Yorum

Taşeron ve güvencesiz çalışma tarzı, sömürünün ve baskının doruğa tırmanması…

Egemenler çıkarları neyi gerektiriyorsa o doğrultuda ekonomi-politika uygularlar. Sınıf karakteri sonucu sermayenin külfeti işçi sınıfına ve halka ödetilir. Bunun sonucu 2. Paylaşım Savaşı ile tahrip olan sistemin onarımı amacıyla ithal ikameci model uygulamaya konmuştur. Ancak 1973-74 krizi ile sistemde oluşan tıkanma, sistemi, uluslararası mali sermayeyi neo-liberalizm denen sömürü modeline itmiştir.

Bu politikanın ekonomik ve sosyal alandaki tahribatları 90’ların başında kendisini hissettirmeye başlamıştır. Öyle ki tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de elde edilen sınırlı sosyal-haklar gasp edilmeye başlanmış ve sömürünün doruğa tırmandırıldığı esnek üretim sürecine geçilmiştir. Bunun sonucu işsizlik artmış, çalışma saatleri uzatılmış, iş koşulları ağırlaştırılmış ve sosyal güvenceden yoksun kısa süreli çalışma tarzı öne çıkarılmıştır.

 

Taşeron ve Güvencesiz Sürecin Öne Çıkarılması…

Uluslararası kapitalizmin tüm dünya çapında uygulamaya koyduğu esnek üretim giderek Türkiye’de de hakim kılınmıştır. Özellikle 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarından itibaren otomobil sektöründe otomasyon sistem ve makine, elektronik, yazılım ve kontrol mühendisliğine dayalı çok kontrollü mekatronik mühendislik dalı giderek gelişmiştir. Bunun sonucu bu üretim dallarında bilgisayar sistemi, robot ve üretim mekanizması daha öne çıkarılmıştır. Doğrudan emperyalist tekellere ve kompradorlara bağlı alanlarda uygulamaya konmuştur. Diğer üretim sektörleri bu boyutlara tırmandırılmamışsa da, geçmişe kıyasla bu sektörler de kendi içinde geliştirilmiş ve esnek üretim sistemi egemen olmuştur.  Bunun sonucu emek-gücü daha üretken olmuş ve daha kapasiteli üretim öne çıkmıştır. Ancak bu gelişme,   çelişkileride beraberinde getirmiştir. Bir taraftan üretimde yer alan emek-gücünün üretim kapasitesi artarak geçmişe kıyasla daha üretken ollurken, diğer taraftan kapitalizmin yeniden üretim sürecinde yer alan emek-gücünde nispi azalma oluşmaya başlamıştır. Bunun sonucu işsizlik hızla artışa geçmiştir. Zaten ülkemizde süresiz varolan işsizlik, günümüz konjonktüründe müzmin bir hal almıştır. 

Geçmişte elde edilmiş tüm haklar, uygulamaya konan esnek-üretim ile gaspedilmiş ve sömürü giderek artmıştır. 21. yüzyılın başından itibaren hızla taşeron ve güvencesiz çalışma tarzına geçilmiştir. Bu çalışma tarzı ile süresiz çalışma hakkı lağvedilmiş ve part-time (kısa süreli) çalışmaya geçilmiştir. Böylece taşeron işçiliği ve part-time çalışma hızla öne çıkarılmıştır. Bunun sonucu, iş bulan ama kısa bir süre sonra tekrar işsiz kalan kitlelerin hızla çoğaldığı bir döneme girilmiştir. İşçi sınıfı sömürünün hızla artırıldığı ve hiçbir sosyal güvencenin kalmadığı bir sürece itilmiştir. Neo-liberalizm mevcut yapıyı tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de güvencesiz kafa ve kol emekçilerinin öne çıkarıldığı sürece sokmuştur. Bu haliyle prekarya (güvencesiz) denilen bu kafa ve kol emekçilerine reva görülen sömürü gibi, uygulanan baskı ve tahakküm de artırılmıştır.

 

İşçi düşmanı yasalar

Nitekim AKP hükümeti tarafından çıkarılan 216 maddelik Torba Yasa ile işçiler üzerindeki baskı mekanizması iyice ağırlaştırılmıştır. Bu yasada süresiz iş sözleşmesi kaldırılmış. 25 yaşına kadar olan gençlere 4 aylık; 25 yaşından büyük olanlara ise 2 aylık deneme önkoşulu konulmuştur. Deneme sonrası işe alınma ise patronun yetkisine bırakılmıştır. Torba Yasa’daki müeyyidelere göre 25 yaşından büyük işçiler için belirli süreli iş sözleşmesi 24 ayı geçmiyor. 25 yaşından küçük emekçilere reva görülen çalışma süresi ise 36 ay.

Ayrıca çıkarılan nakil yasası ile işyerleri çalıştırdıkları işçileri başka illerdeki işyerlerinde çalıştırma yetkisine sahip olmuşlardır. Aksi takdirde çalıştırdığı işçiyi anında işten atabilir. Patrona böyle bir yetki verilmiştir. Ayrıca çalışma sürelerinin belirlenmesi patronların yetkisine tabi kılınmıştır. Ve asgari ücretler düşük tutulmuştur.

Bu taşeron ve güvencesiz çalışma koşulları, işçilerin ruh halinde de olumsuz bir yankı yaratmıştır. Devamlı işten çıkarılma, işsiz kalma korkusuyla çalışmaya itilmişlerdir. Hatta iş bulduklarında sevinen işçiler, aynı zamanda “işten ne zaman çıkartılacağı” endişesiyle çalışmak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla kafa ve kol emekçileri böylesi bir güvencesiz ruh haletiyle çalıştırılmaktadırlar.  Görüldüğü gibi kol ve kafa emekçileri mevcut sistem tarafından sömürünün ve sınıf çelişkilerinin iyice derinleştiği kaotik bir sürece itilmişlerdir…   

Sendikal Örgütlenmenin Daraltılması ve Mobbing

Neo-liberalizm döneminde esnek üretim yaftasıyla dünyada mavi ve beyaz yakalı emekçiler giderek daha fazla  kısa süreli taşeron tarzı çalıştırılarak, uygulanan sınıf baskısı ve sömürü doruk noktasına çıkarılmıştır. Bunun sonucu geçmişte elde edilen ekonomik, sosyal ve siyasal haklar büyük ölçüde lağvedilmiştir. Burjuvazi bunu yaparken işçi sınıfının klasik tarihsel örgütlenmesi olan sendikal örgütlenmeyi iyice daraltmış ve önemli ölçüde kendi denetimi altına almıştır. Sendikal örgütlenme çıkarılan yasalarla ve uygulamalarla pasifize edilmiştir.

Tüm bu uygulamalar Türkiye’de de yerine getirilmiştir. Bunun için emekçilerin sendikal örgütlenmeleri daraltılmıştır. Öyle ki Çalışma Bakanlığı’nın raporlarına göre 12 Eylül öncesi dönemde, 1980 yılında Türkiye’de sendikalara üye toplam işçi sayısı 5.7 milyona çıkarken; bu rakam günümüz konjonktüründe 700 bin civarına düşürülmüştür. Görüldüğü gibi işçi sınıfı, sendikal örgütlenmeden büyük ölçüde muaf tutularak işçilerin aleyhine yasalar çıkartılmış, baskı ve yaptırıma tabi tutulmuştur. Böylece işçilerin geçmişte elde ettikleri mevziler gasp edilerek tasarlanan baskı ve sömürü üst düzeylere tırmandırılmıştır.

Bunun sonucu esnek üretim sürecine girilmiş taşeron işçi statüsüne hız kazandırılmış ve kafa, kol emekçileri giderek güvenceden muaf tutulmuşlardır. Böylece emekçi sınıflar ekonomik, sosyal ve siyasal alanda her türlü haklardan yoksun duruma getirilerek çalıştırılan ama yarınlarına ilişkin belirsiz konumda tutulan güvencesiz işçiler durumuna getirilmişlerdir. Böylece geçmişte elde ettikleri haklar büyük ölçüde lağvedilmiş ve sınıf baskısı üst düzeylere tırmandırılmıştır.

Emekçilerin taşeron koşullarda çalıştırılması sömürüyü artırdığı gibi sendikal örgütlenme dışında tutulmuşlardır. Kısa süreli çalışan mavi ve beyaz yakalı emekçilerin sendikal örgütlenmesi böylece zorlaştırılmıştır.

Ayrıca geçmişe kıyasla işçiler birbirlerinden kopuk bir tarzda ve dar gruplar halinde çalıştırılmışlardır. Dolayısıyla aynı fabrikada çalışan işçilerin bağları ve ilişkileri engellenmeye çalışılmıştır. Sendikalardan yoksun, kısa süreli (part-time) ve dar gruplar halinde çalıştırılan işçilerin mücadele koşulları böylece zorlaştırılmış, işçiler üzerine uygulanan baskı ve tahakküm üst düzeylere tırmandırılmıştır.

Ayrıca bu koşullarda çalıştırılan işçiler, hak talebinde bulunmaları durumunda patronların mobbingin (psikolojik baskı, tehdit, şantaj vb. baskı türü) maruz kalmışlardır. Mobbing, esnek-üretim sürecinde öne çıkarılan bir baskı türüdür. Yapılan tehdit ve şantajlar ile fabrikalarda çalışan, otomobil, elektronik, yazılı vb. mekatronik işyerlerinde, özel ve devlet dairelerinde çalışan kol ve kafa emekçileri devamlı işten çıkarılma vb. tehditlerle mobbing altında tutulmaktadırlar.

Böylece sendikal örgütlenmeleri zayıflatılan, taşeron koşullarda çalıştırılan, birbirlerinden kopuk tutulan, güvencesiz koşullara itilen emekçiler azgın bir sınıfsal tahakküme maruz kalmışlardır. Öyle ki kısa süreli çalıştırılan güvencesiz taşeron işçiler, greve gittiklerinde işten çıkartılmakta ve işsiz kalmaktadırlar. Mobbing çoğu zaman günümüz konjonktüründe işçilerin grev ve benzeri haklarını kullanmalarına da engel teşkil etmektedir. Dolayısıyla greve giden işçiler, daha çok uzun süreli iş sözleşmesine sahip işçilerden olmaktadır… 

Gezi İsyanı’nda, işçiler üzerindeki mobbing, sendikalı işçilerin nispeten pasif kalmalarına neden teşkil etmiştir. Elbette ki emekçi kesimler de bu direnişte yer almışlardır. Ama daha çok sendikal örgütlenmenin dışında ve kendiliğinden bir hatta yer almışlardır. Sendikal örgütlenmenin zorlaştırılması ve baskıya tabi tutulması Plaza Eylem Platformu, Beyaz Yakalılar/Ofis Çalışanları Atölyesi gibi örgütlenmeleri de beraberinde getirmiştir. İleride örgütlenme ve mücadele boyutu daha da netleşecektir.

Dolayısıyla mücadelenin örgütsel durumu ve boyutu devamlı bugünkü atmosferde kalacağı anlamına gelmemelidir. Dolayısıyla mücadeleler devamlı spontane seyir izlemeyecektir. Bu denli sömürü ve baskıya maruz kalan kol ve kafa emekçileri, önümüzdeki dönemlerde olası sosyal patlamalarda daha aktif yer alacaklardır. Sınıf çelişkilerinin gelişmesi ve baskıların birikimi emekçi sınıfları doğrudan daha öne çıkaracaktır. Giderek gelişen sınıf mücadelesinin doğal yasasıdır bu…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu