Kadın

TUTSAKLARIN KALEMİNDEN | Hüzünlü Kadınlar ile paylaştıklarımız

Kadın mücadelesinin 21.yy’da dünyayı sarsabilecek bir etkiye ulaştırmışlardır. Hüzünlü Kadınlar  Sığınağı’ndaki kadınların da dediği gibi “Bizim davamızın geri dönüşü yok, bu nedenle tek gerçek devrim bizleriz”

Bazı kitaplar vardır, elden ele, dilden dile dolaşır.  “Şuraya geldin mi?”, “Şu bölümle ilgili ne düşünüyorsun?”, “Şu kısım çok etkileyiciydi” gibi pek çok yorum eşliğinde sohbetlerin ana gündemi olurlar bir anda. Hüzünlü Kadınlar Sığınağı’da bizim için böyle bir kitap oldu. Bir solukta okuyup bitirdik. Ve üstüne defalarca kez dönüp dönüp sohbetler ettik. Her kadında hem kendimizi bulduk hem de yanı başımızdakileri.

Kimi bölümlerin sonunda oturup uzun uzun düşündük. Kendimizi bulduk çünkü anlatılanlarda; bu zamana kadar karşı koyamadıklarımızı/koymadıklarımızı da gördük bu kitapta, yıllar sonra şiddetmiş yaşadığımız dedik. Çok düşündük Hüzünlü Kadınlar Sığınağı’nı okurken ve çok sorguladık kendimizi, yaşadıklarımızı… Her kadının bu kitaptan alacağı bir şeyler olduğu düşüncesindeyiz. Bu sohbetlerimize sizleri de davet etmek istedik. Paylaşalım ve paylaştıkça büyüyelim, çoğalalım istedik.

Anlattıkça, paylaştıkça güçleniyor kadınlar. Bir başka kadının yaşanmışlığında kendimizi bulabilmemizde bundan. Adı değişse de şekli değişse de aynı yaşanmışlıklarımız. Aslında başka kadınlar bu kitabı bu röportajın ardından okursa eğer, biz kadınca bir sohbette buluşmuş olacağız. Ve duvarlara inat kadın olmanın güzelliğinde buluşmuş olacağız. O zaman şimdiden iyi okumalar dileyelim sizlere ve başlayalım anlatmaya dilimiz döndüğünce.

“Erkek şiddeti hiçbir kadını es geçmiyor”

Kitaba dair genel bir değerlendirme yapacak olursanız, vurgulamak istediğiniz temel nokta nedir?

H: Hüzünlü Kadınlar Sığınağı’nı okuduktan sonra gökten kafama 3 elma düştüğünü söylesem, size abartılı gelir mi bilmiyorum. Böyle bir tanımlama yapıyorum çünkü kitap beni çok etkiledi, bir solukta elimden düşürmeden okudum.

Sığınağın koridorlarında ufak bir gezintiye çıktığınızda karşınıza çıkan kadınlar erkek şiddetinin kimseyi es geçmediğinin; erkek şiddetinin sınıf, mevki, konum tanımadığının bir göstergesi. 1997 yılında yazılmış olan bu kitap bize kadın sorununa dair güncelliğini koruyan bakış açıları sunuyor. Kadınlar birbirlerine yaşadıkları cinsel tecrübelerden söz ediyorlar. Bu tecrübelerin aslında erkeğin keyfine bağlı olarak, erkeğin boyunduruğu altında gerçekleştiğini görüyorsunuz her bir örnekte. Kadının erkeler tarafından nasıl cinsel bir obje haline getirildiği ve sömürüldüğü, duyguları, hisleri yok sayılarak nasıl metalaştırıldığı her bir kadının yaşanmışlığında yeniden karşımıza çıkıyor. Tutku ile başlayan evlilikler aldatılma ile son buluyor, aldatılan kadın aslında yalnızca aldatılmışta olmuyor; özgüveni elinden alınmış bir halde çocukları ile baş başa bırakılıyor.

Özgüvenini kazanmakta çocuklara bakmakta kadının kişisel problemi halini alırken, erkekler yaşamlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar.

Erkekler kadınları bir yerde tüketmek ve bırakmak istiyorlar, kadınlar ise tükenmemek için düşüyorlar sığınağın yoluna. Kitaba dair vurgulamak istediğim temel noktaya gelecek olursam; kitapta kadınların kendi bedenlerini tanımalarına, kendi cinsel yönelim ve isteklerini keşfetmelerine dair önemli vurgular var. Bu vurguların önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü günümüzde pek çok kadın kendi bedenini tanımıyor. Aslında bu tanımama hali erkek egemen sistem tarafından bilinçli olarak yapılıyor. Kendi bedenini tanımayan kadın, erkek karşısında giderek edilgenleşirken bedeni

de giderek metalaşıyor. “Erkeklerin bedenlerimiz üzerinde hiçbir hakka sahip olmadığı vurgusu” satır aralarına ince ince ama bilinçle yerleştirilmiş. Söylediklerimi özetleyecek olursam kadınların bedenlerini tanımaya başlamaları, bu ihtiyacı hissetmeleri için ön açıcı kitap bir “Hüzünlü Kadınlar Sığınağı”. Ve birde pek çok kadının yaşayıp da adını koyamadığı cinsel şiddete, “cinsel şiddettir” diyebilmek içinde ön açıcı bir yerde durduğunu düşünüyorum kitabın.

D:Yaşadığımız toplumda erkeğin cinselliği yüceltilirken, kadının cinselliğinin konuşulması söz konusu dahi olmaz. Erkek toplum bunu kabul etmez. Çünkü kadının özgürce konuşabilmesi demek- tabi ki bu sadece cinselliğe dair değil kadına dair her konuda- kadınlarla paylaşması ve bir bilinç açığa çıkarması demek, kadınların ezilmişliklerinden doğru bir mücadele ağı geliştirmeleri demektir. Bu da toplum içerisinde erkelerin kadınların üzerinde kurmaya çalıştıkları iktidarın sarsılması demektir. Tabi cinsellik üzerinden kurmaya çalıştığı, hatta bir çok kadın üzerinde kurduğu iktidar kadını tahakküm altına alan temel sorunlardandır.

Erkek sistemin ve zihniyetin kadınlara baskı, tahakküm ve katliamlarla dayattığı “namus” iktidar algısından bağımsız düşünülemez.  Namus, “erkeklerin penislerinin ucunda dönen bir dünya düzeni hayalleri”nin göstergesidir.

Kadın kimliğinin farkında olarak mücadele eden kadınlar, aslında yaşadıklarının bir diğerinden farklı olmadığını kavrayarak ve bunun karşısında hem cinsleriyle dayanışma halinde olarak üzerlerindeki erkek tahakkümüne karşı bilinçli ve güçlü başkaldırılar gerçekleştirirler. Ve böylelikle “penis ucunda dönen dünya hayali” her dönem artan kadın bilinci ve mücadelesiyle yerle yeksan edilmektedir.

Kitap üzerinden devam etmek edersek, kadının cinselliğini, cinselliğin içindeki gerçeğe ulaşılmayan ve hep kapalı kalan bir matruşka olduğunu düşündüm. Aslında kadın matruşkanın parçalarını kendi iradesi ile kaldırdığı takdirde cinselliği de kendi özgür iradesiyle şekillenecektir. Yalnızca karşı tarafın belirlediği cinsellik beden sömürüsünün en çarpıcı şekillerindendir. Buradan doğru kadınların kendilerine dahi açamadıkları cinselliklerini, ezilmişliklerini, deneyimlerini birbiriyle paylaşmaları, açık açık konuşmaları sonucu kafalarındaki duvarların yıkılmaya başlaması, birlikte çözüm arayışına girmeleri ve bu paylaşımlar sonucunda kadın bilinciyle cinselliğe bakış açılarının gelişmesi kitabın beni etkisi altına alan önemli noktalarından biri oldu.

“Kapitalizm eşittir cinsiyetçilik”

Kitapta kadın erkek ilişkilerine dair; kadınların cinsel ve duygusal yaşamlarıyla ilgili pek çok tecrübe paylaşılmış. Seni en çok etkileyen yaşanmışlığı ve bu yaşanmışlığın sende uyandırdığı düşünceleri paylaşır mısın?

D: Bu soruyu cinsellik ve iktidar düşüncesi üzerinden devam ederek cevaplayayım. Çünkü erkeğin kadın üzerinde kurmaya çalıştığı iktidar yaşamın her alanında farklı farklı şekillerde kadınların karşısına çıkar. Değinmek istediğim yaşanmışlıkta bununla ilintilidir. Hüzünlü Kadılar Sığınağı’nda kadınların anlattığı deneyimlerin hepsi ayrı ayrı etkiledi beni. Ama dediğim gibi konuyla bağlantılı olarak kadınların yaşanmışlıklarından beni düşündüren bir örnekten bahsedeyim; kadınla eşinin cinsellikleri adamın isteği üzerinden, erkek sistem tarafından üretilen, cinsel sömürü aracı olarak kullanılan ürünler üzerinden şekilleniyor.

Aslında adam bunu yaparak yaşadığı cinsel problemin üzerini örtüyor ve kadını, bedenini farklı şekillerde metalaştırarak kadın bedenini sömürüyor. Kadın sonrasında hemcinsleriyle yaptığı paylaşımlar sayesinde hem bedeninin metalaştırıldığı gerçeğini fark ediyor hem de eşinin kendi fiziksel probleminin üzerini kadın bedeni sömürüsüyle kapattığını fark ediyor. Günümüzde de erkek egemen sistem kadın bedeninin metalaştırılması üzerine kapitalist üretim şekilleriyle birlikte daha da sistematik bir şekilde kadını aşağılayan, kadını yok sayan ve kadın bedenini sömürünün merkezine koyan bir politika izlemektedir. Kadın bedeni üzerinde kurulmaya çalışılan cinsel iktidarın politikalarıdır bunlar.

Cinsel iktidar, erkek egemen sistemin kapitalizmle işbirliği halinde ürettiği cinsel sömürü aracına dönüşen ürünlerle desteklenmektedir. Cinselliğin kadınlar üzerinden kirli bir pazara çevrildiği bu alanda, kadının köleleştirilmesini, erkek egemenliğine boyun eğmesini ve itaat etmesini besleyen araçlarla kadınların üzerindeki tahakkümü bir de sermayeye döker erkek egemen sistem.

Evde, işte, sokakta, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yansıtan bilbordlarda, filmlerde, dizilerde, reklamlarda vs kadınlar var oldukları her alanda erkek egemen sistemin saldırılarına maruz kalmaktadır. Kadın, bedeninin bir metaya dönüştürülmesine, bir sömürü merkezi haline getirilmesine ancak cins bilincini açığa çıkararak karşı koyabilir. Kimlik sömürüsünün ayırdına varamayan kadınlar “egemen” olana farkında olmadan teslim olurlar. Ama en yakınında bulunan kadına yaşadıklarını açtığında yada kadını dinlediğinde dahi bedeninin her hücresini sarmış olan sömürünün farkına varma durumu gerçekleşecektir zaten. İşte kitaptaki bu örnekte de kadınca paylaşımlar sayesinde kadın, bedeninin metaya dönüştüğünün farkına varır.  Genel itibariyle baktığında da kadınların yaşadıkları her olayı okumak sadece travmatik yanlarıyla bir etki bırakmadı bende, toplumda her kadının yaşadıklarının aslında kadın kimliğine yönelik politik saldırılar olduğunu yeniden bu kitapla birlikte görmüş oldum.

“Burası hüzünlü kadınlar sığınağı değil siyasi kadınlar koğuşu”

Kitapta kadınların birbirleriyle dayanışma halinde olduklarında daha güçlü hissettiklerine dair vurgular yer alıyor. Zaten hüzünlü Kadınlar Sığınağı da kadınca paylaşımların vücut bulduğu bir mekan, bulunduğunuz mekan kadınların bir arada yaşıyor olmasından kaynaklı benzer bir yan taşıyor. Bu iki mekanı tartıştığımızda nasıl bir değerlendirme yaparsın?

Kadınların bir arada olabilmesi, birbirlerine tutumları ve birbirlerine destek olmaları, kadınları diri tutan, yaşama bağlayan ve bilinçlerini ileri taşıyan bir yerde duruyor. Tecrübeler, acılar, sevinçler dile gelmeye başladığında kadın hüznüne yada sevincine ortak olan bir başka kadını yanı başında görmeye başladığında yalnız olmadığını fark ediyor.

Yanı başındaki kadından güç alıyor ve kendisi de erkek şiddetinin her türlüsüne karşı koyma iradesini açığa çıkarıyor. “Hüzünlü Kadınlar Sığınağı” paylaşmanın öğretilmediği doğrudan yaşandığı, kimi zaman kahkahalar ve gözyaşlarının bir arada olduğu, kimi zaman tecrübelerin havada uçuştuğu bir mekan. Her sınıftan ve kesimden kadın ile karşılaşabilmemiz mümkün sığınağın koridorlarında.

Oyuncu olan akademisyen olan kuaför olan aşçı olan… Nereden geldikleri yada kim oldukları pek önemli değil, esas olan tek bir kimlik var o da kadın kimliği. Bunun farkında olan kadınlar buna göre de yaşıyorlar; kimi zaman mutfakta bir işin başında olan bir kadın başka bir zamanda tarlada yada markette yada başka bir yerde. Herkesin her işe seve isteye koştuğu bu mekanda kadınlar gönüllülük temelinde her işi yapıyor, tıpkı Hüzünlü Kadınlar Sığınağı’na da gönüllü olarak geldikleri gibi. Kitabı okudukça kadın yaşam alanlarının yaratılmasının önemi üzerine de bol bol düşündüm. Rojava’da kurulmuş olan Jinwar Kadın Köyü örneği geldi aklıma yada yılda bir defa yapılan YDK’nın kadın kampları. Kadınların bir araya gelebilmesine olanak tanıyan bu alanların yaratılması biz kadınlar açısından hayati bir yerde duruyor. Böylesi kadın yaşam alanlarının sayısı arttıkça kadınlar birbirlerine temas etmeyi ve birbirlerinden güç almayı, birbirlerine destek olmayı öğrenecekler ve bu dayanışma hali bir bilinç açığa çıkaracak.

Kadınlar yalnız olmadıklarının farkına vararak erkek şiddetine karşı daha  güçlü itirazlar gerçekleştireceklerdir. Bulunduğum mekan ve “Hüzünlü Kadınlar Sığınağı” arasındaki benzerlikler ve farklılıklar üzerinden bir değerlendirme yaptığımda; buranın özgün koşullarından doğru düşünerek söylüyorum, arada gerçekten çok belirgin farklılıklar var. Burada bulunan kadınlar politik kadınlar ve politik aidiyetleri farklı birkaç kadın ile bir arada kalıyoruz. Maalesef ki politik kimliklerimiz kimi zaman kadın kimliklerimizin önünde yer alıyor.

Ve bu durumda beraberinde paylaşımların kadınca olamaması gerçekliğini getirebiliyor kimi zaman. Ama var olan bu durum aşamadığımız yada önüne geçemediğimiz bir durum değil. Esas olan birbirimize temas etme, dokunabilme iradesini gösterebilmemiz.

Bu iradeyi açığa çıkardığımızda bütün kimliklerimizden azade bir şekilde kadın olmayı, kadın kimliğimizi ön plana çıkarabilmeyi başarabiliyoruz. Tabi bunu başarabilmemiz de ön açıcı olan bir diğer nokta ise ortaklaşa yaptığımız kadın eğitimi ve atölyeleri. Bu eğitim ve atölyeler bizlerin buralarda yaratmış olduğu daha özel kadın alanları olarak da ele alınabilir.

Paylaşmaya, öğrenmeye ve yaşadıklarımızı sorgulamamıza yardımcı olan bu alanlarda birbirimize temas etmemiz daha kolay bir hal alabiliyor. Biraz önce değinmiş olduğum politik kimliklerimizin kadın kimliğimizin önüne geçmesi meselesi ise biz kadınlar için benim değerlendirmelerime  göre can yakıcı bir durum. Birbirimizi belli kalıplara sığdırıyoruz ve bu kalıplar bizlerin arasına duvarlar örüyor. Kadınlar olarak bilince çıkarmamız gereken temel meselelerden biri cinsiyet kimliğimizdir. Yani kadın olma gerçekliğimizdir. Bunu bilince çıkardığımız koşullarda yanı başımızdaki kadına korkusuz ve kaygısız bir şekilde dokunabilmeyi başaracağız. Çünkü bileceğiz ki ezilmişliklerimiz aynı, aynı olan yerlerimizden yara almışız.

Jinwar Kadın Köyü’ne dair anlatımı YDK dergisinde okuduğumda da bu konu üzerine epeyce düşünmüştüm. “Bunca kadın bir aradayız, daha fazla paylaşıp daha fazla dokunamaz mıyız birbirimize?” diye sormuştum kendi kendime. Hala kendi kendime benzer sorular soruyorum. Sorularımın cevapları beni daha fazla paylaşıma götürdükçe elbette mutlu oluyorum. Ama biliyorum ki ihtiyacımız olan şu ankinden çok daha fazlası.

“Tek gerçek devrim bizleriz”

Kitabın bir bölümünde kadınlar aralarında geçen bir sohbet esnasında; “kadınların yaptığının gerçek bir devrim olduğunu” dile getiriyorlar. Bu bölümden hareketle kadın mücadelesinin anlamını değerlendirir misin?

 D: Kadın erk zihniyetin yarattığı toplum içerisinde yaşamının her alanında edilgenleştirilmeye, erkekleştirilmeye, toplumsal normlarının belirlediği kalıplar içerisinde yaşamaya mahkum edilmek istenmektedir. Kadın mücadelesi de erk sistemin yarattığı bu toplum içerisinde kadınların kendilerini ezilen bir kimlik olarak tanımlaması ve buradan doğru cins bilincini kuşanması ile başlar. Hüzünlü Kadınlar

Sığınağı’nda toplumun farklı katmanlarından olan kadınlar erkeklerden soyutlanmış bir yaşam alanı içerisinde, deneyimlerini birbirleriyle paylaşarak, bedenleri ve kimlikleri üzerinde yaşandıklarından doğru çözümlemeler yapıyorlar. Aslında burada kadınların hem cinslerinden aldıkları güç ve bilinç açığa çıkıyor.

Cins bilincini açığa çıkarmak ise erkek egemen sistem ve toplum içerisinde kadınlar için daha da zorlu bir mücadele şekli olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü toplumsal cinsiyet normları bireylerin üzerine öyle bir işlemiştir ki bunun dışına çıkmak aileye, topluma, sisteme başkaldırmak demektir. Mesela kitapta kadının kendi bedenini tanıması ve bedeninin bir sömürü merkezine dönüştüğünün farkına varması çok çarpıcı deneyimlerle aktarılmış. Burada da kadınların toplum içerisindeki eşitsizliğin ayırdına varıp başka kadınlarla yaşadıklarını paylaşmaları, birbirlerine dokunmaları kadın dayanışmasından doğan bir cins bilincine evriliyor.

Kadınların birbirleriyle yaşadıklarını paylaşmaları ve paylaştıkça çoğalmaları demek; erk zihniyet açısından en tehlikeli sınır ihlali demektir. Çünkü kadınlar paylaşmakla kalmayıp kadın bilincini çoğalmaktalar da. Kadınlar ezen, sömüren ve katleden cinsin mağduru ve mahkumu olmayı reddederek kadın mücadelesinin anlamını kavrayıp her geçen gün kadın mücadelesi tarihini geliştirmişlerdir ve ileriye taşımışlardır.

Bunu günümüze baktığımızda da çok net bir şekilde görebiliriz. Faşizmin çıtası her geçen gün yükseldikçe inadına sokakları kendilerine mesken eyleyen kadınlar, kadın mücadelesinin kararlılığı ve inancıyla sistemin baskı, zulüm ve katliam politikalarına karşı mücadelede öncü olmuşlardır. Her gün yüzlerce kadının tecavüze, tacize uğradığı, katledildiği bu düzende kadınlar örgütlü kadın mücadelesinden aldıkları güçle zincirlerini kırmışlardır.

Rojava kadın devrimi bunun örneklerindendir. Faşizme, erk sisteme ve zihniyete karşı kadınlar savaşarak cins bilinciyle mücadele edip, erkek egemen devlete meydan okumaktalar.

Feminist hareketlerin ve kadın örgütlerinin oluşumundan günümüze kadar kadınlar kendi öz sorunlarına karşı mücadeleyi cins bilinciyle kuşanmış örgütlü bir mücadele ile ilerletmişlerdir. Ve kadın mücadelesinin 21.yy’da dünyayı sarsabilecek bir etkiye ulaştırmışlardır. Hüzünlü Kadınlar  Sığınağı’ndaki kadınların da dediği gibi “Bizim davamızın geri dönüşü yok, bu nedenle tek gerçek devrim bizleriz”

Kayseri Bünyan Hapishanesi’nden Tutsak YDK’lılar

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu