Güncel

Barış ve Cem’e…

Uzakta da olsanız varlığınızı bilmek, bizimle olduğunuzu bilmek, bu cephede savaştığınızı bilmek, geliştiğinizi duymak, hep beraber biz olarak yaşamak ne coşku verici. Oysa uzakta, hem de apansız düştüğünüzü duymak, artık görüşemeyecek olmak, sesinizi, gülüşünüzü, kucaklaşmalarınızı bir daha hissedemeyecek olmak ne buruk, ne hazmedilemez…

Yanlış hatırlamıyorsam 1995’in sonları idi. İzmir’de uzayan işlerimiz, birkaç gece orada kalmamızı gerektiriyordu. Bir yoldaşla birlikte bu birkaç gün evinizde kalmayı uygun bulduk. Sen henüz lise 2’deydin. Ailenden birçok kişi bizim partili olduğumuzu, mücadele ettiğimizi bilmiyordu. Buna rağmen, annenle geliştirdiğimiz sohbet ve annenin bu sohbet karşısında dayanamayıp 15-16 Haziran direnişisni coşkuyla anlatışı, düşmanın kendilerine saldırışını öfkeyle dile getirişi ve o dönemki birliktelikleri özlemle anışı ilgini çekiyordu. Sen de bunlar kim acaba diyerek, sezgilerini netleştirmeye çalışıyordun. Sabahları okula gitmek için annenin seni binbir çileyle kaldırışı, uykuyu okula gitmemeye yeğleyişin önce bana “bu yaşta yaşamdan bu kadar yılgınlık, bu yaşta bu kadar coşkusuzluk, bu yaşta bu kadar umutsuzluk” dedirtti. Sonra apansız kalkıp, “benim acelem var” diyerek gidişlerin de beni oldukça şaşırttı. Halbuki sen umutlarını devrimci düşüncelere ve bu düşünceleri hayata geçirmeye başlamıştın. Ve seni hayatta en çok harekete geçiren bu düşünceler ve bunları hayata geçirme isteğiydi.

Kim olduğumuzu bu birkaç gün içerisinde sen de anladın. Artık bizimle saatlerce konuşman, bize sorular sorman kaçınılmazdı. Akşam olduğunda uykuya düşkünlüğünü nasıl bir kenara attığın hayret vericiydi. Sürekli, neler okuman gerektiğini, insanlara bu düşüncelerini nasıl aktaracağını, nasıl örgütlendiğimizi, ne tür eylemler yapılabileceğini sorup duruyordun.

İzmir’de bulunduğunuz semtin yakınlarında kuruluşuna önderlik ettiğiniz bir kültür merkezinde canla-başla çalışırken, artık bu çalışmalarını daha bilinçli bir şekilde kolektif için yapmaya başladın. Bu kültür merkezinin kapısının açılmasından, çay servisinden, insanları biraraya getirecek etkinliklerden tutalım da her türlü işte küçük-büyük demeden canla-başla çalışman, işte bu gencin işte bu yaşta yaşama sarıldığı şeyleri ve nasıl da sımsıkı sarıldığını gösterir olmuştu. Artık yaşın küçük olmasına rağmen ne çok şeyi sırtlayabileceğini ve düzenle ne kadar az bağın olduğunu bize göstermiştin. TMLGB’nin lise faaliyetine alınmıştın.

Tek başına ve hedefsiz birçok koşturmaca içinde oluşun, örgütsüzlüğün ne demek olduğunu göstermişti sana. Yoldaşlarınla görüşmek, kolektifin belirlediği görevleri gerçekleştirmek, kendini geliştirmek, daha çok öğrenmek ve etrafındaki insanları da saflarımıza kazanmak senin için yaşamın anlamıydı. Gerçekten de sorumluluk sahibiydin. Ve önüne konan tüm görevleri harfiyen yerine getirmenin çok yoğun çabaları içerisindeydin. Yerine getiremediğin görevler olursa, bunların hesabını nasıl vereceğinin yoğun acısını hissederdin. İşte artık bu bütünün bir parçasıydın. Ve aksayan herşeyin bu bütün için bir kayıp olduğunu görmek seni bu denli üzüyordu.

Komünist Gençliğin (KG) birçok sayısında bahsedilen kamplar senin için mutlaka katılman gereken bir faaliyetti. Ve nihayet bu kampa senin de katılacağın bildirildiğinde, “Oh be, beni bu yaşamdan alın, ben Parti’yle yaşamak istiyorum, bu yaşam insanı öldürüyor. Bu insanların geriliği karşısında ancak sizlerle olursam kaymam ve daha sağlam olabilirim” diyerek gelmenin senin için anlamını ifade ettin. Liseli bir gencin, ailesinden uygun bir yolunu bularak bir süre ayrılması ve ailesini buna ikna etmesi zordu. Hele ki annenin sana olan aşırı düşkünlüğü, senin evden çıkışını bir hayli güçleştiriyordu. Sen bütün hazırlıklarını yapmış, hiçbir engel tanımayarak bu faaliyete katılmıştın. Ve gerçekten de o yaşta örülmüş olan bu feodal bağları kırmakta bütün samimiyetinle çok büyük adımlar attın.

Bu kampın en genciydin. Ve bütün yoldaşları hayretler içerisinde bırakan bir kavrayışın ve kolektife uyumun vardı. Kamp faaliyetinin de “Ufaklık”ı oldun ve bu faaliyetten gerçekten de birikimli bir biçimde çıktın. Artık TMLGB üyesiydin.

Kamptan döndüğünde üzerine daha da ağır yükler binmişti. Bunları kaldırmakta zorlandığın söylenebilir. Ama hep içinde, tükenmemek, etrafındaki mücadeleyi bırakanlara benzememek, burada yaşamak ve bizden biri olarak da ölmek isteği vardı. Ve bunun her şeyinle kolektifte olmakla mümkün olduğunu biliyordun.

’97 yılında belli bir süre objektif koşullardan kaynaklı Parti’yle olan ilişkilerin koptu. Bu sürecin ardından seni bıraktığımız yerde bulup bulamayacağımız bir soru işaretiydi. Oysa sen bu kopuş sırasında bile, sağlamlaştırdığın bağların gücüyle görevlerini yerine getirmek için elinden geleni yapmıştın. Ne yapacağını bilememenin, doğru mu yanlış mı yapıyorumun, acaba yoldaşlar burada olsaydı başka şeyler mi yapmamızı uygun görürlerdinin kaygısıyla bulduk seni. ’98 baharıydı. Seni hiç ummadığın bir anda bulduk. Yeniden görüşmenin heyecanı ve artık bir an önce kıra gitme isteği ayaklarını yerden kesiyordu. Seninle bir gece dahi kalmamız için, edindiğin birçok ilişkiden söz ediyor, bunlarda kalabileceğimizi söylüyor, yeni kazandığın yoldaşlar hakkında bilgiler veriyor, kısacası örgütün bir parçası olmanın coşkusunu yansıtıyordun. Bazı şeyleri, bazı duyguları bize uzak olanların anlaması mümkün değildir. Bize, yaşamımıza, birbirimizle olan bağlarımıza bağlıdır bu duygular. Basit bir ayrıntı da olsa yeri gelmişken hep aklımda kalan o son halini anlatmak istiyorum. Üzerinde kamp faaliyetinden elinde kalan ve itinalı bir şekilde giydiğin bir tişört vardı. Bu tişört Mehmet Demirdağ’ın bir tişörtüydü ve nice yoldaşın sırtında gezindikten sonra yolculuğunu sende tamamlamıştı. Henüz yoldaşın şehit düşüşünün sıcaklığında bunu sana söylediğimde, tişörtü şöyle bir tuttun, baktın, baktın, gözlerin yaşardı. “Sadece bunu mu her şeyi, onların her şeyini üzerimde taşıyacağım” dedin. O halin hala gözümün önünden gitmiyor.

’98 baharında kıra gitme noktasında net olduğun, bunu yapabileceğin apaçık görülüyordu. Ve seni düşmanın bilmesinden de kaynaklı bir an önce çekme kararı aldık. Seninle bir randevu kararlaştırdık. Randevu başka bir ildeydi ve bu randevuya geç kalmak ya da bir aksaklık sonucu tekrar ilişkiye geçememek seni öylesine korkutuyordu ki, bütün olasılıkları bir bir sıralıyor, “Eğer gelmezsem, beni şurdan bulun, orda da yoksam, şuradan bulun, eğer siz gelip bulamıyorsanız, ben yine şuraya gelirim” gibi birçok öneri getiriyordun.

Yanısıra da “Şu yoldaş çok iyi, onu sakın bırakmayın, şurada şu şu ilişkiler var, onlar şu niteliktedir” gibi birçok aktarımı yapıyor, “nasıl olsa ben gidiyorum, ne yapılırsa artık kendileri yaparlar” gibi bir sorumsuzluğa kapılmadan, bu kadar emeğin, Partiye somut kazanımlar olarak dönmesini istiyordun.

Kıra aktarılmak üzere seni İzmir’den çektikten sonra kısa bir süre de olsa, bir yerde beklemen gerekiyordu. Bu sürede işlerin gecikmesi seni sıksa da, kitaplar okuyor, şikayetlenmiyor, güvenini küçük küçük pratiklerle de olsa bir şekilde ifade etmeye devam ediyordun. Öyle ya senin için tüm engebelere rağmen aslolan bizimle olmaktı. Ümit yoldaşla seni birlikte aktardık. Ve giderken duyduğunuz coşku umutlarımıza umut katıyordu.

Unutmadan… Düşman Eurogold eyleminin faillerini arayadursun, bu eylemin gerçekleştiricilerinden biri de sendin. İzmir’de yürüttüğün faaliyetin askeri yönünün olmaması seni hep sıkıyordu. Birşeyler yapmak için sabırsızlanıyordun. Ve bu eylemi gerçekleştirecek olan yoldaşlarla birlikte eyleme katılman uygun görüldü. Sen bu görevi de, bırakalım tereddüt etmeyi, büyük bir coşkuyla “işte böyle görevler de verin” dercesine ve eylemin önemini, kitlelere vereceği mesajı kavrayarak gerçekleştirdin.

Ölümünüz çaresizlik mi, edilgenlik mi? Hiç değil. Ölümünüz ne çaresizlik, ne de edilgenlik. Aksine, bir güç karşısında bu kadar kirlenmişliği temizlemek için gösterilen büyük bir ataklık ve büyük bir cesaretti. Hepinizi düşerken bıraktığınız silahınızı elimize alarak, umutlarınızı yüreğimize-bilincimize kazıyarak kucaklıyoruz.

(Bir yoldaşın)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu