürt ulusal sorunu merkezli son derece önemli bir “Milli Mesele” analizi yapmış olsa da bu çelişmeyi başlıca çelişmeler içinde ifade etmemiştir. Günümüzde yaşanan gelişmelere paralel partimiz bu konuda Kaypakkaya yoldaşın tezini daha ileriye taşımış durumdadır.

Benzer şekilde Kaypakkaya yoldaşın mücadele yürüttüğü ve partimizi kurduğu koşullarda “kadın sorunu” olarak tanımlanan ve partimiz kongresinde “ataerkil sistemle ezilen cins arasındaki çelişme” olarak tanımlanan sorun yaşanıyor olmasına rağmen, buna dair bir yaklaşım geliştirilmemişti. Kaypakkaya yoldaşın bu konuda sadece savunma taslağında kimi ifadelerinin olduğunu biliyoruz. Şimdiki durumda partimiz sınıf mücadelesinden, özellikle de kadın kitlelerinin mücadelesinden öğrendiği deneyimlerle, partimizin bu alandaki eksikliğini giderme yönlü adım atmış durumdadır.

Yine Kaypakkaya yoldaş döneminde de çok yakıcı bir şekilde var olan ama önder yoldaş tarafından formüle edilmeyen “ezen inançla ezilen inançlar arasında çelişme” de kongremizde başlıca çelişmeler içinde değerlendirilmiştir. Başta Alevi inancı olmak üzere ezen konumdaki Sünni inancı dışında ülkemizde ezilen inançlara yönelik sistematik bir devlet baskısı, yok sayma ve inkar etme gerçekliği ortadadır.

Faşist devletin bizzat örgütlemesiyle Maraş, Çorum gibi katliamlarda yüzlerce insan katledilmiş, Sivas gibi bir katliamda insanlar diri diri yakılmıştır. Bugün de Alevi inancına mensup halkımızın evleri işaretlenmeye devam etmekte, inanç yerleri halen kabul görmemektedir. Ezilen inançların demokratik talepleri, demokratik devrim mücadelemizin talepleri arasında yer almaktadır. Kongremiz partimizin bu konudaki önemli eksikliğine işaret etmiştir.

Öte yandan hakim sınıflar rant ve yağma uğruna çevre ve doğaya yönelik sistemli bir saldırı içindedirler. Hakim sınıfların bu saldırısı, çevre felaketlerine yol açmakta, dünya çapında “iklim krizi” tartışmaları yaşanmaktadır. Kapitalist emperyalist sistemin aşırı sömürü ve talan hırsının sonuçlarından biri olarak yaşadığımız Covid-19 salgını ortadadır. İnsanlık, kapitalist emperyalist sistem tarafından adeta bir yok oluşa sürüklenmektedir.

Ülkemizde de hakim sınıflar, yağma ve talan projeleriyle ekolojik sisteme büyük zararlar vermektedirler. Bu durum, halk kitlelerinde çevre sorununa dair bir duyarlılık yaratmıştır. Gezi İsyanı’nı tetikleyenin “birkaç ağaç meselesi” olduğu unutulmamalıdır. Gelinen aşamada Türk hakim sınıflarının çevreye yönelik talan ve yağma saldırısına yönelik gerçekleştirilen kitle eylemleri, köylülerin demokratik talepli mücadelesinin bir parçası olarak ortaya çıkmış durumdadır.

Çevre eylemleri, köylü hareketinin önemli bir gündemidir. Bu gerçeklik İbrahim Kaypakkaya’nın tezlerini ileri sürdüğü dönemden farklı olarak şimdiki durumda ülkemiz gündeminde yer bulmaktadır. Partimizin demokratik devrim mücadelesinde temel güç konumunda olan köylülüğün bu taleplerinin analiz edilip, demokratik devrim mücadelesine kanalize edilmesi görevinden hareketle, kongremiz “sistemle ekolojik sistem arasında çelişme”yi başlıca çelişmeler içinde tespit etmiş bulunmaktadır.

Bunlar yeterli midir? Kuşkusuz değildir. Partimiz Türkiye’nin koşullarını incelemeyi, sınıf mücadelesinin dinamikleriyle ilişkilenmeyi ve kitlelerin hareketlerini, istem ve taleplerini demokratik devrim mücadelesine tabi kılma çabasını sürdürecektir.

– Az da olsa denk geldiğimiz için soruyoruz; bu bahsini ettiğiniz değişikliklere rağmen, programda “hiçbir şeyin değiştirilmediğine” yönelik bir algı da mevcut görünüyor, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

– 1. Kongremiz sonrasında bazı yoldaşlarımızda “hiçbir şeyin değiştirilmediği” yönlü ortaya çıkan algı bizce doğru değildir. Her şeyden önce partimiz, kuruluşundan 47 yıl sonra programını oluşturmuştur. Bu olgunun kendisi bile başlı başına ileriye doğru atılmış önemli bir adımdır. Bir yeniliktir ve devrimci adımdır. Sorun şimdi atılan bu devrimci adımın daha da ileriye taşınması ve zenginleştirilerek güçlendirilmesidir.

Diyebiliriz ki, kongre yükümlülüklerimizin sadece bir adımıdır. Doğru kararlar, politikalar ve yönelim nihayetinde bugüne aittir ve geleceği ancak ve ancak şekillendirmekle ilgilidir; yani geleceğin kendisi değildir. Geleceğin kendisi olmak için doğru karar, politika ve yönelimin kararlıca uygulanması, uygulama içinde geliştirilmesi ve tamamlanması gerekir. Kongre ancak bu şekilde ele alınırsa sorunların çözümüne yardımcı olmuş olur.

Bizce, “bizce yeni bir şey yok” algısında en belirleyici nokta, partimizin 1. Kongresinde sosyo-ekonomik yapı tartışmasına girmemesi, bu tartışmayı daha sonraya bırakmış olmasıdır. Öncelikle belirtelim; partimizin bu tartışmayı yapacak kapasitesi, yeterliliği ve birikimi vardır ancak önceliğini andaki koşullarda, partinin bir an önce merkezileşmesine vermiş, böyle bir politik yaklaşım geliştirmiştir.

Diğer yandan partimizde uzun yıllardır kongre yapılmadığı -ki bazı konferanslarımız aslında kongre gündemli yapılmıştır- için üzerimizde son derece gereksiz bir baskı oluşmuş, beklentiler ve partinin içinde bulunduğu durum arasındaki açı büyümüştür. Partimiz sosyo-ekonomik yapı tartışmasını yürütmemiş ve bu gündemi hep “kongre”ye atmıştır. Bu bir yanıyla anlaşılır bir yaklaşımdır.

Bugün içinden geçtiği sürecin koşullarıyla birlikte partimizin öncelikle kendisini yeniden örgütlemesi, merkezileşmesi ve sınıf mücadelesine yoğunlaşması gerektiği çok açıktır. Bu anlamıyla 1. Kongremiz önceliğini “Önce Parti” olmaya vermiştir. Partinin kendi yaralarını sarması ve ilkeleri üzerinden yeniden ayakları üzerine dikilmesi hedeflenmiştir. Bu görev eksiklikleriyle birlikte başarılmıştır.

Kuşkusuz ki bu görev yerine getirilirken belli bir zemin üzerinden hareket etmek gerekmektedir. İşte parti 1. Kongremizin ortaya koyduğu çizgi ve oluşturduğu program, bu zemini ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle partimiz, ilk adımda önceliği kendini yeniden örgütlemeye vermiş, bu örgütlenmenin de halihazırda –diğer bazı çok önemli görevlerle birlikte-var olan programatik görüşlerin bir program haline getirilmesi ve bu program üzerinden önümüzdeki sürecin –sosyo-ekonomik yapı da dahil olmak üzere– tartışılması yaklaşımı benimsenmiştir.

Bu yaklaşımın partinin içinde bulunduğu koşullarda en devrimci yöntem olduğu açıktır. Çünkü komünistler hayallerle değil gerçeklerle uğraşırlar. Gerçek olan da partimizin hem dıştan hem de içten önemli darbeler aldığı ve yaralarını sarmasının zaman alacağıdır.

Sonuç olarak partimiz, kendisine yönelen saldırılarını bertaraf etmiş ve kendisini yeniden örgütlemiş durumdadır.

Şimdi 1. Kongre kararları ışığında, bu zemin üzerinde faaliyetini ve kendisini yeniden örgütleyecektir. Hata ve eksikliklerini ciddi bir komünist partisinin yaklaşımıyla ele alacak ve en önemlisi de kendisini yeniden ve daha sağlam temeller üzerinden örgütlemesinin tek yolunun, sınıf mücadelesinden kopmadan, başta işçi sınıfı olmak üzere kitle hareketleriyle devrimci temelde ilişkilenmekten geçtiği ve silahlı mücadelenin ülkemizde aldığı yeni biçimlerin daha üst boyutta yeniden örgütlenmesi gerekliliği bilinciyle hareket edecektir.

– Yukarıda kısaca bahsettiniz ama biraz daha açar mısınız? Kırk yedi yıl sonra kongre yaptınız? Neden kongre? Konferans değil…

– Aslında partimizin geçmişte gerçekleştirdiği kimi konferanslar da gündem ve kapsamları bağlamında değerlendirildiğinde kongreye karşılık gelmektedir. Lakin kongre hep sosyo-ekonomik yapı tartışmasıyla ilişkilendirildiği için, bu gündemin tartışılmadığı platformlar kongre olarak tanımlanmamıştır. Örneğin 1. Konferansımız aslında içerdiği gündemler itibariyle ele alındığında pekala kongre olarak da adlandırılabilirdi.

Nitekim 1. Konferansımız parti tüzüğümüzden, parti özeleştirisine kadar bir dizi kapsamlı gündemi tartışmış ve çeşitli kararlaşmalara gitmiştir. Daha sonra gerçekleştirilen merkezi platformlar bu yaklaşımı devam ettirmiş “kongre mi konferans mı?” tartışmasında partimizin üzerinde gereksiz bir psikolojik baskı oluşturmuştur.

Oysa ki parti tüzüğümüzde kongre ve konferans tanımlamaları nettir. Kongrenin sadece ve sadece sosyo-ekonomik yapı tartışması ile gerçekleşebileceği yaklaşımı yanlıştır. Soruyu tersten soralım; sosyo-ekonomik yapının tartışıldığı bir kongreden sonraki merkezi platformları ne diye tanımlayacağız? Onlara konferans mı diyeceğiz? Anlatmaya çalıştığımız, bütün eksikliklerine, yetmezliklerine rağmen partimizin 1. Konferansı aslında kongre olarak adlandırılabilirdi.

Partimiz, farklı fikirlerin bir arada olduğu ve mücadele ettiği zengin bir partidir! Burada önemli olan ve esas alınması gereken husus, bu fikir ve düşüncelerin parti içinde iki çizgi mücadelesi anlayışımız doğrultusunda çatıştırılmasıdır. Birlik-Eleştiri-Birlik anlayışımız bunu gerektirir.

1. Kongremizde kabul edilen programımız şimdilik bu tartışmalara nokta koymuş durumdadır. Partimizin 2. Kongresinde –sosyo-ekonomik yapı tartışması da dahil olmak üzere– ülkemizin ve partimizin, sınıf mücadelesine dair varolan bütün sorunlarını elbette tartışılacak, daha üst boyutta bir birlik-eleştiri-birlik platformunu gerçekleştirilecektir.

Şimdi ise gündemimizde olan demokratik merkeziyetçilik ilkemize göre varolan programımız etrafında kenetlenmek, sınıf mücadelesine etkili müdahalelerde bulunarak, partiyi yeniden ve yeniden örgütlemektir.

(Devam Edecek)

Yazının ikinci bölümü için TIKLAYINIZ

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu