GüncelMakaleler

GÜNCEL | Süper Kupa ile Birlikte Yükselen Şovenizm ve Kapital

"Bütün cinsel yönelim ve kimliklerin özgür yaşayacağı, artı değer sömürüsünün ortadan kalktığı, bütün inanç ve ulustan halkımızın özgürce bir arada yaşayacağı iktidar, Demokratik Halk İktidarı bizim yani halkın iktidarı olacaktır"

Bir Kürt genci gözaltına alınır, Apê Musa neden alındığını sorar. Genç: “Anama küfretti, ben de dövdüm” der. Apê Musa: “Her gün Kürdistan topraklarına, toprağımıza petrol çıkarmak için kazık sokuyorlar, buna neden karşı çıkmıyorsun.” der.

Türk futbolunda süper kupanın beklenilenin aksine fiyaskoyla sonuçlanması bu sefer de dinen kardeş olunan Arap halkına karşı milliyetçiliği körükledi. Yine Türk bayrağı, marşı, dili, önderi… gündeme geldi. Halbuki Riyad’daki mesele ne marş ne de M.Kemal’dir, sadece Kapital.

Türkiye ilk defa başka bir ülkede maç yapmıyor. Daha önce Katar ve Almanya’da yapmıştı. Bu yıl yine Almanya’ya başvurulmuş fakat güvenlik gerekçesiyle reddedilmişti. Azerbaycan kendi ülkelerinde oynanmasını talep etmiş fakat “Onlarda para yok!” denerek reddedilmiştir. Kazanan takıma 65, kaybeden takıma 43 milyon verilmesi hiç de azımsanacak bir para değildir ve bu paranın daha maç oynanmadan kulüpler tarafından peşin alındığı söylenmektedir. Yani bir şike durumu da söz konusudur.

Yaşanan sadece AKP-MHP faşist iktidarının içinde olduğu ekonomik ve siyasi krizin süper kupa maçı ile birlikte yani başka bir halde ortaya çıkmasıdır. Yaşanan daha doğrusu ezilen kitlelere yaşatılan krizin tam açığa çıkmaması için milliyetçiliğin faşist iktidar ve faşist muhalefet partileri tarafından körüklenmesidir. “Türk halkının değerleri” ne iktidarın ne de muhalefetin umurundadır. Türk kompradorları için en önemli değer Kapital’dir.

Aslında TC 1926’da İngiltere ile yapılan Ankara Anlaşması’yla Musul’u kaybettikten sonra Arap dünyası çok da umurunda olmamıştır. 1973’teki petrol krizi ile birlikte Suudi Arabistan’ın da içinde olduğu bazı Arap ülkeleriyle işbirliğine başlamıştır. Özellikle genel seçimlerden sonraki süreçte Mehmet Şimşek’in Katar seyahati, Türk TV’lerindeki Katar reklamları, Katar’ın Türkiye’ye yaptığı yatırımlar ve en son süper kupa maçının Riyad’da oynanması… Bunların hepsi Arap devletler ile kurulan ilişkilerin sermaye zemininde yürütüldüğünün göstergesidir. Hadi FB (Fenerbahçe) ve GS (Galatasaray) oyuncuları gerçekten milli değerlerine bağlı olsun; peki kulüp başkanları ve TFF (Türkiye Futbol Federasyon)? Nasıl oluyor da kulüpler parayı peşin almışken oynamadan geri gelebiliyorlar? Şimdilik tam net olmasa da iktidar-FB-GS-TFF arasında yine kapital zemininde bir çelişki yaşandı ve bu çelişki vatan-millet-Sakarya naralarıyla yaratılan milliyetçilikle örtüldü.

Körüklenen milliyetçilik o kadar uç boyutlara vardı ki en son Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan, Arap ulusuna istinaden; “Çöl Faresi ve Bedevilere” başlıklı billboardlar yaptırdı.

Galata’daki Gazze yürüyüşü

Ne tesadüftür ki süper kupa maçı krizinden sonra bizzat Damat Albayrak’ın da çağrısıyla 1 Ocak’ta “Gazze ve Teröre Lanet Yürüyüşü” düzenlendi. Türk milliyetçiliği ve Müslüman kardeşliği yürüyüşün ana temasıydı. Çok değil, bu yürüyüşten bir hafta önce TC, Rojava Devrimi’ne, devrimin alt yapısına ve değerlerine saldırdı. Bu saldırıların hepsini de meşru gördü. İşgalci bir devletin başka işgalci bir devlete hem karşı çıkıp hem de onunla ticari ilişkilerini sürdürüyor olması aslında burjuva-feodal sistemin karakteridir. Hatırlatmak yerinde olacaktır ki, 1949 yılında İsrail devletini tanıyan ilk Müslüman ülke Türkiye’dir.

Yürüyüş sonrasında hilafet bayrağı taşıyan birine bir Türk’ün saldırması, sosyal medyadan bir grubun “hilafet geliyor” paylaşımı, Anıtkabir önündeki “Yaşasın hilafet, lanet olsun cumhuriyet” haykırışı vb. hepsi iktidarın düğmeye bastığının ve süper kupa krizini örtbas etmeye çalıştığının göstergesidir.

Alevi! Kılıçdaroğlu

Can TV’de yayınlanan bir programda eski bir cemevi yöneticisi “Biz CHP’nin başına sünni bir başkan istemiyoruz. Kılıçdaroğlu hem alevidir hem de ona haksızlık yapıldı” dedi.

Değil ki burjuva feodal sistem bir aleviyi ya da Kürdü burjuva bir partinin genel başkanı ya da cumhurbaşkanı yapmaz. Eğer kendi alevisi ya da Kürdüyse bürokrasinin bütün nimetleri ona açıktır. Tıpkı Kürt AKP’li milletvekilleri gibi. Sadece bürokraside de yer almaz, nerede gelişim göstermek isterse orada büyür. Yılmaz Erdoğan, Mahsun Kırmızıgül vb. beyaz Kürtler gibi… Aleviler için de böyle onlarca örnek verebiliriz. Mesele kimliğin hangi ulusa ya da inanca ait olduğu değil, sistemden yana, yararına olup olmadığıdır. Kılıçdaroğlu köken olarak Dersimli ve Kürt-Alevidir; fakat o kendisini öyle görmemektedir. Çünkü hiçbir Kemalist burjuva kendisini ezilen inanca ve ulusa mensup görüp bunun üzerinden politika üretmez. Çünkü eğer bunu yaparsa geçmişte Kemalizm’e karşı gelişmiş bütün isyanlara da sahip çıkmak ve Kemalizm’in yaptığı katliamların da karşısında durmuş olacaktır.

Durum bu kadar somutken kendi aleviliğini de inkar eden biri, çok doğaldır ki Alevileri katleden bir partide olacaktır. Kılıçdaroğlu ve partisi CHP, genel başkanı kim olursa olsun kendi Kemalist alevisini yaratmak istemektedir. Bu sebeple de genel başkanın etnik kimliği çok önemli bir yerde durmamaktadır. Çünkü CHP ırkçı, şoven yani faşist bir partidir ve Kemalizm faşizmden beslenmekte, faşizm Kemalizm eliyle uygulanmaktadır. Aynı şey diğer burjuva partileri için de geçerlidir.

Milliyetçilik ve din öyle bir illettir ki, her durumda kullanılabilir haldedir. Osmanlı’daki Türk burjuvazisi, yaratılacak Türk ulusunun pazarına kendisi hakim olmak istediği için 1915’te Ermeni Soykırımı’nı Türklük ve Müslümanlık propagandası adı altında yapmıştır. Aynı şey 6-7 Eylül’de yapılan Rum Katliamı için de geçerlidir. Yani mesele ne Türklük ne Müslümanlık ne de bunların değerleridir. Mesele pazara kimin hakim olacağı yani Kapital’dir.

Türk hakim sınıfları her krizlerinde, yaratmak istedikleri gericiliklerde, katliamlarda, yasalarda, operasyonlarda, savaşlarda temel argümanları milliyetçilik ve dindir.

Halkımız mücadeleye…

Riyad’da oynanmayan maç, ülkenin gündemine oturdu ve bir süre daha da gündemde kalacak gibi duruyor fakat ülkenin esas gündemi, para karşılığında oynanamayan maç değil her yönüyle ezilen halk kitlelerinin giderek daha fazla yoksullaşması, Kürdistan’da sürdürülen savaş, Rojava’nın işgali, kadın ve LGBTİ+ katliamları, doğa katliamıdır.

Yazının başındaki Apê Musa’nın bir Kürt gencine söylediği sözler aslında hepimiz için geçerlidir. Faşist Türk devleti Rojava’da bazı bölgeleri işgal etmiş ve hala saldırılarını sürdürürken, Kürt halkının imhasına dönük saldırılarına devam ederken, siyonist İsrail devletinin Gazze işgaline karşı iktidarın düzenlediği yürüyüş riyakarlıktan başka bir şey değildir. Halkımızın Gazze işgalinin karşısında durması önemlidir fakat aynı şekilde gelişen farklı durumlara karşı da tepki göstermek gerekmektedir.

Türkiye’de etnik kimlikler ve inançlar, iktidar partisi hangisi olursa olsun baskı altında kalmış, hatta yok edilmek istenmiştir ve bunların hepsi de “tek dil, din, bayrak” adı altında yapılmıştır. Öte yandan ekonomik baskı da devam etmektedir. Asgari ücretin, yoksulluk sınırının altında kaldığı ve insanların sadece nefes alabildiği bir yaşamı bu sistem bizlere reva görmektedir. Akaryakıta da ÖTV zammının gelmesiyle durumun daha da kötüleşeceği ortadadır. Cinsel kimlik baskısı, İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinden sonra daha da artmış, kadınlara ve LGBTİ+ bireylere dönük şiddet iktidarın da yönlendirmesiyle tırmanıştadır. Ülkenin durumu buyken halkımızın çıkarlarını baz alarak hangi tarafta saf tutacağı açıktır.

Ne AKP-MHP iktidarı ne de muhalefet partileri halkındır. Yani devlet komprador burjuvazinin ve toprak ağlarının devletiyken ne marşı ne bayrağı ne de kültürü halkındır. TC kompradorları emperyalizmin çıkarlarına göre hareket ettiği için sözde bağımsız devlet, cumhuriyet sözleriyle ırkçı, şoven marş, kültür vb. yarattılar. Doğalında da emperyalizmin Türk kompradorları aracılığı ile yarattıkları hiçbir şey biz ezilenlere ait değildir, bilakis bizlerin karşısında konumlanmaktadır.

Erkeği her şeyin yaratıcısı ve sahibi yapan, kadın ve LGBTİ+lara ise sadece nefes alma hakkı veren ataerkil sistemin kültürü bizim kültürümüz değildir;

Köle koşullarında çalıştırılan, her yönüyle sömürülen işçilerin olduğu devlet bizim devletimiz değildir; Türklüğü ve Müslümanlığı her şeyin üstünde gören ve Türkiye’de yaşayan diğer inanç ve ulusları yok sayan marş bizim marşımız değildir; Türk egemen sınıflarının karşısında durabilme ihtimali olan; kadınları, işçi ve emekçileri, Alevileri, Kürtleri, Ermenileri katleden Mustafa Kemal, halkımızın önderi değildir.

Dünyanın bütün halklarını sınıf mücadelesi altında birleştiren Enternasyonal bizim marşımızdır.

Bütün cinsel yönelim ve kimliklerin özgür yaşayacağı, artı değer sömürüsünün ortadan kalktığı, bütün inanç ve ulustan halkımızın özgürce bir arada yaşayacağı iktidar, Demokratik Halk İktidarı bizim yani halkın iktidarı olacaktır.

Devrimin ustaları ve proletaryanın önderleri Lenin ve Mao’dan çıkardığı devrim pratiğini Türkiye topraklarına uyarlayan, Türk devletinin ideolojisinin Kemalizm ve bunun da faşizm olduğu tespitini yapan, Kürdistan’ın emperyalistler tarafından dört parçaya bölündüğünü, ayrı bir devlet kurabilme haklarının olduğunu ve Ermenilerin Türk komprador burjuvazisi tarafından soykırıma uğratıldığını söyleyen; Türkiye devriminin Halk Savaşı stratejisiyle kırlardan şehirlere parça parça iktidarı alarak Demokratik Halk Devrimi ile gerçekleşeceği perspektifini sunan ve bu yolda yürümek için de proletarya partisini kuran ve onun önderi olan komünist önder İbrahim Kaypakkaya’dır halkımızın önderi.

Halkımız faşizme karşı mücadele yürütmek, haksızlıklara başkaldırmak, işgallere karşı durmak, halkın değerlerini korumak, sömürüyü sonlandırmak için proletaryanın partisinde saf tutmalıdır. Çünkü ancak halkımız proletaryanın örgütlü gücüyle birleştiğinde sömürüyü sonlandırır, devrime ulaşırız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu