Güncel

TC silahlarını ne zaman bırakacak?

 

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin, Bülent Arınç’la birlikte TRT ŞEŞ’te katıldığı bir programda sarf ettiği “Bu saldırılar Kürt halkına zarar veriyor. Bizim için Kürt ve Türk halkının hangisinin zarar gördüğü fark etmez. Olup bitenler bizi çok kaygılandırıyor. Artık savaşın, silah kullanmanın devri geçti. Bu daha çok Kürt milletine zarar veriyor” sözleri egemen sınıf basını tarafından hızlıca dolaşıma sokuldu.

Barzani’nin bu demeçlerine Erdoğan, “PKK derhal silah bırakmalıdır” sözleriyle dâhil oldu. Bilumum yazar- çizer takımı bir anda silahlı mücadeleyle, silahla bir yere varılamayacağından dem vurmaya başladı. Bugüne kadar dökülen kanın sorumlusu olarak addedilen ulusal hareket, artık silah kullanmaktan vazgeçmeliydi. Zira çağ değişmiş ve artık silahlar demode olmuştu.

Politik gelişmeleri takip ilk ve şaşırtıcı olamayan bu polemik, bir nebzeolsunüzerindedurmayıhakediyor.Egemensınıflarıkitleiletişimaraçlarıylagekesimüzerindeyarattığıetkidikkate alındığında bahsini ettiğimiz retoriğin bir karşılığı olduğunu kabul etmek gerekir. Bunun ölçüsü kuşkusuz hedef kitlenin, devletle arasındaki mesafeye bağlı olarak değişir.

Düzene karşı mücadele yürütenleri hedef tahtasına koyan ve “devlete baş kaldırılmaz ”bakış açısı, silahlı mücadelenin ve gerilla savaşının neden ortaya çıktığını irdelemeksizin kestirmeden sonuca ulaşır. Burada temel mantık hatası devletle ona karşı mücadele yürüten yurtsever ve devrimci, komünist güçleri aynı kefeye koymak ve en iyi haliyle ikisine de eşit mesafede yaklaşmaktır.

Oysa bir yanda dünyanın sayıca en büyük, katliam ve vahşette sınır tanımayan, İsrail tarafından modernize edilen, son teknoloji ile donatılan bir güç, öte yanda buna göre daha zayıf ve dağınık bir kuvvet vardır. Sayısal teknik açıdan bakıldığında bile ortaya böyle bir tablo çıkmaktadır. Bununla beraber bizim temel aldığımız nokta esasta savaşan Güçlerin sınıfsal karakteridir.

TC ordusu; komprador burjuvazi ve toprak ağalarının devleti faşist diktatörlüğün belkemiğidir. Çeşitli biçimleriyle zor, şiddet; işçi ve emekçilerin azgınca sömürülmesi, Kürt ulusu ve diğer milliyetlerin imha, inkâr ve asimilasyonu, çeşitli inançlardan ezilenlerin baskı altında tutulmasıyla varlığını sürdüren hâkim sınıfların, en etkili yöntemlerinden biridir. Hâkim sınıflar, bizim gibi ülkelerde “zorun” en açık biçimini ordu ve polis şiddetinde gösterir. Devletin yalnızca AKP hükümeti döneminde(Milli Savunma Bakanlığı, 2012 yılı bütçesi 31 milyar 846 bin 794 bin TL) silahlanmaya ayırdığı devasa rakam bunun somut bir göstergesidir.

Öte yandan devrimci, komünist ve yurtsever güçler; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen yığınların, Kürt ulusunun geleceği, özgürlükleri için mücadele yürütür. Onlar, yaşamı yaratan, üreten ve toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturan yığınların çıkarlarını savunur. Bin bir zorlukla, kısıtlı olanaklarla büyük bir kararlılık, cesaret ve cüretle mücadele yürütür. Komünistler insanın insana kul olmadığı bir dünya, yurtsever güçler Kürt ulusunun özgürlüğü, demokratik bir ülke için mücadele yürütür.

Şimdi şunu sormalıyız: “Gelin barışçıl mücadele yürütün, yasal çerçevede kalın, meclis çatısı altında siyaset yapın” çağrılarına karşın komünist ve yurtsever güçler neden ısrarla silaha sarılır? Çağrıyı yapanların ikiyüzlülüğü bir yana sorun bu mücadele hattının bir zorunluluk olarak ortaya çıkmasıdır. AKP hükümeti döneminde yaşananlar bu çağrıların büyük bir aldatmaca ve yalandan ibaret olduğunu gösterdi. 2009’dan bu yana devletin yasaları çerçevesinde kurulan BDP üye, il ve ilçe yöneticisi binlerce siyasetçi, mesleklerini yaptıkları için avukatlar, gazeteciler Tutuklanmadı mı? Poşu taktığı, basın açıklamasına katıldığı, evinde kitap, Dergi, gazete bulundurduğu ya da dağıttığı için 600’ü aşkın öğrenci Zindanlara atılmadı mı? İşçi sınıfı ve emekçilerin haklarını elde edebilmek için ellerindeki en önemli silahı grevi parça parça yasaklamaya başlamadı mı? Milletvekilleri, belediye başkanları, aydın ve yazarlar, akademisyenler dört duvar arasında değil mi?

Bunlar Türk hâkim sınıflarının AKP Vizyonlu “İleri demokrasi”sinin birer izdüşümü yalnızca. Söylemek gerekir ki bu tablo, AKP hükümetine has değildir. TC devletinin genlerine kodlanmıştır ve Onun niteliğini göstermektedir.

Faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü, en küçük demokratik talebine azgınca bastırıldığı bir ülkede, demokrasi Mücadelesinin bile radikal silahlı mücadeleden başka yolu yoktur. Silahlı Mücadele, gerilla savaşı keyfi bir tercih değil aksine devlet gerçekliğinin bir sonucudur! Devletin; sömürü, imha, inkâr politikalarına sessiz kalmayanların başkaca etkili bir mücadele hattı yoktur. Bu kadar gürültünün, gerillanın“modası geçmiş” bu yöntemi devreye Sokmasının ardından koparılması da bir fikir verecektir!

Bu arada unutmadan madem silahların devri geçti sahi, TC ordusu silahlarını ne zaman bırakacak?

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu