GüncelMakaleler

 YORUM | Ortadoğu’da Kadının da İşçinin de Adı Yok

"Çatışma ve savaşların hepsinin, iktidar, güç, zenginlik, sermaye kökenli olmasına rağmen, politik arenada daima öne çıkan etnik ve dinsel kimliklerin/gerilimlerin yaratığı manipülasyon, emekçilerin yoksulluğu, sefaleti ve sömürüsü olduğu gibi, kadının ezilmişliği ve sömürüsünü de gizleyebiliyor"

Ortadoğu daima etnik ve dini çatışmalarla anılır. Savaşların ve çatışmaların eksik olmadığı Ortadoğu’daki bütün politik arenalarda ve politik dengelerde, etnik ve dini çatışmalar/kimlikler daima geniş yer tutar.

Bu durum bir taraftan eril iktidar ilişkileri ve katı kurumlarla biçimlenen sömürü çarkı altında ezilen kadının; diğer taraftan sınıf çatışmalarında sömürülen işçinin politik arenalarda genellikle görülememesine sebep oluyor. Hayatı ve toplumu yaratan kadınla, hayatı ve toplumu üreten emekçilerin siyaset sahnesinde yok sayılırken; sosyal ve ekonomik güçten de çok az pay almaları, Ortadoğu’nun özgünlüklerinden birisidir.

Ortadoğu’yla ilgili çıkan binlerce haber, dergi veya kitapla, Ortadoğu’nun kronik sorunları arasında Suriye, Yemen, Lübnan, Mezopotamya, Libya ve Filistin’deki çatışmalar, petrol ve doğalgaz hatları, askeri harcamalar, ticaret yolları vs. daima ana gündem maddeleri arasındadır.

Kadınlar ve işçiler bu dünyada yokmuş ya da toplumu ve zenginliği onlar yaratıyormuş gibi davranabiliyor.

Özellikle Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri olan S.Arabistan, Kuveyt, BAE, Katar, Bahreyn ve Umman gibi petrol zengini olan ülkelerde, kadınlar yasal olarak hala bir nevi “yarı insan” statüsündedirler. KİK devletlerinin çoğunluğu, kadına -göstermelik de olsa- seçme ve seçilme hakkını son yıllarda verse de, bu hakkın sadece yerel yönetimler veya daima kralın gölgesinde işleyen meclislerde geçerli olduğu yani devletin önemli kademelerini içermediği vurgulanmalıdır. KİK devletleri, dünya kamuoyunun, özellikle de kadın örgütlerinin baskısıyla böyle göstermelik adımlar attılar.

Ama bu göstermelik adımlar kadının, politik ve ekonomik hayattan yalıtılmış olduğu gerçekliğini değiştirmiyor. Kadınlar, bu ülkelerin çoğunda, hala kocaları ya da erkek kardeş, babaları vs. olmadan şehir dışına veya yurtdışına çıkamıyor. Çalışma izni zaten çok kısıtlı olan kadınların yabancı bir erkekle aynı odada çalışmasına genelde izin verilmiyor.

Dolayısıyla bu ülkelerdeki kadınların, devletli/sınıflı toplumların geleneksel annelik ya da zevk objesi statüleriyle sınırlı yaşam bulabildiği söylenebilir. Siyasal, ekonomik ve sosyal güçten kopartılan kadına yönelik uygulanan ataerkil tahakküm, doğa ve doğayla özdeş kılınan kadının egemenlik nesnesine dönüştürülmesiyle varlığını meşru kılabilen iktidarın eril niteliği sayesinde, gücünü sürekli koruyup büyütebiliyor.

Bu eril gücün daimi bir dini kutsiyet ve meşruiyetle korunması da Ortadoğu’nun “makûs talihi” sayılabilir.

Mülteciler, saldırıların hedefinde!

Bu “talihsizliği” özellikle göçmen işçilerin de paylaştığı söylenebilir. 2000’li yılların başlarında 30 milyon civarı nüfusa sahip olan KİK ülkelerinde 14 milyon civarı göçmen işçi çalışıyordu. Bunun 6 milyonu S.Arabistan’da, 5 milyonu BAE’de (ki, BAE nüfusu sadece 900 bin idi), 2 milyonu Kuveyt’te çalışıyordu. (Ortadoğu Yıllığı-2009; Küre Yayınları) Bu göçmen işçilerin örgütlenme hakkı olmadığı gibi çalıştıkları ülkelerin bir vatandaşına kefillik ücreti adı altında her ay haraç vermek zorundadırlar yani çifte sömürüye maruz kalıyorlar.

Sadece göçmen işçiler değil, mülteciler de modern köle olarak kullanılabiliyor. Filistinli ve Suriyeli mülteciler ağırlıklı olmak üzere çok sayıda mülteci, ucuz işgücü kaynağı olarak görülürken; TC devleti vb.leri tarafından AB devletleri karşısında sürekli koz olarak kullanılabiliyor. Mülteciler, normal vatandaşların sahip olduğu hakların çoğuna sahip olamadığından dolayı, sağlık, eğitim, barınma, seyahat gibi temel haklardan bile faydalanma düzeyleri çok düşüktür. Mültecilerin çektiği sefalet, onların fuhuş/organ mafyasının saldırılarına daha açık hale gelmesini sağlarken, pekçok erkek-genç mülteci, mülteciliğin sefaletinden kurtuluşun yolu olarak bu tür örgütlere katılabiliyor. Dolayısıyla mültecilik sorunu, büyük ve bölgesel ölçekli bir toplumsal sorun olduğu halde, ana akım medyalarda nadiren gündem olabiliyor.

Yoksulluk ve işsizlik oranının çok yüksek seyrettiği Mısır, Yemen, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan gibi ülkelerde de işçilerin büyük çoğunluğu sefalet koşullarında yaşarken, örgütlü bir güç oluşturma noktasında çok yetersiz kalıyorlar.

Kadının ezilmişliği ve sömürüsü gizleniyor

Özellikle veya etnik kökenli çatışmalara dahil olan bu yoksul işçiler, sefaletten kurtuluşu, ya kabilecilik kökenli etnik kimliğe dayalı örgütlenmelerde ya da cemaat ve tarikata dayalı dini örgütlenmelerde görebildiği için politik mücadelesini etnik veya dini düzlemde sürdürebiliyor. Bu durum politik arenaların sınıfsal karakterini en fazla açığa vurması gereken işçilerin de dini ve etnik çatışmaların/gerilimlerin gölgesinde kalmasına sebep oluyor.

Ortadoğu, petrol zenginliği ve jeo-stratejik önemi dolayısıyla hegemon devletlerin ana ilgi odakları arasında yer aldığından dolayı çatışma ve savaşların eksik olmadığı bir bölgedir. Bu çatışma ve savaşların hepsinin, iktidar, güç, zenginlik, sermaye kökenli olmasına rağmen, politik arenada daima öne çıkan etnik ve dinsel kimliklerin/gerilimlerin yaratığı manipülasyon, emekçilerin yoksulluğu, sefaleti ve sömürüsü olduğu gibi, kadının ezilmişliği ve sömürüsünü de gizleyebiliyor.

Devlete bağlı ana akım medyalarca her gün üretilip güncelleştirilen bu manipülatif habercilik, çatışmaların hegemonik devletler ekseninde biçimlendirilmesinde de öne çıkıyor. Her yerel çatışmanın/sorunun, bölgesel veya küresel dengelere bağlanabildiği gibi, küresel ya da bölgesel dengenin yereldeki güç dengelerini biçimlendirebildiği gözönüne alınırsa, dini ve etnik kimliklere dayalı biçimlendirilen siyaset tarzının, başta “böl, parçala, yönet” politikası olmak üzere, emekçilerle kadınların sömürü çarklarının dişlilerine dahil edilmesini kolaylaştırdığı söylenebilir.

Filistin sorunu gibi 70 yılı aşan sorunlarda bile sınıfsal sorunlarla/çatışmalarla birlikte bu sorunu gündemleştirmek, Ortadoğu okumaları için öncelikli olmalıdır. Kabileciliğin bile sınıf çatışmalarına uyarlanabildiği Ortadoğu’da, küresel çapta işleyen sömürü çarklarının bazısının işlediği hatırlanırsa, hegemon/emperyal devletlerin ve çok uluslu şirketlerin sermaye hareketleriyle yereldeki her türlü etnik ve dini gerilimin bağını bütünlüklü şekilde değerlendirmeksizin, kronik toplumsal sorunları gündemleştirip çözmeye yönelmek zor olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu