DerlediklerimizGüncel

LEVENT KAÇAR | Yol Öyküleri-3

"enel havaya gelince; neredeyse bir kent yok olmuş durumda ve ölü sayısı en az üç/dört yüz binin üzerinde, bu sadece Hatay için böyle. İnsanlar şaşkın ve şok içinde. Devlet köylerde hiç yok kent ve ilçe merkezlerinde ise sıkı bir denetim var, rahatsız edecek düzeyde"

Bir dünya düşünün; yıkıntılar altında bir hayatı yeniden inşa etmenin derdiyle uğraşıyor. Bir yandan küllerinden doğan Anka Kuşu misali biri biz yapmanın, dayanışmanın ve yakınlaşmanın erdemli geleceğinin dert ederken kendine diğer yandan yaralarını sarmaya çalışıyor.

Ölümün kekremsi kokusu acı bir tat bırakıyor konuşan her depremzedenin ağzında. Ölüm kusuyor yıkıntılar. Yıkıntılardan arta kalan, koyu laciverdi bir yalnızlık sadece. Nereye baksam hüzün nereye dönsem acıdan çatılmış yüzler. Kimse var mı diye günlerce haykırdı çığlıklar; duyanlar koştu duymayanlar sağırları oynadı. Oysa ki asıl sesi duyulması gerekenler yıkıntılar altında kalanlardı. Bir vardı koca bir kent ve bir yoktu on şehir.

Devlet nerede diye haykırışlar enkazdan göğe doğru yükseliyordu. Gönül verdi gençler ve yüreği yangın yerinde üşüyenler. Ayazı iliklerinde hissedenler soluğu deprem yerlerinde alırken birileri üç maymunu oynamaya devam ediyordu. Biz buradayız diyenler duymayı reddedenlere inat el ele vermiş acıları paylaşıyordu. Neredeyse her ailenin bir acısına tanıktı kentlerin kimi kısmı, kimiyse acının yakıcılığında neredesiniz diye yanıyordu çaresizliğin girdaplı, toz ve dumanında. Rüzgar bile üşüyordu kimsesizliğinde ve bulutlar küsmüştü güneşin doğduğu yere. Dünya ayaktayken oturuyordu tufeyliler konforlu koltuklarında.

Depremler devam ediyor halâ ve kayboluyor uykular, uykular haram, gecenin ayazına karışıyordu duygular. Karanlık; zehir zemberek bir geleceğin habercisi gibi akşamın karaca vaktindeki yıkıntıların korkunç hikâyesini, yeniden ve yeniden yazıyordu insanlığın kitabına. İnsan aklının ve insan vicdanının neresini yoklarsanız yoklayın çözümsüzlüğün kara deliklerinde çığlıklar kayboluyor ve kocaman bir şehir sallanıyor yıkıntılar arasında.

Öyküyü ne tarafından tutsanız elinizde kalıyor; daha ne kadar sürecek bu kıyamet? Sormadan edemiyor hiçbir merhamet. Gecenin zifirinde huzursuz bir uyku hali çöküyor; zamansız, dermansız ve yorgun yaşlılığınıza. Susuyorsunuz kederli bir gecenin sabahına… Neredesiniz? Uyuyabiliyor musunuz saraylarınızda? Her gece, her sabah ve her saat deprem oluyor. Yorgun yüzlü insanlar oradan oraya çaresizce koşuyor. Sussam kahroluyorum, konuşsam “ne fayda”nın zamansızlığına karışıyor kederim.

Bir deprem daha oluyor sonra ve yıkılıyor artakalan ne varsa. İnsanlar sabahlıyor sokakta, şose kenarlarında ve tarlada. İnsanlar aç, olanaksızlık içinde yine yan yana ve yine ayakta. Sözün özü canım dostum; hayat her şeye rağmen devam ediyor halâ. Ve yıkıntılar altında bile ümit her daim yarına dönüyor yüzünü ve her sabah güneş yeniden doğuyor…

Kahredici zamanlardan geçiyor kentler içinde yaşayan canlarıyla…

Depremin Yol Öyküleri-1

Bu hayhuyun içinde insan kendini öyle bir kaptırıyor ki inanın birçok şeyi akıl edemiyor. Yazmak ancak gece vaktine kalıyor. Buraya geleli dört gün oldu. İlk Hatay’da bir arkadaşımıza uğradık ailesindeki kayıplar nedeniyle taziye ziyaretinde bulunduk.

Sonra koordinasyon merkezine gidip gözlem yaptık, burada değişik sivil toplum kuruluşlarının ve partilerin, sendikaların birlikte hareket ettiği bir organizasyon dağıtım ve yardımlaşma amaçlı bir dayanışma merkezi vardı. Sonra Defne’ye bağlı bir köy olan Tavla’ya geldik. Burası 5000 nüfuslu bir köy. Seyyar bir mutfak kurarak her gün bir mahallesine yemek yapıp dağıtıyoruz. Aynı zamanda çadır, hijyen malzemesi, giyisi, çorap, iç çamaşırı, çocuk bezi vs. gibi eşya dağıtılıyor aynı merkezden.

Burada olmanın önemli tatmin edici yanı köydeki insanlarla birlikte bu işi üstlenmemiz. Ama daha ne kadar sürdürebiliriz onu kestirmek zor. Genel havaya gelince; neredeyse bir kent yok olmuş durumda ve ölü sayısı en az üç/dört yüz binin üzerinde, bu sadece Hatay için böyle. İnsanlar şaşkın ve şok içinde. Devlet köylerde hiç yok kent ve ilçe merkezlerinde ise sıkı bir denetim var, rahatsız edecek düzeyde. Adeta kenti boşaltmak istiyorlar sanki. Zaten belirli bölgelerde göç oldukça fazla.

Belki bu vesileyle demografik yapıyı değiştirerek Hatay’daki muhalif kültürü yok etmenin derdine düşmüş devlet. Gideni adeta teşvik ediyorlar sanki kenti boşaltmak istiyorlar gibi bir hava gözleniyor. Sıkıyönetim hazırlığı gibi bir durum hiç de yabana atılacak bir tespit değil bence. Diğer kentleri bilmediğim için bir şey diyemiyorum ama burası için durum iç açıcı değil. Devrimci güçlerin öyle uzun erimli kalma ve dayanışma derdi ve gücü olduğunu düşünmüyorum.

Halen ne yazık ki onların kendi aralarında bir dayanışmadan iç rahatlığıyla söz edemiyorum. Yine de çok kıymetli bir fırsat devrimciler için dayanışma imkanının kötü(bu kadar ölü olması) de olsa bir vesileyle doğması. Ne var ki devrimci kurumlar o ruha sahip mi asıl soru burada düğümleniyor. Canlar şimdilik benim burayla ilgili gözlemlerim böyle. Bugün gezdiğim yerlerde de farklı bir durumla karşılaşmadım.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu