Makaleler

Bir ÖG okurundan Fakir Baykurt’un Keklik kitabına dair…

Özgür iken hep okumak istemiştim, Baykurt’un eserlerini. Özgür olmanın verdiği yorgunluktan mıdır nedir bilmem ama okuyamamıştım bir türlü. İçerde olmam zamanın yettiği anlamına gelmiyor, ne yazık ki! Kitaplar âlemine daldın mı, 24 saatin gazabına uğruyor insan. Fırsat bu fırsat, Baykurt’un eserlerini istedim ailemden. Gele gele bir tanecik kitabı geldi. Hiç yoktan iyidir tabi. Elime aldım kitabı, yırtık ve eskiydi. Özenle çevirdim sayfaları, sevdiğim o koku çarptın yüzüme. Nasıl tarif edebilirim o kokuyu bilmiyorum, insan kokuyordu galiba. Bir sürü el değmişti, bu sayfalara. Şimdi ise ben dokunuyorum usulca.

Baykurt romana, bir çocuğun dünyasıyla başlıyor evcilleştirdiği kekliği. Yaşar’ın gözünden bakıyoruz köy hayatına. Duru bir göğün altında toprağını derdine düşmüş insanlar. Yokluktan başka ne derdi olabilirdi ki bu insanların. Bunca yokluğun içerisinde bir varlık edinmişti Yaşar kendisine. Çok içten bağlarla bağlanmıştı Yaşar kekliğine. Çilli kekliğim öyle güzel öterdi ki! Yaşar kafesin kapısını açıp kekliği saldığında onun dönüp dolaşıp tekrar geri geleceğine adı gibi emindi. Asla yalnız geri gelmezdi Çilli Keklik, bir kekliği de yanına katıp öyle gelirdi Yaşar’a…

Kitabın yazıldığı tarih1974’e baktığımızda; Amerika Emperyalizminin Türkiye’de ayyuka çıktığı ve devrimci hareketlerin kızgınlaştığı dönemlerdi.  Baykurt tüm bunlara yer veriyor kitabında. İşkenceler, toprak talanı, işçi ve öğrenci eylemleri…

Amerikan uçakları uçuyordu köylerin üzerinden. Yaşar’ın köyünde domuzların ve kekliklerin fazla oluşu, Amerikalıların da dikkatini çekiyor olmalı ki sürekli bu köye avlanmaya gelirlerdi. Amerikalılar istedikleri her yere “özgürce” girebilirlerdi çünkü tüm topraklar onlara peşkeş çekilmişti. Türkiye’de ki silah, uçak vb. sanayi onların tekelindeydi. Onlar dokunulmazdı!

Yaşar’ın babası Seyit, köy yaşamının çekilmez olduğunu ve bu yoksulluğu sonlandırmak için şehirde bir iş bulmanın ve orda yaşamanın daha iyi olacağını düşünüyordu. Almanya’ya işçi olarak gitmek için başvuru yapmıştı. Seyit nasıl iş bulabilirdi ki yok ki arkasında bir zengin. Amerikalı bir dostu olsaydı ona yardımcı olurdu oysaki. Yalnız Seyit değildi böyle düşünen, Karami de Amerikalı bir dosta (!) ihtiyaç duyuyordu. Karami, Seyit gibi değildi. Giysileri yırtık pırtık değildi, sofralarında reçel, evlerinde yaylı yatak vardı. Oysa Seyit’in giysileri yırtık pırtık, sofralarında çökelik ekmek ve yere serecekleri döşekleri vardı. Avcı Amerikalıları o şortlarla misafir edemezdi. Karami de bunun farkındaydı. Ava gelen Amerikalı Harpır’ı o misafir etmişti. Harpır Yaşar’ın kekliğini çok sevmişti. Seyit, bir iş karşılığında Harpır’a kekliği hediye etmişti. Peki, Yaşar ne olacaktı? Kekliği olmadan yaşayamazdı.

 Kitabın devamında Elvan dedeyle torunu Yaşar’ın kekliği almak için giriştikleri mücadeleye şahit oluyoruz. Tüm yetkili mercilere başvurmuştu ama hiçbir sonuç alamamıştı. Adamına göre işleyen adalet, ne yazık ki onlarda işlemiyordu. Bunu fark etmeleri çok uzun sürmedi. Gittikleri her yerde dalga konusu oluyorlardı. Bir kuş için ha, yürü git kardeşim.

Kitapta sık sık Elvan Dede’nin Yaşar’ın ve Seyit’in; adalet, parpa, yoksulluk, zenginlik haksızlık ve güç üzerine yaptıkları iç konuşmaları görüyoruz. Ankara sokaklarında yürürken var olan çelişkilere kafa yorup duruyorlardı.

 Derelerde özgürce akan sular şişelere doldurulmuştu. Kana kana bir su içemiyordu ki insan. İnsanlığın yerini para almıştı. Neydi tüm bu insanların bize üstten bakmasına sebep olan şey? Bir hak vardı verilmesi gereken ama verilmiyordu. Elvan Dede ve Yaşar kararlıydılar o hakkı almaya, pes etmeyeceklerdi. Öyle ki bu hak ve adalet arayışında şimdi olduğu gibi o zamanda da bu yol işkence hanelerden geçiyordu.

 Köylü kılığında devrimciler! Anarşistlerle konuşmaları yankılanıyordu nezarethanede, Elvan Dedenin. Neydi bu …yalizm? Burcuva? Varsıllar yani mal sahipleri, maden, fabrika, ticarethane, toprak, ağaları, şeyhler, patronlar bunlar hepsi burcuvaydı. Elinde sermayesi olmayan yoksullarda emekçi sınıfındandı. “Çok şükür her zaman emeğimle yaşadım” der, Elvan Dede.

Kafalarında soru işaretleriyle alınırlar işkenceye, Elvan Dede ve 12 yaşındaki Yaşar. Söyle kime, bağlısın! Söyle kim verdi bombayı? (Tekme-tokat faslı) Söyle hangi örgüte bağlısın. Söyle Deniz Gezmiş geldi mi köyünüze? Yusuf Arslan… Atilla Sarp… Söyle. (Copla işkence) Silahları nereye koydunuz, söyle, ne zaman çıkacaksınız dağa. (Elektrik verirler)

Tek bildikleri keklik ve Amerikalılardı. Çetin devrimcilermiş. Tüm bu işkencelere rağmen vazgeçmediler. Kekliğe Yaşar emek vermişti, o evcilleştirmişti. Şimdi ise bir başkası el koymuştu kekliğine. Ne olursa olsun geri alacaklardı. Başkaları da dâhil olmuştu onların mücadelesine.

Kitabın sonuna geldiğimizde; nerde olursa olsun şehirde, köyde, dağda fark etmez. Ezen ile ezilen arasındaki çelişkinin hep var olduğudur. Köyde en fazla toprağı köyün ağası ve zengini kapardı. Topraklarının fazlalığı onların daha fazla hak sahibi olduğunu gösterirdi. Böyleydi dönem, hem de ülke de düzen. Ama böyle gitmeyecekti, daha fazla gidemeyecekti olanağı yoktu.

Kızılırmak’a doğru bakarken Yaşar, geçmişten şimdiye, şimdiden geleceğe bakıyordu sanki. Biraz yaşlı, dikenli bir gelecekti gördüğü. Ama apaydınlıktı önü. “Kimlerin dindeydi güç, güçler? Çok öğrenmiştim bu sefer, olup bitenlerin içinde Ankara’da! Çok anlıyordum şimdi! Bambaşka bir aydınlığın içindeydi kafam. Gittikçe güreliyordu içimdeki şafak.”

Tür: Roman

Yayınevi: Remzi Kitabevi

Yayın yılı ve Resim: 1977, 3. Basım

Tutsak bir ÖG okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu