GüncelMakaleler

YORUM | Kızıldeniz’de Gerilimler

7 Ekim sonrasında artan gerilimler içerisinde Kızıldeniz yeniden çatışma alanına dönüşmüştür.

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail yerleşim yerlerine düzenlediği saldırılar sonrasında, zaten gerilimli olan Ortadoğu, daha fazla gerildi. En fazla gerilimin yaşandığı bölgelerden birisi de Kızıldeniz oldu.

Devletli toplumların 5 bin yıllık tarihi boyunca Ortadoğu’nun jeostratejik önemi, devletler arası gerilimlerin gerekçesi olmuş ve Kızıldeniz de bu jeostratejik konumun bir parçası olarak daima gerilim/savaş alanı olmuştur. 7 Ekim sonrasında artan gerilimler içerisinde Kızıldeniz yeniden çatışma alanına dönüşmüştür.

Kızıldeniz, dünya ticaretinin yaklaşık % 10’una ve 2,4 trilyon dolara tekabül eden (Hürriyet, 20.12.2023) bir deniz ticaret yolunun önemli parçasıdır. Dünya ticaretinin yaklaşık % 80’inin deniz yoluyla yapıldığı hatırlanırsa Kızıldeniz’in dünyanın en önemli deniz yollarından birisinin ortasında (Akdeniz, Kızıldeniz, Umman Denizi, Hint Okyanusu, Güney Çin Denizi, Doğu Çin Denizi) bulunuşu dolayısıyla bütün bölge devletleriyle hegemon devletlerin ana ilgi odağı arasında bulunması daha anlaşılır olacaktır.

Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayan Süveyş Kanalı ile Aden Körfezi ve Basra Körfezi’ndeki Hürmüz Boğazı, yıllardır, dünyanın petrolünün % 40’ının geçişini sağlamaktadır. Dolayısıyla hem enerji ulaşımı hem de ticaretin geneli açısından Kızıldeniz stratejik önemi sahiptir. Bu stratejik önemi dolayısıyla Kızıldeniz’in rotası, Pekin ile Atina arasındaki deniz yolunu yaklaşık 15 bin kilometre kısaltarak Afrika’nın güneyinden dolanmayı gereksiz kılıyor. Böylece çok büyük mali avantajlar yaratıyor. Tam da bu nedenle Kızıldeniz, 5 bin yıldır hegemon dalaşının merkezinde yer almaya devam ediyor.

7 Ekim sonrasında Kızıldeniz’de gerilimlerin artmasına paralel Ortadoğu genelinde lokal çatışmalar artmıştır. Zaten çatışmalar ve iç savaşlarla boğuşan Yemen’de ise bu durum daha fazla şiddeti ortaya çıkartmıştır. 1990 yılında birliğini sağlayan Yemen, bugüne kadar çatışmasız bir yıl yaşamamıştır. Yemen şu an fiilen üç bölgeye ayrılmıştır. Sünni hükümetin yönettiği doğu, Ayrılıkçı Sünnilerin yönettiği güney ve Ensarullah Hareketi’nin (Zeydi-Husiler) yönettiği batı bölgeleri birbiriyle çatışma halindedir.

Bu çatışmalı durumun yarattığı zayıflık, bütün hegemon/emperyal devletlerin bu bölgeye müdahil olabilmesini kolaylaştırıyor. S. Arabistan Devleti ve hamisi ABD emperyalizmi, Yemen’in merkezi hükümetini desteklerken; Birleşik Arap Emirlikleri, güneydeki hareketi destekliyor. İran Devleti ve hamisi Rusya emperyalizmi ise Ensarullah Hareketini (Husiler) destekliyor.

Şii-Zeydi olan Husi aşiretler, Şii-İmamiye mezhebine yaslanan İran Devleti’nin desteğiyle, Sünni-Hanbeli ağırlıklı olan Filistinli Hamas’ın direnişine destek veriyorlar. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile kristalize hale getirilmeye çalışılan Şii Cephe ile Sünni Cephe kutuplaşmasının aykırı bir gücü olan Filistin Direnişi, hem Sünni hem Şii, hem Harici dindarların, dini örgütlerin, devletlerin hem de liberal, milliyetçi veya Marksist örgütlerin de küresel çaplı desteğini alabiliyor. Bu küresel desteğin etkisiyle birlikte Şii-Zeydi Husiler 7 Ekim sonrasında İsrail Devleti’ne ait gemilerle bu devlete destek veren devletlere kayıtlı gemilere saldırılar düzenlemeye başladı. Pekçok gemi battı veya yara aldı. Bu durum Kızıldeniz hattının ticari ve askeri açılardan güvensizleşmesini sağlarken, sigorta maliyetlerini kısa süre içerisinde 10 kat artırmıştı. Ulaşım süresinin artmasına da neden olan bu durum ulaşım maliyetlerinin büyümesine yol açtı.

Husilerin yarattığı bu güvenlik tehdidine ve ticari kayba karşılık ABD emperyalizmi öncülüğünde İngiltere, Bahreyn, Norveç, Kanada ve İspanya tarafından “Refah Muhafız Operasyon Gücü” oluşturuldu. Bu güç, Husilere sık sık füze ağırlıklı karşı saldırılar düzenliyor. Husiler bu saldırılar karşısında tutumlarını değiştirmeyip her saldırıya, saldırıyla karşılık veriyorlar.

İran ile ABD veya İsrail Devleti’nin Lübnan ile Suriye arasında 7 Ekim’den beri süren onlarca küçük ölçekli saldırının bir yansıması ya da devamı sayılabilecek olan, Aden Körfezi ve Batı Yemen’deki saldırılar, Ortadoğu’daki bölgesel dengelerle bu dengeleri biçimlendirebilen küresel dengelerden etkilenmektedir.

Kızıldeniz’deki gerilimler bize yerel, bölgesel ve küresel dengelerin veya gerilimlerin nasıl içiçe geçtiğini bir kez daha gösterdiği gibi iktidar/güç ilişkilerinin sınıfsal, dinsel ve etnik kimliklerin adeta doğallaşması sebebiyle sınıfsal çatışmaların gözardı edilebilmesine sıkça tanık olabiliyoruz. Dolayısıyla İsrail Devleti’nin Filistin işgali ve Filistinlileri katletmesi gibi Şii-Zeydi Husilerin saldırılarını hala sadece dini nefret/kimlik veya etnik nefret/kimlik eksenli açıklama gayreti içerisinde olanlar, ana akım medyalarda boy gösterebiliyor.

Ortadoğu, hegemon/emperyal devletlerin güç dalaşının merkezinde yer alırken, Filistin sorunu veya Kızıldeniz sorunu da bu güç savaşlarına göre biçim almaktadır. Oysa ekonomik gücün politik-askeri gücü temellendirirken, bu güç tarafından yapılaştırılması (yani bu güçlerin birbiriyle bağlılaşıklık ilişkisi içerisinde oldukları) gözönüne alınınca, Ortadoğu’daki bütün sorunların bu güç dalaşları/ilişkileri kapsamında ele alınması gerektiği daha açık görülebilir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu