Makaleler

Toprak kavgaları, toprak devriminin yakıcılığını gösteriyor

Son dönemde toprak paylaşımı sorunu nedeniyle aileler, aşiretler arasında kavga ve ölümlerle sonlanan anlaşmazlıklar toprak sorunun yakıcılığını daha açık bir şekilde gündeme getirmiştir. Farklı illerde bu nedenle yaşanan sorunlar T. Kürdistanı’nda daha ağır sonuçlar doğuracak bir hal almış durumdadır. Diyarbakır’ın Bismil, Silvan, Hazro, Lice ve Ergani ilçeleri ile Batman, Muş ve Mardin’de yaşanan kavgaların hepsi arazi-toprak paylaşımı sorunu yüzünden yaşanmıştır. Sadece T. Kürdistanı’nda değil örneğin Ordu’da 10, 17 ve 18 Ağustos tarihlerinde arazi anlaşmazlığı nedeniyle yaşanan kavgalarda 5 kişi, Düzce’de 19 Ağustos’ta benzer nedenle yaşanan kavgada 2 kişi hayatını kaybetmiştir. (22.08.2013, Milliyet) Bunlar bildiğimiz, medyaya yansıyan olayladır. Aynı nedenlerle farklı bölgelerde pek çok sorun yaşandığını söyleyebiliriz.

Yaşanan olayların hepsinin de toprak sorunu ile ilgili olması bir tesadüf değildir. Türkiye’de özellikle T. Kürdistanı’nda toprağın mülk edinme biçimi ağırlıklı olarak feodaldir. Toprak üzerindeki üretim ilişkisi de yine ağırlıklı olarak yarı-feodaldir. Bir tarafta kapitalizm öncesi feodal mülkiyet biçimi diğer tarafta kapitalist mülkiyet biçimi mevcuttur. Küçük, orta, zengin köylülük, küçük ve büyük toprak ağalığı mevcuttur ve bu toplumsal katmanlar toprak üzerindeki feodal mülkiyet biçimi temelinde ayrıştırmıştır.

Köylülüğün ezici çoğunluğu -ki buortalama bir rakam olarak yüzde 70 demektir – geçimlik temelde üretim yapmaktadır. Sahip olduğu sınırlı miktardaki toprakla bundan daha fazlasını yapmak mümkün değil. Bunun yanı- sıra zengin köylülük, küçük ve büyük toprak ağaları ellerindeki topraklar üzerinde köylülere yarı-feodal temelde bir üretim ilişkisi geliştirmenin yanında salt ücretli emekçi çalıştırarak kapitalist üretim de gerçekleştirmektedir. Öte yandan kapitalist tarım şirketleri, bankalar, tüccarlar tarafından mülk edinilen veya işletilen tarım arazileri de mevcuttur ve buralarda kapitalist üretim ilişkisi söz konusudur. Toprak üzerindeki bu mülkiyet ve üretim ilişkisi ezilen, sömürülen, açlık ve yoksulluk içinde yaşanan milyonlarca köylü demektir ve her daim çatışmanın, mücadelenin nedeni, temelidir.

Özellikle yoksul köylülüğün küçük ve orta toprakları ya hile ve zorla ya toplulaştırma ya da ödeyemediği borcu vb. nedenlerle ellerinden alınmaktadır. Bu durum, sorunu ağırlaştırmaktadır.

 

Bakan’dan saçma(lama)lar!

Arazi kavgası ile ilgili Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker: “… Tamamen kültürel ve silahlanmaya bağlı. İnsanların öfke kontrolü yok. O olaylar ramazan ayında oldu, sıcakta oldu. Bu olayların çoğunda otomatik silah var. Tetiğe bir kere basıyorsun 75 tane kurşun sıkıyor. Ve uzun namlulu silahlar bunlar. Bu maalesef kültürel bir problem” açıklamasında bulundu. (29.08.2013, Milliyet)

Bakanın bu açıklaması devlet geleneğinin anlayışı bakımından şaşırtıcı değil aslında. Bakan halkın aklı ve mantığıyla dalga geçmektedir. Kendisi de toprak ağası olan Mehdi Eker, yaşanan olayların nedenini bilmiyor olamaz, ama bilinçli bir şekilde çarpıtmayı tercih ediyor. Hem toprak ağası hem de bir bakan olarak uygulanan politikaların yol açtığı sorunları gizlemek için sorunu Ramazan ayı, oruç, açlık ve silahla açıklıyor. Bu tür olaylar ne sadece bu yıl ve ramazan ayında ne de ilk defa ve T. Kürdistan’ında yaşanıyor. Bakan başka zamanlarda benzer nedenlerle yaşanan ve yaşanacak bu tür olayları hangi mevsimle açıklamayı düşünüyor acaba? Bu kadar sorumsuz, ciddiyetsiz ve halkın aklıyla alay eden, onu aşağılayan bir yaklaşım insanların hayatlarını, yaşanan olaylarda hayatını kaybedenleri umursamamak anlamına gelir. Eker toprak ağası bir bakan olarak istediği gibi saçmalayabilir ama bu onun da yaşanan olaylardan sorumlu biri olduğunu değiştirmeyecektir.

 

Ulusal Hareketin yaklaşımına dair

Bu olaylarla ilgili ulusal hareketin yaklaşımının da genel olarak yüzeysel ve sorunun esas nedeni ve çözümünden uzak olduğu söylenebilir. Yaşananların  toprak sorunundan kaynaklandığı kabul edilmekle birlikte sorunun çözüm yönteminin kitlelerin demokratik katılımcı bir yapıda örgütlenmesinden geçtiği savunulmaktadır. (29.08.2013 Delil Karakoçan, Özgür Gündem)

Aynı yazıda sorun ile ilgili olarak başka bir noktaya şöyle dikkat çekilmiştir: “Diğer bir şey ise, aşiretçi feodal yapıların ‘siyaset sınıfı’ tarafından ‘oy ve nüfus’ kaygısıyla aşırı önemsenmesi, tolore edilmesidir. Hatta ‘toplumsal suç’ kapsamına girecek bazı olaylara karışmalarına rağmen izole edilmeyişi, kanlı olayları tetiklemiş, sosyal devrime karşı konumlanmalarına objektif olarak sunulmuştur.” 

Sorunun PKK gerillalarının sınır dışına çekilmesi ile başlamadığı ve onunla sınırlı olmadığı açıktır. Ulusal sorunun-çelişkinin ağırlığı bu sorunları öteleyen, ikinci plana iten gerçekliği bugün “çözüm süreci”ne bağlı olarak değişmiş ve toprak sorununun yakıcılığının kendini göstermesine fırsat sunmuştur. Ulusal hareket niteliği gereği yukarıda da belirttiği gibi feodal sınıfları, ağaları karşısına almayıp onlarla uzlaşmakta, onların ekonomik ve siyasal nüfusunu korumasına ve güçlendirmesine dokunmamaktadır. Her şeyden önce bu sınıflar kendi iktisadi ve siyasi gücünün zayıflamasına izin vermez, bunun için savaşır.

Ulusal hareket bunları bire bir karşısına almak yerine, uzlaşarak sorunun bu sınıflarla demokratik katılımcı yönetim ve yöntemlerle çözülebileceğini düşünmektedir. Bu sınıfların sosyal ve iktisadi dayanaklarıyla mücadele etmeden, ortadan kaldırmadan sınıf konumlarını-nüfuzlarını terk edeceğini, taviz vereceklerini düşünmek hayalperestliktir. Diğer yandan bu sınıflar, ancak iktisadi, sosyal, siyasal dayanaklarını-gücünü yıkmayı hedefleyen bir devrimle ortadan kaldırılabilir ki ulusal hareket hem sınıfsal niteliği hem de programı itibariyle bunu gerçekleştirmekten uzaktır. Demokratik katılımcı yönetim ve örgütlenmenin hedefi de zaten bu sınıfların sınıfsal konumunu-dayanağını yıkmayı değil uzlaşmayı, onlardan bazı tavizlerde bulunmayı içeriyor. Toprak ağaları kendi topraklarını paylaşacak, onun üzerindeki sahipliğinden vazgeçecek, taviz verecek kadar sınıf bilincinden, aidiyetinden uzaklaşmış değildir! Dolayısıyla bu sınıfları hedefine koymayan hiçbir yöntemin sorunun gerçek anlamda çözümünü sağlayamayacağı açıktır.

 

Demokratik katılımcılık değil Yeni Demokratik Devrim

Yaşanan olaylar yarı-feodal üretim yapısının ürettiği sorunlardır. Çözüm de bu yapı ve ilişkilerin hedeflenmesiyle mümkündür. Sorunları sosyal bakımdan açıklamaya çalışan ama sorunun toprağa bağlılık yani geçim ve üretim aracı olan toprak paylaşımındaki eşitsizlik ve çelişkilerin ürünü olduğunu görmeyen, bunlar üzerinde durmayan yaklaşımlar yüzeysel olmanın ötesine geçemeyecektir. Sorunun sosyal boyutu onun iktisadi ilişkilerinin bir sonucudur. Yarı-feodal üretim tarzının hâkimiyeti bu tür sorunların yaşanmasını kaçınılmaz kılmaktadır.

Dolayısıyla sorunun sosyal boyutu da onun nedeni üretim tarzı ve bunun dayanağı olan toprak ağalarının hâkimiyetine son vermekle çözülebilir. Bunun hedeflenmediği, gerçekleşmediği yerde sorunun sosyal yönünü çözmeyi düşünmek iyi niyetli bir yaklaşım olarak kalacaktır.

Gerçek anlamda bu sorunun çözülmesini dert edenler proletarya önderliğinde köylülerle ittifak halinde gerçekleştirilecek ve büyük toprak ağalarının topraklarına el koyarak köylülere dağıtmayı hedefleyen demokratik halk devrimi mücadelesine katılmalı, bu mücadeleyi destekleyerek bu yönde çözüm üretmeli çaba harcamalıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu