GüncelManşet

“Önce kadınları vurun!”

Önce kadınları vurun Batı Almanya’nın silahlı müfrezelerindeki askerlere verilen emir ve İnterpol’ün diğer Avrupa müfrezelerine öğüdüdür. Coğrafyamızda kadın mücadelesinin gelişmesine paralel bir dizi yeni kavram, mücadele yöntemi de hayatımıza girdi. Daha önce mevcut olup da bizim görmediğimiz bir dizi çelişki gün yüzüne çıktı. Bu gelişmenin seyrine paralel çelişkilerin de büyüyeceği aşikar.

Kadın mücadelesine neden, nasıl, nereden başladık ve nereye geldik? Bütün bunlara cevap olabilmek elbette uzun erimli bir tartışmayı gerekli kılıyor. Bu sayfaların olanak ve sınırları bu tartışmayı kaldırmaya yetecek genişlikte değil. Bu yüzden esasta tartışmaların bir parçası olarak “önce kadınları vurun” öğüdünün mevcut durumda bizde nasıl yansıdığı üzerinde duracağız.

Ataerki, erkek egemen sistem, patriarka, pozitif ayrımcılık vb. vb. Kabul edelim, bütün bu kavramlara bundan yaklaşık 10 yıl öncesine kadar oldukça yabancıydık. “Ataerki, erkek egemen sistem, patriarka, bunlar elbette kötü şeylerdi ama bizim içimizde nasılsa yoktu, bunun sonucu olarak erkek egemen sistem ve yansımalarıyla da mevcut durumda bir işimiz yoktu.”

Nasılsa “kadın erkek el ele yürüyorduk devrime…” Bundan sebep pozitif ayrımcılık nedir bilmezdik. Ayrı bir kadın örgütlenmesini de cins ayrımı getirdiği(*) için vakti zamanında mahkum etmiştik. Böyle mutlu mesut mücadelemizi sürdürürken bir vesile ile kadın mücadelesi gündemimize girdi. Kimimizin mücadelesinin merkezine oturdu, kimimiz kırmızıçizgilerini belirledi, kimimizin ise uzlaşmaz çelişkilerini açığa çıkardı.

Mevcut düzende her kazanım iyi korunmadığında yasalarla, hukukla, ilke ve programlarla koruma altına alınmadığında ve bütün bunları her durumda savunacak kitleler olmadığında kaybedilmeye mahkumdur. Bunu burada sistemden söke söke koparılan hak kırıntıları için söylemiyoruz. Esas olarak söz konusu kadın ve kadın mücadelesi ise en devrimci, en komünist saflarda dahi kadın mücadelesinin bedellerle kazanılması gereken bir hak/zorunluluk olduğu için özel olarak vurguluyoruz.

Peki, kadın mücadelesinin gündemimize girmesiyle biz ne öğrendik/ne kazandık; devrimci komünist örgütlerde de erkek egemenliğinin hakim olduğunu, ataerkinin filiz filiz büyüdüğünü, devrimci örgütlerin kadına ve kadın mücadelesine bakış açısının ataerkiye can suyu olduğunu, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin devrimci örgütlerde de canlı canlı yaşandığını, eşitsizlerin koşulsuz elele yürüyemeyeceğini, mevcut olanla yetinmemeyi, yüksek sesle itiraz etmeyi, dahası bağırmayı… Evet, bağırmayı öğrendik! Devam edelim ve mevcut duruma atıfla ekleyelim, muhalefet etmeyi öğrendik. Ve bunları henüz şiddetle korunmaya muhtaç da olsalar kazandık…

Kadın dediğimizde aklımıza ne geliyor? Güçsüz, zayıf, sessiz, sinik, suskun, edilgen…. Erkek dendiğinde aklımıza ne geliyor? Güçlü, aktif, baskın, konuşkan, iradeli…

Yanlış olmasın, bunlar bu sorulara kolektifimizden verilen cevaplardandır. Cevapların gerçekliği yansıtmadığını kanıtlamaya çalışmayacağız burada. Bu işi her vicdanlı (objektif demiyoruz) devrimcinin kendi kanaatine bırakıyoruz!

Derdimiz bu cevapların sözcüklere dökülmesine sebep bilinçaltını biraz kurcalamak. Sorulardaki yönlendirmeden ziyade cevaplarda gizli olan yönlendirme arzusunu sorgulayacağız. Verdiğimiz cevaplar gerçeği “12’den vurma” kaygısından ziyade istek ve beklentilerimizi, toplumsal kadınlık ve erkeklik rollerini arkamıza alarak dile dökme halidir. Mevcut olandan memnun olma ve bu durumla barış içinde sessiz sedasız yaşamayı sürdürme isteğidir. Bu isteğin bu kadar güçlü olmadığı durumda, aynı yerde örgütlü olduğun, aynı ideolojiyi savunduğun, aynı yükü taşıdığın, aynı mevzide düşmana karşı durduğun kadını bir çırpıda güçsüz ilan etmek oldukça zor olsa gerek!

Bu istek ve arzular bilincimizin bir yerlerinde saklı duruyor ve açığa çıkmak için uygun zamanı kolluyor. İlk fırsatta gün yüzüne çıkıyor, bazen de bilinçli olarak fırsat yaratıyor. İşte bu yüzden ataerkiye karşıyız demekle ataerkiden arınılmıyor. Bunun sonucu olarak erkek egemenliğinin olduğu her alanda kadınların kazanımı korunmaya muhtaç olmaya devam edecek.

Egemenlere aitmiş gibi görünen kimi gerici eğilimlerin yansımaları bizde de görülebiliyor. Ataerki de bunlardan biri. Elbette bunların açığa çıkış biçimini ve düzeyini devletle devrimci safları eşitleyerek tartışamayız. Devlet açısından bunlar varlık zeminini koruyacak silahlarken devrimciler açısından ise nihai hedeflerini gerçekleştirmelerinde birer engeldir. Bu yüzden bu yansımalardan kurtulmak genel anlamda devrimcilerin hedefidir/hedefi olmalıdır.

Ataerkinin-erkek egemenliğinin bizde nasıl yansıdığına bakalım: Kadınların görülmemesi, yok sayılması, kadın bilincinin ve çalışmasının gelişmesine tahammülsüzlük, “zora girildiğinde” ilk gözden çıkarılanın –hatta ayağı kaydırılanın- kadın çalışması-kadınlar olması, kadınların eleştiri-görüş ve önerilerinin dikkate alınmaması, küçümsenmesi, kadınların karşı karşıya getirilmek istenmesi… Dahası kadın mücadelesinin temel bir yönü olan cins mücadelesinde adım atılması, cins bilincinin gelişmesi ve LGBTİ bireylerin kendilerini tanımaları çeşitli biçimlerde karalama, aşağılamalara ve sapma olarak nitelemelere neden olmaktadır.

Bu yansımalar kadın mücadelesinin saflarımızda gelişmesine rağmen varlığını korumaktadır. Dönem dönem daha baskın ve hissedilir biçimde açığa çıkarken bazı dönemler de daha inceltilmiş biçimde karşımıza çıkabilmektedir.

Daha baskın biçimde hissedildiği dönemlerin kadınların sesinin yükseldiği dönemlere denk düşmesi tesadüf değildir. Kadınların sesinin yükselmesinin ataekinin saflarımızda yaşam alanını daraltacağı bir gerçeklikken bu durumu kabullenemeyenlerin olduğu da bir diğer gerçektir. Bu durum saflarımızda eşitsizlerin eşitlenme mücadelesini de zorunlu kılar.

Şimdi “makus talihimiz” deyip kabullenmek mi kadınlara düşen yoksa “kolay kazanmadık, kolay da teslim etmeyeceğiz” tavrını benimsemek mi? Neyse ki kadın mücadelesinin tohumları saflarımızda bir hayli zamandır yeşermeye başladı. Mücadelenin her alanında, her mevzisinde, politikada da kadın bilincimize paralel kolektif bilincimiz de gelişti. Bu yüzden kadınların en tutkulu duygusu olan vazgeçmeme halini politikayla bütünleştirerek yol yürümeyi öğrendik. Kadın düşmanı hiçbir politika ya da anlayış bu öğrendiklerimizi elimizden alamaz! Kadın bilincimizle yarattığımız kadın alanlarını kolay kolay gasp edemez! Ne de olsa bunlar bizim için isyan sebebidir!

(*) Kolektif, 3. Konferansta bu coğrafyada ilk işleyen kadın örgütlenmesi olan Marksist Leninist Kadınlar Birliği’ni cinsiyet ayrımı getirdiği gerekçesi ile feshetti.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu