GüncelMakaleler

Makale | YEP’le gelen yıkım

Emperyalist kapitalist rejimin yapısal kriz sarmalı Türk hakim sınıflarını derinden etkilemeye devam ediyor.

Uluslararası mali finans sermayesinin ABD’li yatırım bankası Lehman Brothers’ın batışı ile başlayan 2008 krizi (1929 büyük buhran sonrası emperyalist kapitalist rejimin en sarsıcı krizi) belli oranda toparlanma eğilimi içinde olsa da artçı sarsıntıları yeni krizlerin tetikleyicisi olarak kendini üretmeye devam ediyor.

Devam eden artçı sarsıntılar yarı-sömürgelerde ülke ekonomilerini de çöküntüye uğratıyor. Zaten kırılgan olan sosyo-iktisadi yapı politik kaos ile birleşince çöküntü kaçınılmaz oluyor. Emperyalist finans kapitalin mali krizi aşmak için uluslararası pazara sürülen bol miktarda sıcak para piyasaları canlı ve işlevli tutmak için görece de olsa etki sağlayabilirken bu süreçte cilalanan ve adına “gelişmekte olan ülkeler” denen grupta yer alan yarı-sömürge ve bağımlı ülkeler için yolun sonunun geldiği görülüyor.

Yıldızı parlatılan Arjantin ekonomisinin hazin hali ortadayken şimdi IMF ile “kurtarılmaya” çalışılıyor! Aynı şekilde benzer bir akıbeti yaşayan Türk hakim sınıfları da McKinsey ile kurtarılmaya çalışılıyor. Arjantin’in payına IMF, Türkiye’nin payına McKinsey düştü diyebiliriz. (Oluşan tepkiler sonrası McKinsey ile çalışmayacağız denmiş olsa da bunun gerçeği yansıtmadığı yaygın bir kanı.)

Ekonomik kriz yaşayan Türk hakim sınıflarının politik temsilcisi iktidar partisi IMF’nin borçları tahsil etmek için atadığı ekonomi komiseri McKinsey’e hazırlattığı acı reçete “Yeni Ekonomi Programı” adı altında 20 Eylül 2018 tarihinde Maliye ve Hazine Bakanı tarafından açıklandı.

Krizden kurtulmak için sunulan raporda-acı reçetede köylünün payına ise yine açlık ve yoksulluk düştü. YEP’le tarım için vaat edilenler ise yıllardır AKP iktidarı tarafından söylenen ama uygulamada tam tersi yapılan şeylerdi; “Tarım ürünlerinde arz ve rekolte tahminlerinin sağlıklı ve erken uyarı sistemiyle yapılması”, “ Ürün takip mekanizmasıyla gıda ürünlerinde dalgalanmanın takip edilmesi” (Bu başlık 09.10.2018 tarihinde ‘Enflasyonla Topyekun Mücadele Programı’nda da yer alarak “tarımda komisyonculuğu kaldıracağız” dendi.

Sürekli aynı şeyler belli aralıklarla tekrarlansa da pratikte tersi yapılıyor), “tarımda milli birlik projesinin hayata geçirilmesi” vs. Bunlar seçim dönemlerinde ve belli aralıklarla (24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimi sonrası açıklanan 100 günlük eylem planında da bu maddeler yer almıştı) söylenen sözler pratikte başta ABD’li büyük gıda ve ilaç sanayi tekelleri olmak üzere çokuluslu şirketlerin IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla belirlediği tarım politikalarının hayata geçirilmesi olarak karşılık buluyor.

1990’ların sonunda ve 2000’lerin başında hükümetlerin ekonomik kriz karşısında IMF ve Dünya Bankası’na sundukları niyet mektuplarında yer alan; taban fiyat ve girdi desteği uygulamasının serbest piyasaya uygun hale getirilmesi (kaldırılması), “şeker kanunu”, “tütün kanunu”, “tohum kanunu”, “tarım kanunu” gibi çıkarılan (o dönemde “15 günde 15 yasa” olarak dillendirilmekteydi) coğrafyamızda tarımı bitirme politikası olarak hazırlanan bu kanunların gibi McKinsey’in hazırladığı YEP’in de elbette tarımla ilgili köylünün lehine olacağını düşünmek mümkün değildi.

AKP iktidarı IMF ve Dünya Bankası’nın belirlediği neo-liberal tarımda serbest piyasa ekonomi politikasını 16 yıl boyunca uyguladı. Bu politikalar sonucu bugün bilinçli olarak taban fiyat açıklaması yapılmayarak köylü, emperyalist-kapitalist gıda ve ilaç şirketlerinin karşısında savunmasız bırakılıyor.

Özellikle yoksul köylü; tohum, gübre, ilaç, mazot, su, elektrik… vb. girdilerin her yıl fahiş oranda artması karşısında eziliyor.

Mahsulünü girdiye gelen maliyet artışı oranında satamayarak zarara uğratılıyor. Taban fiyat uygulaması Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından köylünün geçimini karşılaması ve bir sonraki üretim yılında üretim faaliyetini devam ettirebilmesi için hayati bir uygulamayken, bugün koruyucu (üretici) işlevini kaybetmiş uygulama bile artık yapılmıyor.

Fındıkta da taban fiyat ilk defa bu yıl açıklanmayarak Karadeniz köylüsü için önemli bir geçim kaynağı olan fındık, pazarda yok pahasına İtalyan çikolata firması Ferrero’ya zararına satılmak zorunda bırakıldı.  Dünya fındık pazarı ve iç pazar tamamen emperyalist tekellerin kontrolüne geçmiş oldu.

Benzer bir uygulama da şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sonrası şeker pancarında yapıldı. “Tütün Kanunu” ile coğrafyamızda tütün yetiştiriciliğinin bitme noktasına gelinmesinin en acı sonuçlarından biri Soma’da maden ocağında 301 insanın ölümüdür. Serbest piyasa politikası sonucu tarımla geçimini sağlayamaz hale gelen köylüler üretimden çekilerek maden ocaklarında işgüvenliği olmaksızın ucuz işçi olmak zorunda bırakılmıştır.

Bu yıl birçok üründe taban fiyatı açıklanmaması bilinçli bir politikanın sonucudur. Köylü tamamen emperyalist kapitalist şirketlerin belirlediği endüstriyel tarım politikasına mahkum edilerek “sözleşmeli üretime” zorlanıyor.

Sözleşmeli üretim demek köylü üretim araçlarına sahip olsa da üretim araçlarının (başta toprağının) kullanım hakkının, nasıl kullanılacağının, hangi ürünün ekileceğinin vb. köylünün iradesinden çıkarak patron konumuna gelen sözleşme (sermaye) sahibi patrona ait olmasıdır.  Köylü kendi toprağında karın tokluğuna çalışmaya zorlanmasıdır.

Türkiye taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ile tarımsal faaliyetin ilk basamağı olarak kabul edilen ve köylünün üreticinin emeğinin karşılığının alabilmesi; kendi ve ailesinin geçimini sağlamak ve de bir sonraki yıl tekrar üretim yapabilmesi için gerekli olan tohumla ilgili yasada “Milli Tarım Projesi kapsamında 2018 yılından itibaren sertifikalı tohum kullanmayan üreticilerin desteklerden faydalanamayacağı belirtilmiştir.”(Prakis Sayı 43)

Bu yasanın anlamı köylünün tarımsal faaliyeti için can damarı olan tohumun emperyalist-kapitalist gıda ve ilaç tekellerince komplo ele geçirilmesi ve üreticinin bu şirketlere göbekten bağlanmasıdır.

CHP Konya milletvekilinin “Bu yıl Konya’da köylü 90 kuruşa TMO’ya sattığı buğdayı tohum olarak 230 kuruştan satın almak zorunda bırakıldı” sözleri tohumda sertifika dayatmasının dizginsiz sömürünün resmi olarak karşımıza çıkıyor.

Bir diğer facianın yaşandığı buğdayda ise üretimin iç pazarda talebi karşılamaması durumu söz konusudur. Ancak buğday ihracatı rakamları yükseldiği ve ithalat ile bu dengelenmediği için arz düşüklüğü sebebiyle fiyatlar yükselince AKP buğday ihracatını kısıtlama kararı aldı.

Buna rağmen düşmeyen fiyatlar için “spekülatif” açıklamalarının yapılması, gerçeği karartma çabasından başka bir şey değildir. Tohumda yaşanan ölçüsüzlük sonucu ortaya çıkan ücret farkı nasıl ki uygulanan politikanın sonucuysa ithalat-ihracat politikası sonucu piyasada oluşan arz düşüklüğü sebebiyle fiyatların yükselmesi de öyledir. Spekülatif değil, sermayenin çıkarlarını esas alan uygulamanın sonucudur.

Tarımda IMF ve Dünya Bankası’nın Türkiye’ye sunduğu politikaların uygulanmasının sonucu olarak kapitalist tekellerin belirlediği “liberal serbest piyasa” kurallarına mahkum edilen köylü-üreticinin tarımsal tüm girdisi A’dan Z’ye ithal olduğu için döviz kuru üzerinden belirleniyor. Bu yıl yaşanan aşırı artış, ithal olarak temin edilen tohum, gübre, ilaç, mazot vs. nedeniyle maliyeti daha yüksek üretim yapıyor.

Devlet sübvansesinden (ürüne yapılan parasal yardım, destek) mahrum bırakılan köylü –üretici karşısına kapitülasyon (bir ülkede kendi halkına karşı yabancılara verilen –emperyalist tekellere- verilen ayrıcalıklı haklar) çıkıyor. Köylünün ithalata dayalı üretimi yüksek maliyetle iç pazarda emperyalist şirketler ve onların yerli işbirlikçisi komisyoncular, tüccarlar tarafından ucuza satın alınıyor. Kimi zaman köylü, elindeki mahsulü Tarım Bakanlığı tarafından TMO’lar aracılığıyla alınmadığı için maliyetinden çok daha ucuza satmak zorunda bırakılıyor.

Birçok bölgede köylü, AKP’nin tarım politikası nedeniyle sömürü çarkına isyan ederek üretimden çekileceğini dile getiriyor. Özelleştirilen şeker fabrikaları sonrası köylünün “Yok baba yok, ne ekeceğim? Hani devlet güvenceli satış? Bu sene pancara fiyat verilmedi, özele geçti, özel de fiyat vermiyor.

Hasat dönemi başladı pancar tarlada bekliyor” isyanı coğrafyamızda tarımın yok oluşunu ve “gıda egemenliğinin” kalmadığını gösteriyor. (Gıda egemenliği kavramı Brezilya’da 1970’lerde köylülerin toprak reformu talebiyle başlattıkları-topraksız köylü hareketinin- mücadelesi sonrası La Via Campesina tarafından dile getirilmiştir. “Gıda egemenliği insanların, toplulukların, bölgelerin ve ülkelerin kendi benzersiz koşullarına ekolojik, sosyo-ekonomik ve kültürel olarak uygun olan tarım, balıkçılık, gıda ve toprak politikalarını belirleyebilme hakkına sahip olmalarını ifade etmektedir.”)

Bugün Türk hakim sınıflarının tarım alanında uyguladığı politika IMF ve Dünya Bankası’nın emperyalist-kapitalist büyük gıda ve ilaç tekellerinin çıkarları doğrultusunda hazırladığı acı reçetedir. Emperyalizme karşı durmadıkça sömürü çarkı işçinin-köylünün alınteri üzerinden dönmeye devam edecek ve emekçilerin insanca yaşam hakkı gasp edilecektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu