GüncelMakaleler

EKOLOJİ | Doğanın Sessiz Çığlığı ve Buz Kıran Gençliğin Sesi!

"Doğaya kulak vermeden, onunla savaş halinde yapılırsa (köprü-baraj-yol-fabrika-havaalanı vb.) yıkım ortaya çıkar. Plansız, rant odaklı, doğayı dinlemeden sadece kâr ve politik iktidar için girişilen her “iş” doğayı yok etme adımıdır ve devamında yıkımlar yaratma riski barındırır"

Ağaçları kim kesti? Bulutları kim çaldı? Suları kim içti-bitirdi? Denizleri kim kirletti? Hayvanları kim katletti? Dağları-ovaları-nehirleri kim yok etti? Bunları kim-kimler yaptı? Doğaya neden saldırıyorlar? Bu soruların cevabını verecek olan her insan, kıyısından-köşesinden sorumludur, -payı- vardır ve bu pay da suça ortak olma noktasını oluşturmaktadır.

2002-2023… 21 yıllık kesintisiz süren bir iktidarın çevre sorunlarına ne kadar el attığını-ilgilendiğini, ülkedeki yatay-dikey yapılar ya da o çok övünülen havaalanları-üniversiteler, hastaneler, otoyol-köprüler ile daha doğrusu bunların arkasında yatan, doğayı talan eden santraller-maden ocakları vb. ile görmekteyiz.

Ülkeyi bu hale getiren icraatların sorumlusu AKP hükümeti; kendinden önceki hükümetten devraldığı işleri de yerine getiriyor. IMF ile Aralık 1999 tarihinde yapılan Stand-By anlaşmasının ürünü ve doğa talanının sonucu yaşanmakta tüm bunlar. Bu anlaşma, 2000-2001 krizleri sonrası Kemal Derviş’in bakan olduğu “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”yla başlamıştır. Yıkıma doğru giden bir ekonomi programı izleyen ülke yönetimi, 2002 Kasım’ında yapılan seçimlerde AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağlamıştır. AKP, kendisini milli burjuvazisinin temsilcisi olarak sunduğu politikalarla aslında Turgut Özal ile vücut bulan 24 Ocak (1980) kararları ve neo-liberal ekonomik politikaların en radikal savunusuyla iktidar olmuş ve 21 yıldır da tüm bunların sonucu olarak çevre-iklim-tarım ve hayvancılık gibi alanlarda krizler yaşamaktadır.

21 yıllık iktidarın uyguladığı politikalar, ülkenin ekolojik-çevresel yıkımının merkezini oluşturuyor. Ekilecek toprak, içilecek su, canlıların yaşayabileceği deniz-dere-akarsu, dağlar, ovalar vb. vb.… bu yıkımdan payına düşeni ziyadesiyle almıştır. Meralar, zeytinlikler, ovalar, tarlalar … bomboş. Çünkü bir bir yok edildiler. Yerlerini “Ustalık” Eseri beton ucube yapılar aldı.

 “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı!”

Şu an içinde bulunulan ekonomik-siyasi krizin bir ayağını oluşturan en önemli etkenlerden biri de çevre ve iklim politika(sızlığı)dır. Elektrik, doğalgaz, benzin, gıda ürünleri, zamlar… Tüm bunların doğaya yönelik saldırılarla, rant ve kâr hırsıyla, inşaat rantıyla vb. doğrudan ilişkisi olduğu açıktır. Bir o kadar daha açık olan sorumluluğun ve bedelin ezilenlerin sırtına yüklemeye çalışılmasıdır. Madalyonun diğer yüzünden bakınca işler daha da sinsi hal almaktadır. Bu da ezilenleri açlığa, sefalete mahkum ederek kendilerine bağımlı kılınmasıdır… Bu, egemenlerin yüzyıllardır izlediği değişmeyen politikalardan biridir. Ezilenin toprakla, kendi dışındaki canlılarla, denizle-dağla-ormanla bağını keser-ortadan kaldırırsan muhtaç hale getirirsin.

Diğer taraftan ise doğaya aleni savaş açmış durumdalar. Kesilen ağaçlar, yok edilen ormanlar, delik deşik edilen dağlar, kurutulan nehirler, ovalar, yaylalar, denizler, göller… Hepsi can çekişiyor, AKP-MHP faşizmine direniyor. Özünde Türkiye’nin 21 yıllık iktidarının izlediği çevre ve iklim politikalarının somut göstergesidir yaşananlar.

Sorumlular aklanıyor!

Örneğin son günlerde üç maymunu oynayan biatkar yazılı-görsel medyada çıkan “Barajlar Kuruyor!” benzeri haberlerinin sorumlusu açıklanmıyor. Açıklanmak istenmiyor! Bunun yerine “kar yağsa sorun çözülür!” ya da “yağmur duası” vb. formüller geliştiriliyor. Böylece sorun doğallaştırılarak sorumular da aklanmış-paklanmış oluyor ve suçlu da bulunuyor: Yağmayan kar!

İşin ilahi boyutu da kader planı ile tamamlanmış oluyor. “Kader”cilik devreye sokuluyor ve “fıtrat” açıklamaları ardı ardına geliyor. Suçlu böylece resmediliyor. Talan, yağma, yıkım, rant ile zenginliklerine zenginlik katan şatafatlı yaşam içindeki muktedirler masum, ezilenler ise sorumlu olur böylece olur böylece! Öyle ki her durumda genel olarak ezilenleri hatta tek tek bireyleri sorumlu gösterir iktidarlar. Yeter ki, kimse iktidarlarını sorumlu tutmasın! İşçi cinayetlerinden işçiler sorumludur mesela. Kadın ve LGBTİ+ cinayetlerinden kadın ve LGBTİ+lar. Pandemiden önlem almayanlar, depremde enkaz altında kalanlar! Bu liste uzar da gider.

Yalnız bir noktanın altını çizmek gerekir; O da şu ki, yaşanan doğa katliamının ve sonuçlarının tek müsebbibi 21 yıllık AKP iktidarı değildir. Çevre ve iklim yönünden AKP öncesi hükümetler de, tıpkı AKP’nin izlediği yolu izlemişlerdir. Ya da sözde muhalefet partileri de doğa talanına yol açan önergelere onay vererek suça ortak olmuştur. Yani bunlar hakim sınıfların, kapitalist-emperyalist sisteme yedeklenen devlet politikalarıdır ve iktidarı-muhalefeti hepsi katliamdan sorumludur.

Yıkım plansızlığın eseridir!

ÇED raporları, mahkeme kararlarının tanınmaması vb. de yukarıdaki gerçekliğin eseridir. Bir bölgede yapılmak istenen santral-maden vb.ye o bölgede yaşayan insanların itiraz etmesi kadar insani bir şey olabilir mi? İnsanlar elbette yaşam alanlarının istila edilmesine karşı duracaklardır. Ancak itiraz edenler “bölücü”, “yıkıcı”, “anarşist”, “komünist”, “terörist” vb. denilerek “dış mihrak”ların ajan-piyonları gibi sunulur. Nasıl ki ekmek kavgası veren, grev yapan işçi hedef alınıyorsa çevre-iklim için mücadele yürüten köylü, işçi, öğrenci, kadınlar ya da akademisyen de hedef gösterilmektedir. Çünkü tahakküm için ezmek, ezmek için de yaşam alanlarını yok etmek gerekir. Bu sağlanınca biat ortaya çıkar. İnsanlık tarihine baktığımızda da bunu görüyoruz. Savaşlar en son noktadır. Öncesindeki saldırılar-yıkımlar devrededir hep.

İnsanların yaşam alanlarının geliştirilmesine, güzelleştirmesine, daha verimli kılınmasına kimse itiraz etmez. Ancak tüm bunlar doğaya kulak vermeden, onunla savaş halinde yapılırsa (köprü-baraj-yol-fabrika-havaalanı vb.) yıkım ortaya çıkar. Plansız, rant odaklı, doğayı dinlemeden sadece kâr ve politik iktidar için girişilen her “iş” doğayı yok etme adımıdır ve devamında yıkımlar yaratma riski barındırır. Karadeniz’den Ege’ye, Trakya’dan Doğu’ya, Akdeniz’den İç Anadolu’ya tek tek örneklere gerek yoktur, hepsi hepimizin hafızasında…

Riskler hesaplanmadan yapılan her şey, insan yaşamını bir süreliğine, geçici ya da sözde rahatlatsa, güzelleştirse de eninde sonunda yaşamı zorlaştıran, ağırlaştıran ve giderek yok olmasını sağlayan çok katmanlı bir iklim-çevre felaketini doğurur. Bu da ne “kader” ne “fıtrat”tır! Depremler, seller vb. her türlü doğa olayını afete hatta deyim yerindeyse katliama çeviren rantı öncelleyen sistemdir.

Eyleme geçmeliyiz!

Çevre-doğa-iklimi korumak aslında duyarlı ve insani değerlere sahip her insanın yapması gereken bir eylemdir. Tıpkı eylem yapan İsveçli Greta Thunberg gibi. O “Skokstrejk För Klimetek”-“İklim İçin Okul Grevi” yapmıştır. Düşünün soğukta donarak ölen bir fok balığının resmini gören 11 yaşındaki Deniz Çevikus gibi… Duyarlılık böyle bir şeydir. Gerek Thenberg’in gerekse Çevikus’un seçtiği eylem metodu, bizlere hiçbir şeyin imkânsız olmadığını göstermektedir. Onlar eyleme geçtiklerinde çocuk yaştaydılar. Thunberg’in eylemi o kadar etkili oldu ki, dünyayı sömüren-yok eden, talan eden soysuz harami çeteleri ve onları koruyan-kollayan siyasetçiler ile orduları hemen telaşa düştüler, karalamalara giriştiler.

Elbette Thunberg yalnız değildi ve değildir. Çevikus, Thunberg’in eyleminden etkilenip donarak ölen fok için “Fridays For Future” (Gelecek İçin Cumalar” hareketini, öğrenci olduğu okulda başlattı.

Bu durum, 15 Mart 2019 tarihinde ülkede 2021 yılının ortasında bazı bağımlı medya tarafından görüldü!.. Bu, bir anlamda buz kıracağı olmak ve onun açtığı yolda ilerlemek anlamına geliyor… Gelecek için yapılması gereken şey budur. Bu insanın doğaya saygısını, minnetini ifade etmesinin tek yoludur. Çevikus eylemini şöyle tanımlıyor: “İklim felaketlerinde ölen, yaşam alanını kaybeden, karnını doyuramadığı için göç etmek zorunda kalan pek çok hayvanın olduğunu öğrendim. Gelişmiş ülkelerin karbon emisyonlarıyla sebep olduğu iklim krizi yüzünden hayvanların ölüyor olması beni çok üzdü. Tam o sıralar, bütün dünyada küresel iklim grevi için çağrı yapılıyordu. Ben de pankartımı hazırlayıp İstanbul’daki eyleme katıldım. İklim aktivistliğim böylece başlamış oldu.” (Basından)

Bazen sayfalarca teori yapılır-yazılır. İzahatlar, pratiksel duruşlar vb… Ama tek bir slogan, söz ve bir eylem gibi etkili olamayabilir. Bir türkü, bir şiir, bir slogan en etkili yok edici silahtan daha nitelikle ve nicelikle buluşup onu nitelikli haline getirir. İşte bunun örneklerinden biri…

Çevre ve iklim için mücadele etmek, doğayı yaşatmak ve insanı yaratmaktır. Çevre ve iklim mücadelesi, ideolojik-politik bir mücadeledir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu