GüncelMakaleler

“19 Aralık Karanlığı, Hapishanelerdeki Baskı Politikası ve Sınıf Mücadelesi”

"Faşizm, dünyanın neresinde olursa olsun halka duyduğu nefreti en çok hapishanelerde gösterir. Bu, tarih boyunca böyle olmuştur ve olacaktır da; çünkü faşizmin genel ilkesidir"

Faşizm, dünyanın neresinde olursa olsun halka duyduğu nefreti en çok hapishanelerde gösterir. Bu, tarih boyunca böyle olmuştur ve olacaktır da; çünkü faşizmin genel ilkesidir. Özellikle de devrimci ve komünistler bu baskı politikalarına maruz kaldı ve kalıyor.

Nedeni ise onların sınıf mücadelesindeki iradelerini kırmak… Faşizmin devrimci ve komünistlere yönelik baskı politikaları ve işkencesi coğrafyamızda da yoğun bir şekilde yaşandı, yaşanıyor. Örneğin 19 Aralık 2000’de “Hayata Dönüş” adı altında yapılan katliam faşizmin politikasıdır.

O dönem yeni inşa edilen F Tipi hapishanelere sevk olmayı kabul etmeyen devrimci ve komünistler, devlet tarafından katledildi. Demokratik Sol Parti (DSP)-Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Anavatan Partisi (ANAP) gibi faşist partilerin oluşturduğu koalisyonunun talimatıyla yapılan operasyon sonucunda 28 tutsak yaşamını yitirirken yüzlercesi de yaralandı.

Bu saldırı ve katliam, F Tipi hapishanelerine karşı başlatılan açlık grevlerine ve daha sonrasında ölüm oruçlarına dönüşen eylemlere yönelikti. 19 Aralık 2000’de sabaha karşı başlayan katliam saldırısı, asıl boyut ve hedefini 21 Aralık’ı 22 Aralık’a bağlayan gece gösterdi. Devletin kolluk kuvvetleri, yoğun kimyasal gaz bombası ve kurşun yağmuru eşliğinde duvarları yıkarak ve koğuşları ateşe vererek bunun önceden planlanmış bir katliam olduğunu da göstermiş oldular. O tarihte 20 ayrı hapishaneye aynı şekilde saldırı düzenlendi. Kimyasal gaz bombaları, ateşli silahlarla donanmış 10 bin kişilik orduyla gerçekleşti bu saldırı.

Dönemin başbakanı Ecevit’in saldırıya ilişkin “Teröristleri kendi terörlerinden koruma” ifadesi tam da barbarlıklarına uygun bir açıklama idi. Koğuşlar faşizmin kolluk kuvvetlerince alev ve yoğun gaz altına alınırken kendileri gaz maskeleriyle kolayca koğuşları tarayabildiler.

Bu sırada devrimci tutsakların bazıları kullanılan kimyasal maddelerin etkisiyle ağır yaralı halde yakalanıp işkence koridorundan geçirildi ve buralarda şehit düştü. Kimileri kolunu kaybetti, kimilerinin yüzleri kimyasal silahların etkisiyle yandı, hemen hemen tüm devrimciler bir daha eski sağlıklarına kavuşmayacak ağırlıkta yaralandı ve kimisi diri diri yakıldı.

Sokağa hükmetmek için…

19 Aralık katliamı aynı zamanda devletçe, hapishanelerde hayata geçirilmek istenen uygulamaların temelidir. Daha öncesinden de devrimci tutsaklara dönük saldırıları hep gündemde tutan devlet, 2000’lerde katliamlarla ve hayatta kalan tutsakları zorla sevke sürüklemesiyle hapishaneleri izole etme isteğini uygulanabilir hale getirdi. Bu anlamda 19 Aralık’ın gerçekliği ne kadar karanlık gözükse de aslı daha da karanlıktır.

Dönemin Adalet Bakanı H.S.Türk’ün, “Asıl amaç ölüm oruçlarını bitirmek değil, devletin otoritesini sağlamaktır” gibi söylemleri aslında tam olarak başta değindiğimiz gibi faşizmin hapishanelerindeki baskı politikasının devrimci ve komünistlerin iradesini kırmaya yönelik olduğunu açığa çıkarıyor. Aynı zamanda faşizmin hapishanelere ve devrimci tutsaklara hükmetme isteğinin, sokaktaki direnişi de bastırma isteğinden beslendiğini döneminin başbakanı B.Ecevit’in “sokağa hükmetmek için hapishanelerine hükmetmek gerekir” ifadelerinde görmekteyiz.
Bu saldırılardan önce başlatılmış olan açlık grevlerinin saldırı sonrası ölüm orucuna dönüştürülmesiyle beraber yine onlarca tutsak hayatını kaybetti. Aralarında 1970 Dersim doğumlu TKP-ML dava tutsağı Nergiz Gülmez de vardı.
Nergiz Gülmez yoldaş, ölüm orucunun 123. gününde Kartal Özel Tip Hapishane’sinde fenalaşması üzerine kaldırıldığı Kartal Devlet Hastanesi’nde

11 Nisan 2001 tarihinde ölümsüzler kervanına katıldı…

Sınıf mücadelesinin her alanı birbirinden beslenir

Günümüzde de devletin hapishanelerindeki kirli politikası devam etmektedir. Kitaplar, dergiler ve gazeteler içeriye alınmamakta, açık görüşler engellenmekte ve görüşe gelen tutuklu yakınlarına çıplak arama dayatılmaya çalışılmaktadır.

Tüm bunlara karşı dönemsel olarak açlık grevleri ve çeşitli direnişler de gelişiyor. İşte tam burada, en önemli görev bizim omuzlarımızdadır. Bizler sokaklarda, meydanlarda, fabrikalarda, tarlalarda, okullarda yani yaşamın her alanında mücadeleyi, direnişi ve devrimci faaliyeti büyüttükçe içerideki tecridin kırılmasının önü açılacaktır. Sokaktaki mücadeleyi geliştirip büyüttükçe hapishanelerdeki mücadele de büyüyecektir. Çünkü sınıf mücadelesinin her alanı birbirinden beslenir.

İşte o sokaklardaki mücadelenin hayatta kalabilmesi ve büyümesi ancak teoriden beslenen pratikle ve pratikten beslenen teoriyle mümkündür. Karl Marks’ın “Belirleyici olan yazılan programlar değil, atılan adımlardır” sözlerinden bunu anlamalıyız.

Tüm dünyada olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada da sınıf mücadelesinin en keskin, en zorlu dönemlerinden geçmekteyiz. Devler, demokratik alandaki mücadeleyi bütün zor aygıtlarını pervasız biçimde kullanarak bastırmaya çalışıyor. Bu noktada halkın çıkarlarını daha fazla düşünmek ve devrime-devrimin görevlerine bağlanmak hayatidir. Hiçbir zaman diliminin öncesinden yazılmış olan bir formülü yoktur. Hiç kimse yaşamı ve sınıf mücadelesini doğuştan kavramaz.

Ama her zaman diliminin öncesi vardır ve bunlardan ders ve deneyim çıkarma olanağına sahibiz. İşte burada devrimcilerin üstüne düşen görev, demokratik mücadeledeki tıkanıklarının nedenlerini bulup çözmek ve toplumsal mücadeleyi büyütmektir. Bu da ancak pratikte atılan doğru adımlarla mümkündür. Pratikte doğru adımları attığımızda toplumsal mücadelenin büyüdüğünü göreceğiz mutlaka.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu