Güncel

ANLATI | Sessizliğin Ortasında Direniş ile Mücadele

Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü tutsak bir Partizanın tek kişilik hücresinden yazdığı bir anlatıyı okurlarımızla paylaşıyoruz.

Sabahın ilk ışıklarıyla kalktı yatağından, yanı başında duran su ısıtıcısının fişini taktı. Esnemek için bir iki hareket yaptıktan sonra yüzünü yıkamaya gitti-geldi. Üzerini değiştirip, yatağını topladı. Kahvaltısını hazırlamaya başladı. Bir dilim peynir, bir domates, birkaç zeytin … değişmeyen kahvaltısıydı. Bazen yaptığı reçel ya da kendisini şımarmak için kantinden aldığı Sarelle de olurdu. Su ısındı, çayı demledi. Kahvaltısına başladığı anda açık penceresinden yüzüne vuran serin sabah rüzgârı eşliğinde, TV’deki sabah haberlerini dinliyordu.

Yarım saat süren kahvaltısını bitirdi ve bulaşıkları yıkadı. Çayını doldurdu ve bir sigara yaktı. Sandalyesine oturdu ve masada duran kitabı aldı eline. Kitabın sayfasını açtı, çay ve sigara eşliğinde kitap okumaya başladı. Her sabah rutin bir alışkanlığı olan adam, yalnız yaşadığı hücrede sıradan bir günün başlangıcı sanıyordu o günü de…

Saat 10.00 olmuştu ve 10 demek tutsak adam için kahve saatinin geldiği anlamına geliyordu. Isıtıcının fişine yöneldi ve prize taktı. Komodinin çekmecesini açtı, önündeki kutuda hazır paket olan “Türk kahvesini” aldı ve yanındaki kâğıt bardağı. Fincan “YASAK”tı hücrede. Cam bardakla Türk kahvesi içmek tat vermezdi, o yüzden kâğıt bardak ile içmeyi tercih ederdi.

Kaynayan su ile ısıtıcının fişini çekti. Bardağı doldurdu ve karıştırdı. Bardağı masaya bıraktı, bir sigara aldı eline, yaktı, derin bir nefes çekti ve dumanını açık pencereden dışarıya doğru üfledi. Duman serin rüzgârın etkisiyle, süzüle süzüle yukarıya doğru yol alırken adam kahvesinden bir yudum aldı ve kitabın sayfalarını açıp okumaya devam etti.

Kitabın sayfalarını bir bir değiştirirken, anlatılan hikâye o kadar ilginç ve etkileyiciydi ki, okuyucuyu içine çekebiliyordu. Kitap bir romandı ve bir tutsağın tutsaklıkla ilişkisi, onu tutsak edenlere karşı mücadelesi, tecrit ve hücre yaşamını konu alıyordu, adı “KELEBEK”*ti.

Okuyucuyu kendine çeken, sürükleyici bir niteliğe sahipti. Okurken, tutsaklığın nerede-ne zaman, hangi koşullarda olduğunun ötesinde, hangi ırktan-dinden-inançtan-mezhepten olursa olsun, ten renginden dilin renkliliğine kadar gözetilmeksizin, hangi ülke sınırlarında tutulursa tutulsun, tutsakların yaşamının benzer bir niteliğe sahip olduğunu anlatıyor; “anlatılan senin hikâyendir” diyordu…

Saat 10.45 olmuştu ve adam fark etmediği anda hücreye bir misafir girmişti. O, misafirden habersiz kitabını okurken, misafir havada dönüp duruyor, geldiği mekânı tanımaya çalışıyordu. Sarı renk arasında şerit gibi duran siyahlar misafirin güzel görünmesini sağlıyordu. Ama aslında bu güzellikten çoğu insan hiç hazzetmezdi. Misafirin iki türlüsü vardır. Biri geleceğini önceden haber veren, diğeri ise çat-kapı gelen. Gelen misafir çat-kapı gelenlerdendi. Misafir bir “arı”ydı. Arılar iki çeşit olarak bilinir. Biri bal arısı diğeri de adamın misafiri olan ve Eşek Arısı.

Bu tür sevilmezdi fakat adam seviyordu. Esasında zarar veren bazı böcekler dışında, hayvanlarla sorunu yoktu, severdi hayvanları. Arıları eline alır, onlarla zaman bile geçirirdi. Sadece iki defa arı saldırısına uğramıştı. Birinde giydiği eşofmanın kuruması için astığı ipte içinde arı olduğunu fark etmeyince ve giymeye çalıştığında arı korkudan saldırmış ve iğnesini adamın sağ omzuna batırmıştı.

Diğeri ise havalandırmada terlikle gezinirken, nasıl başardıysa terliğin içine giren arının saldırısıydı. Ne adamın ne de arının birbirlerine zarar verme niyeti yoktu. Arı sadece içgüdüsel olarak kendini koruma hamlesiydi adamı sokmuştu. Adam can havliyle saldırıya uğradığı yere doğal yolla amonyak ile müdahale yapmıştı. Zaten hücrede farklı müdahale imkânı da yoktu, tecrit koşullarında.

Misafir sağa sola gezinirken, adamın önünden geçtiğinde adam fark etti arıyı ve göz ucuyla izledi. “Hoş geldin! Yalnızlık kervanına hoş geldin dostum” diye arıya selam verdi. Arı, hücrenin kâh tavanına kâh yere bir uçtan diğerine dolanıyordu. Sonra adamın omzundan tam karşısındaki duvara yöneldi ve iki duvarın birleştiği yerde takıldı kaldı. Takıldığı şey bir örümcek ağıydı.

Adamın yaşadığı hücrenin her köşesini tutmuştu örümcek ağları. Adam onlara dokunmazdı. “Onların da yaşam hakkı var” derdi kendi kendine.

Örümcek ağını örmüştü ve avını beklemeye başlamıştı. Ağ bir hile düzeneği gibiydi. Bir noktaya odaklı gözüken ama birçok bağlantısı olan düzeneğiyle hazırlanmıştı. Ağına takılanın şansı pek düşük olacak şekilde örmüştü ağını örümcek.

Arının ağa takıldığını gören adam, elindeki kitabı ters çevirip masaya bıraktı. Sandalyesini hafif çevirerek duvardaki ağı görecek konuma getirdi. Bir sigara yaktı ve derin bir nefes aldı, arı ile örümceği izlemeye başladı.

Av ve avcının çetin bir mücadelesiydi yaşanacak olan. Bu mücadele, direniş ve saldırı içerisinden geçerek çetin bir mücadele olarak yaşanacaktır. Az sonra biri hayatta kalacaktı ya da biri yaşadığı tutsaklıktan kurtulacaktı. Bu mücadeleyi belirleyecek olan tek şey, İRADEYDİ. İradesi güçlü olanın zaferi ile sonuçlanacaktı.

Arının, ağdan kurtulmak için kanadının birini hızlı hızlı çırpmasıyla, ağdaki alarm sistemi de devreye girmişti. Örümcek bu alarm sonucu hemen harekete geçti. Arının yanına geldiğinde, arı çırpınışıyla ağa daha fazla dolanıyordu.

Örümcek ilk saldırı hamlesini arının ayaklarına doğru yaptı. Arı bu saldırıyı püskürtmeyi başardı. Güç dengeleri fiziki olarak denk olan bu ölüm-kalım savaşında, örümceğin sağdan-soldan, alttan-üstten saldırı denemeleri bir süre devem etti. Her saldırısına arının direnerek karşılık vermesiyle, arı teslim olmayacağını ilan etmişti.

Uzun uğraşlar sonucunda örümcek, arının yanına gelip bir kanadını ağ ile bağlamıştı. Bu esnada örümceğin ayağını ısırmasıyla karşı karşıya kalan arı da karşılık verdi ve örümceğin gövdesiyle arkasına yakın noktasını ısırarak hedef aldı.

Arı direnmesinin sonucu olarak aldığı yarayı, zafere/özgürlüğe giden yolun bedeli olduğunun bilincindeydi. Birkaç dakika daha devam eden bu mücadelede her iki tarafta yorulmuştu. Örümceğin çeşitli saldırılarına karşın arı direnmişti.

Örümcek, arının bazı yerlerinin bu mücadele esnasında yaralandığını fark etti. Arının bu yaralı haliyle kaçmaması, ağın etrafında ağ tamirini yaparken, bir taraftan da ağ içinde ağ örüyordu. Tuzak içinde tuzak; arı bunu fırsata çevirmek için dinlenmekteydi. Bu süreç içerisinde adam, bir sigara daha yaktı ve derinden aldığı dumanı burnundan dışarı bırakırken duman salına salına gökyüzüne doğru yol aldı… Gözü arı ve örümcekteydi.

 

Tutsaklık… Saldırı… Direniş!

Örümcek son saldırısını gerçekleştirmek için, hamlesini yaptı ve doğrudan arıya doğru yöneldi. Bir planı vardı çünkü. Arıya doğrudan saldırınca, arı kendini korumak için geriye kendini çekecek, ikinci ağa dolanacak ve hareketsiz kalacağından dolayı kurtulma şansı imkansızlaşacaktı. Arı bu saldırının amacını anladı ve geri adım atmadı ve ön ayakları ile gelen örümceği karşılamak için siper aldı.

Örümcek saldırısı esnasında arı, kanadını da ağdan kurtarmayı başardı. Arka ayaklarını da kurtarırken, örümcek güç ve mekân avantajının dayanılmaz rahatlığını ve kendisine aşırı güveniyle bu durumu fark edemedi. Örümcek bir iki adım kendini geriye çekti, yeni bir saldırı planı yaparken, arı artık ağ ile bir bağı kalmayınca, hızla kanatlarını çırparak bedenini ağdan kurtardı ve uçtu.

Örümcek, arının uçtuğunu görünce arkasından bakmakla yetindi. Arı tutsaklığın ve ölümün pençesinden kurtulmanın verdiği mutlulukla, adamın tepesinde daireler çizdi. Örümcek nerede hata yaptığını düşünüp, parçalanan ağı onarmaya girişti. Arı ise adama veda edercesine önünden uçup parmaklıklar arasından göğe doğru uçtu. Havalandırmanın yüksek dikenli telli duvarlarına aldırmadan gitti.

Adam gözünü arıdan ayırmadı. Arı gözden kaybolduktan sonra örümceğe baktı. Ağının tamamını bitiren örümceğin yeni tutsağı için pusuya yatarak kendine ait yerine çekildiğini fark etti.

Bir mücadele, bir direniş. Ölüm-kalım arasında, inanç ve direnişin iradesi, her koşulda kendi gücüne inanmanın gösterisiydi adamın birkaç dakikada yaşadığı bu mücadele.

Sandalyesini düzeltti, kitabını aldı ve geç saate kadar bırakmadan okudu, bitirdi. Kendisine “Her koşulda umut vardır, nefes alındığı sürece. Yeter ki inancını kaybetmeden, iradeyi korku ya da bir anlık gaflete teslim etmeden; kazanılmayacak bir mücadele yoktur. Bu hayatın içinde, her olay ve olgusu değişse de değişmeyen gerçekliktir çelikten iradedir” dedi.

Bir sigara yaktı, “Kelebek” romanının kahramanı bu inançla iradesini gösterdiği direnişiyle, özgürlüğü elde etti. Sigarasını içerken “Mücadele bedel vermeyi gerektiriyorsa, bundan kaçınmamak gerekir. Unutmamak gerekir ki; Hak verilmez, alınır!” diye düşünerek ayağa kalktı ve gökyüzüne baktı. Karanlığı parçalayan bembeyaz ay ışığını gördü. Sigarasını bitirene kadar, ay ışığını izledi ve camdan uzaklaştığında yatma vakti gelmişti.

Tecrit içerisinde yalnızlığı yaşamış tutsağın bir öyküsüdür bu zindanda…

*Kelebek/ HenriCharriere

Not: Karikatür siyasi tutsak Cemel Bozkurt’a aittir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu