GüncelMakaleler

ANALİZ | İDLİB “STRATEJİK DERİNLİĞİ”NDE BOĞULMAK

RTE, İdlib bozgunundan bir ders çıkarmış gibi görünmüyor, aksine saldırgan politikasını devam ettirerek buradan nemalanmaya çalışıyor. Suriye ve Rusya’ya karşı NATO’dan yardım ve destek dilenir hale gelmiş durumdadır.

İdlib’e yoğun bir askeri sevkiyat yapan Türk devletinin başı RTE, Suriye askeri güçlerinin Türk gözlem noktalarının gerisine çekilmesi için şubat sonuna kadar süre tanıdığını açıklamıştı. İdlib’deki birliklere yeni takviye yapılarak yeni geçici barınma üsleri kuruldu. Heyet Tahrir Şam (HTŞ) güçlerine silah, teçhizat ve askeri araçlar sağlandı. TC, askeri konvoylarla buraya yeni güçler sevk etti. TSK ve beraberindeki cihatçı gruplar, İdlib’in güneydoğusundaki Neyrab köyüne yönelik bir operasyon başlattılar. Suriye Milli Ordusu (SMO) adı verilen cihatçı çetelerin başlattığı operasyona TSK güçleri de topçu ateşiyle destek sunuyor. Ayrıca SİHA’ları kullanarak Suriye ordusunun mevzilerine saldırılarda bulunuyor.

Tüm bu gelişmeler sonucu TSK’nın cihatçılara verdiği destekten ciddi anlamda rahatsızlık duyan Rusya ve Suriye ordusu, Rusya’nın hava desteği ile ileri bir hamle yaptılar. Soçi Mutabakatı uyarınca sadece 12 gözlem noktasında bulunması gerekirken HTŞ üyeleriyle birlikte oldukları için hedef haline gelen TSK güçleri, Rus uçaklarının bombardımanında 27 Şubat’ta büyük bir kayıp verdiler. Türk devlet yetkilileri, askeri kayıplarını 33 olarak açıkladılar. Rusya’nın hava bombardımanı sonucu bu çok sayıda asker ölümüyle birlikte esasında RTE’nin Suriye politikası da çöktü.

RTE, şubat sonuna kadar İdlib operasyonu durdurulmaz ve Suriye ordusu TSK gözlem noktalarının gerisine çekilmezse bu hedef doğrultusunda askeri güç kullanacağını söylemişti. Ne var ki 27 Şubat’ta TSK’yı hedef alan hava saldırısı çatışmaları öne çekti.

Suriye ordusunun Türk gözlem noktalarının gerisine çekilmesi için tanınan sürenin dolduğu 1 Mart itibarıyla yeni bir sürece geçildi. TC Savunma Bakanı Akar, Suriye’ye bir işgal harekatı başlattıklarını duyurdu. Harekatın adını da “Bahar Kalkanı’’ diye ilan etti. Resmen ilan edilmemiş ama sahada fiilen yürüyen bu savaşın böylece adı da konulmuş oldu. TC rejimi kendisi de “terör örgütü” ilan ettiği HTŞ’nin yanında Suriye’ye karşı resmen savaş başlatılmış oldu.

AKP’nin başı RTE’nin borazanlığını yapan TV programlarında öldürülen Suriyeli asker sayısı, vurulan tanklar, zırhlı araçlar abartılı sayılarla, TSK övülerek verilmeye başlandı. TSK’nın kayıplarından ise hiç bahsedilmiyor. Suriye’nin iki uçağının düşürüldüğü haberi bayram sevinci içerisinde veriliyor. Suriye 1 Mart’ta hava sahasını insansız uçaklar dahil bütün düşman unsurlarına kapattı. SANA’ya göre de düşürülen Türk insansız uçağı sayısı ise üçü buldu.

Türk devletinin cihatçılarla birlikte başlattığı “Bahar Kalkanı” işgal saldırısıyla İdlib’in güneyinde stratejik önemi olan -M 4 ve M 5 karayollarını kesiştiği noktadaki- Serakib kasabası ele geçirilmişti. Ardından Rus hava kuvvetlerinin desteğiyle saldırıya geçen Suriye ordu güçleri, 2 Mart itibarıyla Serakib kasabasını tekrar cihatçı çetelerden temizlediler. Ardından da Rus askeri polisleri şehre yerleşerek, güvenliği sağladı. Diğer yandan da hem cihatçılara hem de TSK’ya “burada biz varız, buraya yönelik bir saldırı aynı zamanda Rusya’ya saldırıdır” mesajını vermiş oldular.

Rus uçaklarının bombardımanından ve resmi sayı olarak verilen 33 askerin ölümünden sonra RTE, Putin’le görüşmek istemiş ancak yanıt alamamıştı. İçeride ve dışarıda çok sıkışan RTE, bu durumdan bir çıkış bulmak için AB devletleri ipine sarılmak için harekete geçti. Fransa Cumhurbaşkanı Makron ve Almanya Başbakanı Merkel’le telefonda görüşerek Putin’in de ikna edilerek 4’lü bir zirve için çaba harcadı. TC ve RTE’nin çağrılarını duymazlıktan gelen Putin, yanıt vermezken yanıt Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan geldi. 4’lü zirvenin kendileri için bir şey ifade etmediği, İdlib’le ilgili gerekli görürlerse Putin’in RTE ile görüşebileceği gibi bir açıklama yaptılar. Daha sonra da 5 Mart’ta Moskova’da RTE ile İdlib konulu bir görüşmenin yapılacağını duyurdular.

Ardından da Rusya Dışişleri Bakanlığı, Rusya’nın “terörle mücadele” vurgusunun değişmediğini, “terör örgütleriyle mücadeleden dönülmeyeceğini”, “Suriye’de terör örgütlerine müsamaha gösterilmeyeceğini” vb. içeren açıklamalarda bulundu. Zaten İdlib bölgesinde varılacak sonuç RTE’nin istediği noktada büyük olasılıkla olmayacaktır. RTE’nin isteği olan Suriye ordusunun TSK’nın gözlem noktalarının gerisine çekilmesi gibi bir durum yaşanmayacaktır. İdlib bölgesinde Suriye ve Rusya, RTE ile şöyle bir noktada buluşabilir; HTŞ’nin etkisizleştirildiği, geri plana çekildiği bir uzlaşı. Zaten 5 Mart öncesi Peskov da “Putin ve RTE’nin Soçi Anlaşması’nın nasıl uygulanacağını görüşeceklerini” belirterek bunun altını çizmişti.

NATO, Türkiye için savaşmak istemiyor!

Türkiye’nin 4. maddeye dayanarak yardıma çağırdığı NATO’dan beklentisi, İdlib’in uçuşa yasak bölge ilan edilmesi, bu olmazsa Suriye-Rus uçaklarını sınırlayacak şekilde Hatay-Kilis hattına patriot konuşlandırılması ve askeri-teknik desteğin artırılmasıydı.

RTE, İdlib bozgunundan bir ders çıkarmış gibi görünmüyor, aksine saldırgan politikasını devam ettirerek buradan nemalanmaya çalışıyor. Suriye ve Rusya’ya karşı NATO’dan yardım ve destek dilenir hale gelmiş durumdadır. Putin ise bir yandan Suriye’deki ağırlığını artırırken bir yandan da RTE’yi NATO’dan ve ABD’den uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Rusya biraz da NATO kanadının neyi ne kadar yapmak istediğini görmek ve bu duruma göre de politika oluşturmak istemektedir. Bazı NATO üyelerinin Türkiye’nin savaş kapasitesine katkı sunma niyetine paralel olarak Rusya, seyir füzeleriyle yüklü bir donanma gemisini ve bir elektronik harp gemisini boğazlardan geçirip Akdeniz’e indirdi ve Lazkiye’de demirledi.

RTE’nin beklentisi ise NATO arka çıkar, ABD güçleri devreye girer, Rusya geri adım atar ve böylece Suriye’nin paylaşılmasından payımı alırım idi. Böylece RTE’nin hayalindeki gibi Halep’e girme de gerçekleşmiş olurdu. Ama gerçeklik farklı. NATO’nun Rusya ile çatışmadan kaçınma diye bir öncelliği var. NATO ve ABD, TC için daha doğrusu RTE için Rusya ile bir savaşı göze almak istemiyorlar. NATO ve ABD’de şimdilik hakim olan anlayış, RTE’nin yaptığı hatalarının sonuçlarına kendisinin katlanması gerektiği yönündedir. RTE, İdlib krizi nedeniyle yapayalnız kaldı. 2 Mart’ta ABD Savunma Bakanı, “İdlib’de Türkiye’ye hava desteği sağlamayacağız” açıklamasını yaptı. Adeta “RTE’ye Rusya’ya, Putin’e güven olmaz demiştik, şimdi o noktaya geldik. S-400’lerin alınmasında kendimizi dinletememiştik” demektedirler. Bu sahiplenmeme ve yalnız bırakılma ile aynı zamanda S-400’lerin de hesabı sorulmuş olacak.

ABD, Türkiye’nin daha doğrusu RTE’nin Rusya tarafından iyice hırpalanmasını istiyor. Böylece sonrasında istediklerini çok daha rahat kabul ettireceklerinin hesabını yapıyorlar.

Türkiye-İran ilişkileri

Suriye savunmasında katkıda bulunmak amacıyla İran’ın Şii milis güçleri, Suriye yönetiminin bilgisi dahilinde Suriye’de bulunuyor. Ayrıca Lübnan Hizbullah’ından da savaşçıların olduğu biliniyor. İdlib’de cihatçı örgütlere karşı Rusya’nın hava desteğinin yanında İran’ın Şii milis güçleri de karadan Suriye ordusuna destek sunuyor.

Türkiye’nin “Bahar Kalkanı”yla büyüttüğü işgal ve ilhak saldırısı karşısında Rusya ve İran’ın pozisyonu da önem kazanıyor. İran’ın başı ABD ambargosu ve korona virüs ile epey bir dertte. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, RTE ile görüşüp diplomasi yolunu açmaya çalıştı. Fakat sahadaki durum, İran’la Türkiye arasında sorunlu. İran’ın silahlı güçleri, TSK’nın saldırısı sonucu 10 kayıp verdiklerini belirtiyor, buna rağmen İran’dan emir almadan TSK’ya yanıt vermek, çatışmak istemiyorlar. Ama Türk devleti, Astana ve Soçi anlaşmalarında masada olan İran’ı da İdlib’deki saldırganlığından dolayı karşısına alma durumunda…

Kısacası TC, Suriye’de ve bölgede giderek yalnızlaşıyor.

Mülteci Krizi Büyüyor…

27 Şubat’ta İdlib’de Rusya tarafından düzenlenen hava saldırısında 33 askerin hayatını kaybetmesi sonrası RTE “Bahar Harekatı”nı başlatmanın yanında bir de uzun süreden bu yana AB’ye karşı kullandığı “göçmen kozu”nu ortaya sürdü. Türkiye’nin sınır kapılarını göçmenlere açtığını duyurdu. Bunun üzerine çok sayıda mülteci İstanbul, İzmir, Edirne başta olmak üzere birçok noktadan kara ve deniz yoluyla sınırı geçmek, Avrupa’ya ulaşmak için yola çıktı.

Yunanistan’a geçmek için Edirne’ye akın eden göçmenler Pazarkule Sınır Kapısı çevresinde birikmeye devam ediyor. İki ülke arasındaki tampon bölgede günlerdir geçiş yapmak için bekleyen mültecilerden canı pahasına sınırı geçmeye çalışanlar var. Az sayıda karşı kıyıya ulaşanları ise Yunan polisi şiddet uygulayarak, giysilerini-telefonlarını ve paralarını alarak geri gönderiyor.

RTE, AKP İl Danışma Meclisi Toplantısında sınırların açılmasından sonra Avrupa’ya yönelen göçmenlerin sayısının yüz binleri bulduğu, bu sayının yakında milyonlarla ifade edilecek düzeye geleceğini ifade eden açıklamalarda bulundu. Türk devletinin mültecileri AB’ye karşı koz olarak kullanmaya devam etmesi ve sınırlara yığılmalarını teşvik etmesinin ardından mültecilere dair ölüm haberleri de gelmeye başladı. Midilli Adası açıklarında mültecileri taşıyan bir teknenin alabora olması sonucu biri çocuk, 4 mülteci boğularak yaşamını yitirdiler. Yine Suriyeli Ahmed Ebu Emad, Yunanistan’a geçmeye çalışırken Yunan sınır güvenliği tarafından öldürüldü. Meriç kıyısına dayanan mülteciler gerçek savaş mağdurlarıdırlar.

Almanya Başbakanı Merkel, RTE’nin mültecileri AB’ye karşı koz olarak kullanmasını sert bir dille eleştirerek “Türkiye’nin sınırları açarak mültecilerin sırtından AB’ye baskı uygulaması kabul edilemez” dedi. AB Göç Komiseri Margaritis “Kimsenin şantajla Birliğin gözünü korkutamayacağını’’ söyledi. RTE’nin bu şekilde sınır kapılarını açarak mültecileri bir şantaj malzemesi gibi kullanması, insanlık açısından bir suç olduğu gibi bu son kozu da fiyaskoyla sonuçlanacak gibi görünüyor. Sınırlarını açtığının propagandasını yapan Türk devleti gibi sınırlarını sıkı sıkıya kapatan AB devletleri de Avrupa’ya gitmeye çalışan yüz binlerce göçmenin hayatını tehlikeye atmakta ve bu suça ortak olmaktadır. Göçmenlik bir sonuçtur.

Bir yandan da Midilli Limanı’na giden faşistlerin, mültecilerin adaya girişini engellemeye çalıştıklarına dair haberler geliyor. Limana yanaşmak isteyen ve Türkiye kıyılarından Yunanistan’a mültecileri taşıyan botlar şiddet ve hakaretlerle engelleniyor. Ayrıca mültecilere tahsis edilen bir sığınma noktası da ateşe verilmiş. Bu gelişmeler gerek Yunanistan’da gerekse de Avrupa’da aşırı sağa, ırkçılığa ivme kazandırıyor. Avrupa’da aşırı sağın ekmeğine yağ sürülüyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu