Makaleler

“Yeni açılım” sürecinde “eski” tasfiyecilik…

2013, Kürt meselesinde “yarım kalmış açılımın” devamı olarak nitelenen gelişmelerle başladı. MİT müsteşarının İmralı’da görüşmeler yaptığını yılbaşından hemen önce bizzat başbakan Tayyip Erdoğan açıkladı.

Akabinde yandaş ve candaş medya olarak nitelenen basın organlarında bu görüşmelere dair bilgiler kamuoyuna sızdırıldı. Yeni yılın hemen akabinde ise Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’ya İmralı’ya gidiş vizesi çıkıverdi. Böylece yeni sürecin bir nevi ilanı yapıldı.

Zira bir yılı aşkın süredir “koster bozuk, hava kötü, resmi tatil” gibi gerekçelerle Abdullah Öcalan avukatları ve ailesi ile görüştürülmüyordu. Ancak birden güneş açtı, arızalar giderildi ve vekiller İmralı’ya gitti.

Faşizmin temel karakterlerinden birisi de deyim yerindeyse gözümüzün içine bakarak yalan söylemekten geri durmamasıdır. TC ise bu noktada bu işin erbaplığını üstlenen müstesna bir yerde durur. Bu vesileyle de bu karakterini bir kez daha ispat etti.

Yalan, dolan, hile vs’li karakter bir yana, yaşanan yeni gelişmeler, üzerinde ciddiyetle durulması gereken özellikler arz ediyor. Zira süreç Kürt meselesi bağlamında ne kadar çatışmalı, gergin ve inişli-çıkışlı bir şekilde yaşanırsa yaşansın uzun süredir uzlaşma ve barış eğilimini gerçekleştirme yönünde ilerliyordu.

Bu sayfalarda sürecin bu eğilimi birçok kez ifade edildi. Çatışmaların yoğunlaştığı zaman ve koşullar ise daha çok görüşme, diyalog ya da müzakere sürecinin taraflarca kendi lehine işlemesini sağlamak ve pazarlık gücünü elinde bulundurmak ekseninde oldu. Zira gücünü koruyan, etki alanını genişleten, örgütlenme düzeyini artıran ve kamuoyunu etkileyen taraf masada elini güçlendirecekti.

Bu noktada devletin Kürt Ulusal Hareketi’ne pervasız ve acımasız saldırıları söz konusu oldu. Bu noktada keskin ve sert mücadelelere tanık olduğumuz, hak talepleri ekseninde mücadelenin ivmelenerek arttığı, Kürt meselesi bağlamında yoğun bir politizasyonun işlediği bir süreç yaşandı.

Ancak nihayetinde zaten esas eğilim olan uzlaşma eğilimi somut adımlarla ve eski süreçten farklı olarak belli oranda kamuoyuna mal edilerek yeniden örgütlenmiş gözüküyor.

Bu noktada AKP hükümeti, devletin ana muhalefet partisi, ordusu ve medyası bir bütün bu yeni sürecin istedikleri biçimde ve ivedilikle ilerlemesi için bir mutabakat oluşturmuş gibi gözüküyor.

yurtaever kadınÖyle ki büyük medya patronu Aydın Doğan, sürecin hassasiyetine vurgu yapıp yazar ve genel yayın yönetmenlerine duyarlılık çağrısı bile yaptı.

Devlet gerek sorunun iç mesele bağlamında istedikleri düzeyde tutma ve yönetme özelliklerini artık taşımıyor olması gerçekliğinin yarattığı kriz halinden kaynaklı; gerekse de bu meselenin dış politika ayağını oluşturan Suriye-Irak ve İran bağlamında taşıdığı kilit önem ve engelleyici faktör olmaktan çok kolaylaştırıcı (ve hatta mümkünse ittifak güç haline dönüştürülmesi) faktör haline getirilmesi için bu sürece ihtiyaç hissetmektedir.Bunun bilincinde olarak bu süreci kendi çıkarlarına en üst düzeyde yarayacak şekilde sonlandırmak istemektedir.

Ancak her ne kadar devlet katında bu girişim başlatılmış ve selamet içinde örgütlenmeye çalışılıyor olsa da öyle kolay olmayacağı açıktır.

Zira devletin gerek siyasal karakteri gerek siyasal gelenekleri ve gerekse de ideolojik formasyonu bu süreçte öngörülen ve ihtiyaç duyulan yol-yöntem ile ele alınan sorunun karakteri arasında güçlü bir çatışma ve çelişki söz konusudur. Devletin bu denli dinamik olan bir sorunu ve mücadeleyi var olan bu çelişkili durum içinde kolay yönetemeyeceği açıktır.

Oluşturduğu sosyal-siyasal iklimden (şişirilmiş ve sürekli pompalanan şovenizm), kendi iç çelişkilerinden ve kliksel yapılar arasındaki çatışmanın düzeyinden, soruna dair ele alışındaki tek yanlı bakışından ve reformcu bir çözüme dair bile özsel kabiliyet eksikliğinden ve de Kürt sorununun tarihsel ve toplumsal niteliğiyle uzlaşmaz bir çelişki içinde oluşundan dolayı sorun ve sıkıntılarla boğuşan bir süreci yaşayacaktır.

Kuşkusuz bu durum, meselede geçici ya da görece uzun vadeli diyeceğimiz bir uzlaşma koşulunun yaratılamayacağı manasına gelmiyor. Soruna dair atılacak belli adımlarla birlikte Kürt Ulusal Hareketiyle bir uzlaşma durumu sağlanma koşulları vardır. Bu TC devleti olsa bile bunu sağlama koşulları vardır.

Faşizmin bu sorun bağlamında buna yetenekli olmadığını iddia etmek felsefi açıdan idealizm, politik açıdan ise dar görüşlülük olur.

Meselenin kolay bir biçimde ilerlemeyeceği henüz sürecin başında kendini göstermiştir. Fransa’da PKK kurucularından Sakine Cansız ve kadrolarından Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in katledilmesi bunun ilk işaretlerindendir.

Alçakça gerçekleşen bu karşı-devrimci saldırı devletin süreci nasıl netameli bir şekilde ele aldığının da göstergesidir.

Bunun yanında özellikle başbakan Tayyip Erdoğan nezdinde yapılan açıklamalar ve genel ele alış, sürecin ne kadar sıkıntılı geçeceğinin işaretleriyle doludur. Zira TC açısından süreç esasen tasfiye ve tasfiyecilik eksenine oturarak ilerlemektedir. “Milli birlik”, “demokratik açılım” vs. kavramlarıyla Kürt sorununun çözümü iddiasındaki yaklaşımın kısa sürede bir tasfiye operasyonu olduğu açığa çıkmış ve süreç hızla tıkanmaya evrilmişti. Ki devlet bu yeni açılımın bir devam süreci olduğunu deklare ederek esasen yaklaşımının karakterini de ifade etmiş oldu. Bunu şimdi daha fazla taviz vermek zorunda kalarak ve yeni yöntemler-biçimler ve usuller içinde yapmaya çalışmaktadır.

yurtsever kadınlarrrTayyip Erdoğan bu eğilim ve hesabı süzgeçten geçmemiş bir biçimde ifade etmektedir. “Amaç terörü bitirmektir”, “terörle mücadele, siyasetle müzakere süreci devam edecek”, “silahları bırakıp sınır dışına çekilsinler”, “üçüncü bir ülkeye giderlerse sorun çözülür”, “af yok, ev hapsi yok.

Bizim dönemimizde bunlar asla olmaz”, “yol haritası bizim belirlediğimiz hedefleri yakalamaya yöneliktir. Biz belirlediğimiz hedeflere ulaşıncaya kadar süreci devam ettireceğiz” vs. gibi söylemler en hafifinden Kürt ulusunun özgürce siyaset yapma hakkına yönelik gasbın en azından devam etmesine en ağırından ise Kürt ulusal haklarının ne kadar genişleyeceğine dair kapsamlı soru işaretlerinin oluşmasına yönelik beyanlar olarak okunabilir.

Sürecin devlet açısından özelliğinin öncelikle PKK’nin tasfiyesini (siyasal, ideolojik ve örgütsel bütünlük içinde) içerdiği, bölgesel hesaplarını yaşama geçirme açısından silahlı muhalefetin önemli bir engelleyici faktör olması gerçekliğiyle bunu ilk olarak hedefe koyduğu açıktır.

Meseleyi ilk elden kimin neresinden tartıştığına dair alt metinleri doğru okumak önemlidir. Devletin de sorunu neresinden ele alarak tartıştığı bu yönüyle can alıcı bir meseledir. Ki bu bakış açısını gayet yakından bilen ve gören liberal-burjuva yazar çizer taifesi bile bu sürecin belirsizlikleri içerdiğine ve nasıl ilerleyeceğine dair bir dizi kaygılarını net şekilde ifade etmekte, meseleye oldukça temkinli ve ihtiyatlı yaklaşmaktadırlar.

Bu temkinlilik kuşkusuz devletin meseleyi tartıştırdığı noktayla ilintilidir.

Bir bütün görüşmeleri “terörün ortadan kaldırılması” için birer “enstrüman” olarak kullandıklarını alenen ifade etmektedirler. Kuşkusuz bu mücadele arenasında hasımların kendi bir önceki pozisyonunu koruyarak avantaj elde etme taktiği olarak da değerlendirilebilir. Evet, kesinlikle süreç bir önceki noktada değildir.

Ancak sürecin bir önceki noktada olmaması tarafların bir önceki noktaya dair emeller taşımasına ya da bir önceki süreci devam ettirmesine engel değildir.

Kuşkusuz yeni koşulları bir önceki akılla ve duruşla ele alanlar kaybetme riskini daha fazla üstlenirler. Ancak bu pozisyonu doğru kavrayamamak da karşı tarafın gerici emellerini gerçekleştirmeye dolaysız hizmet edebilir. TC yeni koşulları “yeni süreç” adı altında eski aklıyla örgütlemeye ya da o bildik hedeflerini gerçekleştirmeye odaklanmaktan geri durmamaktadır.

Faşizm; Kürt ulusunun hakları ve taleplerine dair yeni süreçte de söylem ve proje açısından cimri ve bahşediciyken; örgütsel tasfiye ve siyasal tasfiyeciliğin gerçekleştirilmesi açısından bonkör ve oldukça iştahlı durmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu