GüncelMakaleler

SÖYLEŞİ | Hakkı Özdal : “Ekonomik Kriz ya da Boş Tencere, Politik Fetiş Nesnesine Döndü”

Türkiye’ye ve unsurlarına Türk ve Kürt halkının sorunlarına yalnızca seçim düzleminde, seçim kampanyası düzleminde bakmanın yetersizliği ve zamansızlığı ortaya çıktı.

14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ardından pek çok yazar, araştırmacı Türkiye devrimci, ilerici yurtsever hareketi gibi açığa çıkan sonuçlara dair tartışmalar yürütüyor. Seçimleri ve ortaya çıkan sonuçları Hakkı Özdal ile tartıştık. Özdal, AKP’nin, krizi güya hafifleten hamlelerinin “burjuva muhalefet” ve birçok kesim tarafından gözden kaçırıldığına dikkat çekti.

– 14 Mayıs ve ardından 28 Mayıs seçimlerini en genel hatlarıyla nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu sorarken aslında işsizlik, yoksulluk ve ekonomik krizin derinleşmesine rağmen, depremin yıkıcı etkisine rağmen R.T.Erdoğan’ın bu düzeyde oy almasını nasıl okumak gerekiyor demek istiyorum?

– Seçimin yarışan iki büyük tarafı; cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışan iki büyük tarafı aslında egemen sınıfın, Türkiye’deki egemen sınıflar kompozisyonunun iki farklı yönelimini hem devlet açısından hem de Türkiye kapitalizminin geleceği açısından iki farklı yönelimle temsil ediyordu. Erdoğan, yaklaşık 20 yıldır yönetiyor Türkiye’yi ama son 3-4 yıldır daha çok yatırım, üretim, ihracat, istihdam diye tanımladığı küçük, orta ölçekli sermayeye yaslanan aynı zamanda Türkiye’deki dinsel, milliyetçi güçleri bir politik çatı altında toplayan bir yönelimdeydi.

Buna karşılık, başta büyük sermaye, TÜSİAD sermayesi olmak üzere, küçük burjuvazinin çeşitli katmanları, yaşam koşulları gerilemiş meslek sahipleri, doktor, mühendis, öğretmen gibi meslek sahiplerinin içinde toplandığı bir ikinci blok vardı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olduğu Millet İttifakı. Bunların arasındaki bir yarıştı esasen. Türkiye kapitalizminin ne yöne gideceğine dair uyuşmazlıklar, bu iki kamp arasındaki farklılıkları gösteriyordu.

Bunlardan bir tanesi kazandı. Şunu söylemek lazım; bu seçim gerçekten Türkiye tarihinin en adaletsiz koşullarda yapılmış, belki de sonuçları açısından en şüphe altında olması gereken seçim ama buna rağmen, ortaya çıkan tabloyu da gerçekçi değerlendirmek lazım. Bu seçim yalnızca çalmayla, hileyle açıklanabilecek bir seçim değil. R.T.Erdoğan kazandı.

Şu ya da bu şekilde bir başarı elde etti. Bunun çeşitli nedenleri var. Birincisi, resmi muhalefet, ana akım muhalefet yani Millet İttifakı. Ekonomik sorunların kendiliğinden sonuç üreteceğini varsaydı. 2022 yılının başında, Ocak ayında özellikle büyük şehirlerde, pahalılığa karşı kendiliğinden bazı eylemler ortaya çıkmaya başlamıştı.

Aynı dönemde Trendyol işçilerinin, çorap işçilerinin, genellikle emek yoğun sektörlerde ucuz işgücü olarak çalışan kesimlerin enflasyona karşı yine kendiliğinden eylemleri ortaya çıkmıştı. Resmi muhalefet, bunların durmasını istedi. Açıkça bu eylemleri sahiplenmedi, durmasını istedi ve sandığı işaret etti. “Sandık gelecek, sandıkta göndereceğiz” dedi. Hataya burada başladılar. Sokakta desteklenmeyen, toplumun kendi sorunları etrafında doğrudan katılmadığı bir siyasetin, Erdoğan’ın devasa devlet ve medya gücü karşısında handikabı büyüyordu. Birinci sorun bu.

Ekonominin kendiliğinden sonuç üreteceğini düşündüler. Ekonomi daha önce sonuç üretti Türkiye’de ama en kötü koşullarda bile sarı da olsa mesela Türk-İş Sendikası, Ankara’ya 100 bin işçi yığabiliyordu. Örgüt, işçi sınıfının örgütlü kesimleri politik sahnede müdahil olabiliyordu. Bugün bunun koşulları tamamen ortadan kalkmışken, sokağı sadece iktidar değil muhalefet de yasakladı. Sorunlardan bir tanesi bu.

İkincisi; ekonomik kriz genellikle şehirli sınıfların, şehirli emekçilerin, geçmişte beyaz yakalı diye tabir edilmiş şehirli emekçilerin daha derinden yaşadığı bir sorun oldu. Sabit ücretleri geriledi. Bunların yaşadıkları kentlerde başta kiralar olmak üzere tüm geçim araçları çok pahalılaştı.

 

“İnsanlar, durumun eskisinden daha kötü olduğunu hissetmediler!”

 – Benzer bir durum Kılıçdaroğlu/ Millet İttifakı için geçerli. Ağırlaşan bu ekonomik ve sosyal krize rağmen burjuva muhalefet neden kabaca söylersek “yerinde saydı”?

– Ekonomik kriz ya da boş tencere, bir politik fetiş nesnesine döndü. Her şeyi çok kolaylaştıracağı varsayıldı. Fakat Erdoğan’ın eli boş durmadı. Yeterince dikkate alınmamış birkaç hamle yaptı Erdoğan. Bunun sonuçlarına biz de arkadaşlarımızla bakmaya çalışıyoruz. Bir tanesi EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) için yapılan atılan adım.

Doğrudan oy getirip getirmemesinden bağımsız olarak söylüyorum. Emekçi sınıfların gündelik yaşamında sahte de olsa bir ferahlama yarattı mı, yaratmadı mı? Mesela buna muhalefet bakmalıydı. İkincisi; asgari ücrete Aralık ayı ortasında yapılan ve Ocak’tan itibaren geçerli olan ikinci zam. Temmuz ayında yeniden zam yapılacağı açıklandı.

Neredeyse asgari ücretin yılda 2 zamma otomatikman bağlandığı koşullarda özellikle küçük işletmelere kredi pompalaması da yapıldı. Bütün bunlar, özellikle Anadolu’da yaşanan krizin boyutunu biraz değiştirdi ve muhalefet bunu okumakta zorlandı. Çünkü Anadolu ile ilişkisi şehirle ilişkisi gibi sınıfsal bir temelde değil.

İnsanların politik eğilimlerine, sesi çok çıkanın yaptığı gürültüye bakan bir eğilim baskın muhalefette, hala da öyle. Bu yüzden, örneğin istihdamda büyük bir kayıp olmamasının politik sonuçları zayıflatabileceği gerçeğini görmekten uzak kaldılar.

Bu şu anlama geliyor; -bunu başkaları da söyledi, ben bunu söyleyen akademisyenlerden, diğer arkadaşlardan da yararlanarak söylüyorum- Anadolu’da yoksulluk sorununa, hane içinden, aile içinden daha fazla kişinin sömürüye katılmasıyla yani daha fazla kişinin düşük ücretle işe girmesiyle bir geçici direnç oluşturuldu. Yani istihdam ürettiler.

Kredi ile şirketlerin batmasını engellediler, kredi pompaladılar. Erdoğan’ın “ucuz faiz” politikası sadece dinsel bir taassup, bir saplantıdan kaynaklanmıyor. Hatta en az bundan kaynaklanıyor. O, bu politikayı sürdürürken toplumun geniş kesimlerini başka bir ideolojik kılıfla da sarmanın yolu olarak cisimleştiriyor. Ama düşük faiz esasen Erdoğan’ın sosyal-sınıfsal tabanını oluşturan küçük orta işletmenin, burjuvazinin bir kanadının batmama, şirketini yüzdürme talebinin doğrudan bir sonucuydu.

Bunlar batmadı hatta ufak tefek de olsa yeni yatırımlar yaptılar. Yeni istihdam alanları açıldı. Savunma sanayinin etrafında büyük bir KOBİ tesisleşmesi oluşturuldu. Bu yeni istihdam hem göçmen emeğinden, -seçimde de çok tartışma konusu olmuş göçmen emeğinden- hem de yerli ucuz iş gücünden yararlandı.

Hem sermaye kazandı hem de işçisi, özellikle Anadolu’daki kesimleri doğrudan yıkıcı sonuçlarını yaşamadılar krizin. Çünkü bir eve, bir asgari ücret yerine iki bazı durumlarda üç asgari ücret girmeye başladı ve bir yanılsama da olsa insanlar, durumun eskisinden daha kötü olduğunu hissetmediler.

– Aslında orada bir emek sömürüsü var ama sonuçta aynı zamanda bir istihdam da var…

– İstihdam var, emek sömürüsü var. Sözde bir eğitim var. Aslında eğitim dışında her şey var. Yani çocuk emeği sömü rüsünün de sisteme katıldığı ama özellikle yoksul aileler için, sınıf bilinci geri aileler için eve giren gelirin arttığı koşullarda mazur görülebilen, ekonomik sorunların bir kısmını geçici olarak daha az gösterebilen bir durum oluştu.

Çocuk mesela 2 bin 700 TL, 2 bin 600 TL gibi para alıyor. 1.000 lirasını ailesine versin. Anadolu’da bir bireyin bütün faturalarını öder. 1.600 lirayla da kendisi bir Anadolu kentinde, örneğin Antep’te, Maraş’ta öğrenci olarak haftalık 400 TL harçlıkla kendisini iyi ve işlevli hissedebilir. Hâlbuki geleceği elinden alınıyordur o esnada.

Bütün bunların toplamıyla Erdoğan, özellikle Anadolu’daki emekçi sınıflar üzerindeki etkisini büyük oranda korudu. Büyük kayıplar var. Partisi % 35’e düşmüş durumda. Bu gerçekleri unutmamak lazım ama hala Erdoğan’ı % 50 civarında tutan direnç, emekçi sınıfların bir kesiminden aldığı oydan kaynaklanıyor.

Türkiye’de çok yüksek oy alan bir partinin işçilerden oy almaması düşünülemez. Türkiye’nin en büyük ve toplumsal gücü, henüz biraraya gelmemiş olsa da yaklaşık % 70’i ücretli emek.

 

Türk ve Kürt halkının sorunlarına yalnızca seçim düzleminde bakmanın yetersizliği ve zamansızlığı…

– Küçük işletmelerle ilgili olarak vurgu yaptığınız kısmı biraz daha açar mısınız? Kamuoyunda daha çok birçok esnafın kepenk kapattığını, küçük işletmenin, küçük şirketin iş yerini kapattığını okuyoruz…

– 2022’nin başında az önce de söz ettiğim sokak gösterileri, bir başlangıç olarak ortaya çıkarken esnafta da bazı kriz alametleri, batmalar görüldü. Pandemide özellikle ve hemen sonrasında. Büyük şehirlerde daha yaygın bir görüntü oldu bu.

Fakat mikro işletme denilen çoğunlukla aileden bir kişi, iki kişi yani istihdamda sıfır ila 8 kişi çalıştıran işletmelerde ucuz kredi kanalları açıldı. Eylül 2021’de Erdoğan’ın “düşük faiz politikası” diyerek aktardığı aslında buydu. Ucuz kredi politikasını açarak hem batış trendini durdurdu hem de çok sayıda yeni işletmenin açılmasını sağladı. Bugün Türkiye’de, Türkiye tarihinde görülmemiş bir ölçeğe ulaşmış durumda bu mikro işletmeler.

 – Bu seçim sürecinde siyasal alana damgasını vuran söylemler, devrimci ve ilericilere ne anlatıyor veya anlatmalı? Sözgelimi gelişen milliyetçi söylem, Kürt düşmanlığı, Alevilere yönelik saldırılar… Bunlar kısmen Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu’nun da özellikle ikinci turda sarıldığı söylemler. Bunlar ona kazandırdı mı? Bunu biz devrimciler nasıl okumalıyız sizce?

– Bu seçimin Türkiye tarihi açısından orijinal yanlarından bir tanesi, özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye solunun çok önemli bir bölümünün hem tarihsel olarak hem güncel olarak geleneklerini, bir adayın etrafında destek düzeyinde birleştirmesi oldu.

Bunun, Türkiye solunun uzun zamandır yaşadığı, halen de yaşamakta olduğu sorun ve gelişmelerle bağlantısı vardır. Sol bunu kendi içinde, sosyalistler bunu kendi içinde tartışacak. Buradan bazı sonuçlar, bazı dersler çıkartacaklardır.

Ben şimdi bugün bitmiş bir seçime, sosyalistlerin tümünü yanlış bir taktik ya da yönelimde olmakla suçlama ehliyetinde görmüyorum kendimi. Türkiye’ye ve unsurlarına Türk ve Kürt halkının sorunlarına yalnızca seçim düzleminde, seçim kampanyası düzleminde bakmanın yetersizliği ve zamansızlığı ortaya çıktı.

Şöyle bir tablo var; büyük şehirlerin önemli bölümünde, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin; geniş emekçi sınıfların yaşadığı kentler bunlar. Muhalefet önde bitirdi seçimi. Türkiye nüfusunun en yoğun olduğu şehirler var; Diyarbakır, Van. Kürt hareketinin de desteğiyle. Ama buna rağmen Erdoğan seçimi kazandı.

Arada 2 milyon 100 bin civarında bir fark var. Bu 2 milyon 100 bin fark nasıl oluştu? Sandık ve oy saymak açısından söylemiyorum ama şöyle bir tablo var. Konya’da Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na 600 bin oy fark atmış.  Kayseri’de Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na 400 bin oy fark atmış. Bakın sadece iki şehir saydım. 1 milyon oy yani aradaki farkın yarısı iki tane şehirden geliyor. 400 bin oy fark da yaklaşık olarak yurtdışından geliyor. Türkiye’de yaşamayan insanların kullandığı oylar.

Bunun içine Sivas’ı, Malatya’yı katınca… Kayseri’deki, Konya’daki, Maraş’taki sanayileşmeyi, orada oluşan işçi sınıfının örgütsüzlüğünü, kendi çıkarlarının aleyhine davranma eğilimini analiz etmeli bence sol. Sosyalist solu kastediyorum. Ne yapıp edip oralara girmeli. Türlü yollarla yapmalı bunu, Türkiye sosyalist hareketi geçmişte bunu başardı.

1970’teki devrimci kopuşta devrimci gençler bizim bugünkü devrimci hareketimizin toplam tüm devrimci hareketlerin bir tür kurucu liderleri buna örnek. İnsanları salt dinin etkisinde, tarikatların etkisinde, milliyetçiliğin etkisinde, tütsülenmiş kafalarla Erdoğan’a oy veriyorlar vb. demeden, özellikle şehirli küçük burjuvaların kimi zaman depremzedelere bile öfke duymasına yol açan nihilizme saplanmadan hareket etmeli; hem yaşadığımız ülkeyi anlamak hem kendi insanların sorunlarını ve çözümsüzlüklerini anlamak ve onlarla birlikte bir çözüm üretmenin yollarını bulmak gerek.

Bunun çok zorlu, iğneyle kuyu kazacak kadar zorlu bir iş olduğunu biliyorum ama bizim işimiz hep zordu. Sorun sadece bu seçimde nasıl bir tutum takınıldığı değil. Bu seçimde takınılan tutuma da yol açacak şekilde genel stratejiyi gözden geçirmek, Türkiye sosyalist hareketinin genel stratejisini gözden geçirmek gerek.

Kaldırıp atmak, tamamen değiştirmek anlamında söylemiyorum ama emekçi sınıfların tüm katmanlarıyla yeniden ve işlevli ilişkiler kurmak, doğrudan sosyalist hareketleri emekçilerin kendi örgütleri haline getirecek yollar aramak lazım.

Sadece Erdoğan’ın çok oy aldığı yerlerde değil Kılıçdaroğlu’nun çok oy aldığı yerlerde de toplumla daha organik ilişkilerin kurulması gerekiyor.

 

 “Emekçi sınıflar nezdindeki itibarı daha da zayıflamış bir rejim ortaya çıkacaktır!”

– Bahsini ettiğiniz uzaklaşma aynı zamanda işçi sınıfıyla, proletaryayla bir uzaklaşmayı içeriyor mu?

– Evet, içeriyor. Bunun birincisi fiziki yanları var. Sosyalist solun işçi sınıfından fiziken uzaklaşması gibi bir sorun var. Sendikalarda olmamak, fabrikalarda olmamak vs.

İkincisi bence teorik düzeyde de sorunu daha fazla anlayacak arayışları geçmişe göre daha az yapıyor bir süredir sosyalist hareket. Bugün Anadolu’da çıkan manzaraya İstanbul’un, İzmir’in, Ankara’nın emekçi semtlerinde çıkan manzaraya sadece seçimle değil genel olarak çıkan manzaraya bakıp, Türkiye haritasını belki bir kez daha önümüze alıp Türkiye’de nasıl bir işçileşme var, bu, safları her geçen gün genişleyen işçi sınıfı hangi koşullarda yaşıyor vb. diye sormak lazım.

– Bundan sonrası için emek-sermaye çelişkisi üzerinden bakacak olursak ne yaşanacak sizce ve ne yapmak gerekiyor?

– Seçim bitti ve taraflardan biri kazandı. Şimdi bundan sonrası Erdoğan ve iktidarı artık bu bir koalisyon iktidarıdır bu arada. Erdoğan’ın şahsında cisimleşen Başkanlık rejimi % 10’u MHP’den, % 5’i Yeniden Refah ve diğerlerinden gelen bir çok hisseli bir iktidara dönüştü. Bu bir koalisyon, Erdoğan’ın günlerdir Bahçeli’yle, diğer ittifak bileşenleriyle yaptığı görüşmeler, hatta Sinan Oğan’ın bakan olup olmayacağı tartışmaları artık Erdoğan’ın da bir koalisyonu olduğunu, adını koymak zorunda kaldığını gösteriyor.

Şimdi Erdoğan bu koalisyonu idare etmek zorunda. Bir yandan da seçime ve seçim sonrasına ertelediği ekonomik sorunlarla karşılaşacak. Kur sorunu, faiz sorunu, enflasyon sorunu, ücretlerdeki gerileme, özellikle enerji maliyetlerindeki artışın bugüne kadar ucuz krediyle yüzdürülmüş küçük işletmelerde yol açacağı iflaslar, belki bunun ortaya çıkartacağı işsizlik Erdoğan iktidarını zorlayabilir ve emekçi sınıflar karşısındaki itibarını daha da zayıflatabilir.

Zaten zayıflamış durumda. Partisinin oyu % 35, bu gerçeği tekrar etmek istiyorum. Hatta bu oyun içinde Hüdapar ve DSP de var. Bu oran 2002’deki oyuna tekabül ediyor. Başlangıca döndüler, başlangıca söndüler aslında. Ortaya, emekçi sınıflar nezdindeki itibarı daha da zayıflamış bir rejim çıkacaktır. Bu iktidarın, bundan sonra emekçi sınıfların yaşantısını daha ileriye götürebilecek bir yönelimi yok.

Buna niyeti yok zaten ama niyet etse bile bunu yapmasını engelleyecek bir sermaye ittifakı aynı zamanda bu iktidar. Sermaye de şimdiden çok daha yüksek sesle talepkâr olmaya başladı Erdoğan ve rejiminden. Bu ikisinin yani emekle sermayenin taleplerini birarada götürmesi çok çok zor olan iktidar, yeni dönemde daha fazla emek mücadelesiyle sınanabilir. Bence solun şimdiden hazırlıklı olmaya başlaması gereken şeylerden bir tanesi de bu.

Önümüzdeki süreç işsizliğin, durdurulamayan enflasyonun yeni sorunlara yol açtığı, işçi sınıfında AKP ve Erdoğan’a karşı ümitsizliğin güçlendiği bir dönem yaratabilir. Bu, radikal uç sağ hareketler için, göçmen sorununu kaldıraç gibi kullanan Zafer Partisi gibi Yeniden Refah Partisi gibi uç, milliyetçi ve dinci hareketler için de bir ortam yaratabilir.

Ama meydan onlara bırakılmazsa emekçi sınıfın kendi öz mücadelesinin, solun, sosyalistlerin de güçleneceği bir ortam olabilir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu