Makaleler

Tarımda neler oluyor? -2-

Buğdayda “kendi kendine yeten”likten ithalatçı pozisyona bu demir atış, kendi başına bile pek çok gerçeği açıkça göstermesine rağmen yarı-sömürge bağımlılık ilişkisi içerisinde daha net bir görünüm sergiliyor. Tüm ekonomik alanlarda ve siyasi anlamdaki bağımlılıkla diyalektik bir bütünlük oluşturuyor. Belirleyici olan altyapı olmasına karşın altyapı bir kez üst yapıyı belirlediği anda üstyapı, alt yapı üzerinde daha etkili ve hatta kimi zamanlarda belirleyici olabilir. Bu bağlamda bağımlılık/yarı-sömürgelik tüm politikaların belirleyicisi olur. Örneklendirecek olursak; Türkiye’de şeker, şeker pancarından yapılırdı. Mısır ya da şeker kamışından elde edilen tatlandırıcılar kullanılmazdı ya da çok az miktarlarda kullanılırdı. Ancak bağımlılık ilişkisindeki uygulamaya konulan siyasi politikalar sonucu şekerpancarı üretimine kota konuldu. Pek çok şekerpancarı fabrikası ya kapatıldı ya da özelleştirildi. Bu politikalar sonucu Türkiye yurtdışından tatlandırıcı yapmak amacıyla mısır ithal etmeye başladı. Aynı süreç tütün, et ve daha pek çok ürün için gerçekleştirildi. Bütün bunların sonucunda da üretmeyen, ithal eden bir ekonomi ve ülke bağlamında dünya emperyalist sistemi içerisinde Türkiye yerini sağlamlaştırıldı, elbette yarı-sömürge olarak.

Tarımın tasfiyesi pek çok yöntemin uygulanması ile gerçekleştiriliyor. Çiftçilerin en çok yakındığı konuların başında “mazot”un pahalılığı geliyor. Türkiye petrolü dışarıdan almak zorunda, bunun yanında bir de ekonomik dengeleri sağlamak için vergi bindirmesi yapıldığında mazot fiyatları dudak uçuklatıcı boyutlara çıkıyor. Bundan dolayı Türkiye’deki mazot dünyanın en pahalı mazotlarından olma özelliğini kazanıyor. Öyle ki petrol noktalarına Türkiye’den daha uzakta olan Bulgaristan’da bile mazot, Türkiye’dekinin yarısı fiyatında. Diğer tarım girdileri içerisinde gübre, teknik araç ve gereçteki pahalılık çiftçi açısından çekilmez durumda. Pırlantaya vergi sıfır iken tarımdaki girdi vergileri sürekli artıyor. Ayrıca köylüler ekonomik sıkıntılardan dolayı bankalardan kredi çekmek zorunda kalıyorlar, ancak yine aynı nedenlerle köylü ürününü neredeyse yok pahasına satarak kredilerini zamanında ödeyemez duruma geliyor. Bunun sonucunda da köylüler tek mal varlığı olan tarlasıyla baş başa kalıyor. Bir süre sonra onu da satmak zorunda kalarak mülksüzleşiyor.

CHP Edirne milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun verdiği bilgiye göre: “Türkiye’de 26 milyon dönüm arazi” boş duruyor. Ekilmeyen alanlar, ürünün cins olarak bolluğunu ve çeşitliliğini de etkilemektedir. Ekilmeyen araziler sadece “arazi” olarak düşünülmemelidir. Üretimden koparılan, üretmeyen insanlar olarak da düşünülmelidir. Tarımsal üretimde bulunmayan/bulunamayan insanların geçimlerini sağlamak amacıyla bir şeyler yapmaları gerekmektedir. Bu da şehirlere yığılmalara neden olmaktadır. Genel itibariyle şehirlerde; ekonomik sistemden kaynaklı üretim alanlarının kısıtlı olmasından dolayı, üretim faaliyeti içerisine giremeyen ya da kısmen giren bu insanlar açlıkla baş başa kalacaklardır.

Ağır sanayisi olmayan, ara sanayisi çökmüş Türkiye’nin tarımsal üretimi de uygulanan emperyalist yağma politikaları sonucu yok edilmiştir. Tüketime yönelik, dayanıklı tüketim malları (televizyon, buzdolabı vb.) üreten, üretim araçları üretmeyen, tarımsal üretimin tabutuna son çivileri çakan bir ülke uçurumun kenarından bir ayağını sarkıtmış demektir. Yeraltı ve yerüstü maden-mineral kaynaklarının çoğunu ya doğrudan yabancı şirketler ya da yabancı-yerli ortaklığındaki şirketler çıkarmaktadır. Bunlar da ihraç edilirken işlenmeden hammadde olarak satılmaktadır. Sonra bunlar işlenmiş, mamul madde olarak geri alınmaktadır. Bu da satış ve alış arasında alış lehine büyük uçurumlar yaratmaktadır. Böyle bir ülke her anlamda başka ülkelere göbekten bağımlılık demektir. Son dönemlerde yaşanan tartışmalar hatırlanmalıdır; doların yükselmesinin getirdiği artı borç yükü, özel sektörün borçlanmasının artması, dış ticaret açığının ve cari açığın çığırından çıkması, yabancı sermayenin ve sıcak paranın başka alanlara kaçması, üretimde büyümenin durması/yavaşlaması, enflasyonun artması vb. tüm bunlar “otoyol, köprü, lüks site, altgeçit ve tünel” yapılarak finanse edilemez. Zaten bunların çoğu kapitalist-emperyalist ülkelerden alınan krediler sonucunda yapılabilmektedir. Aldığın şeyi geri ödemenin zamanı da gelecektir. Ki bu da önümüzdeki sürecin hiç de daha iyi olmayacağını göstermektedir. Kriz, bizler açısından devrim lehine kullanılacak kaos demektir aynı zamanda. Ancak politik öznelerin devrim lehine değerlendirilmemesi durumunda kriz, halkın daha fazla ezilmesinden başka anlam taşımayacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu