Makaleler

Yetmez ama “tatava” yapma!

 

Hemen hemen tüm partilerin seçim çalışmaları için start verdiği günden bu yana kimi ağzının içinden, kimi mızmızlanarak, kimi dedikodu yayarak, alttan alta HDP’nin, özellikle de İstanbul Büyükşehir Eşbaşkan Adayı Sırrı Süreyya Önder’in seçimlere girmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Bu konuda “resmi” dökülmeler Yurt gazetesinden Cüneyt Ülsever ile başladı.

Ülsever, Önder’ “açık mektup” yazarak ondan adaylıktan çekilmesini ve çekilmediği takdirde ise bunun HDP’nin AKP ile işbirliği yaptığına kanıt oluşturacağını yazdı. Ülsever’in tek “kanıtı”; HDP’nin muhalif kesimlerin oylarını böldüğü ve HDP olmasa temsil ettiği tüm kesimlerin aslında CHP oy vereceği, böylelikle de CHP’nin büyükşehir belediyesini alacağı şeklindeki belirlemesiydi!

Ülsever’e daha sonra zaten sürecin başından beri HDP’den hazzetmediğini bildiğimiz ve Kürt düşmanlığı ile AKP karşıtlığı sayesinde kendini “muhalefetin sözcüsü” kabul eden densiz Sözcü gazetesi yazarlarının neredeyse tamamı (özellikle Soner Yalçın ile Emin Çölaşan isimli geri dönüşümsüz zırvalar) eklendi. Bu furya; Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Ahmet İnsel gibi kendini Kürt meselesi üzerinden var eden liberal kalemlerin “oylarının rengini” açıklaması ve “AKP’ye karşı tek yolun CHP” olduğunu ilan etmeleri ile devam etti.

Bunlar arasında Hasan Cemal’in yazısı üzerinden bu kesimlerin “realitesinin” ne olduğunu bir bakmak gerekir. Hasan Cemal Kandil’le yaptığı görüşmeleri, “barış” meselesinde kendisine biçilen ve kendisinin kendisine biçtiği rol, PKK gerillası ve Kürt sanatçısı Delila’nın hayatını kaleme alan kitabının yasaklanması gibi gelişmelerin ardından bile hala “tek yol CHP” diyebilir mi, CHP’ye oy verebilir mi? Görüldüğü üzere verebilir. Hem de “mahallecek hayal görmeyip AKP’nin kazanacağını bile bile” CHP’ye oy verebilir! Neden? Çünkü önemli olan “AKP’nin oylarının azaltılması”… Genel mantıkları bu! (Gazeteci-yazar Veysi Sarısözen, Özgür Gündem gazetesinde 26 Mart’ta bu konu ile ilgili yazdığı yazıda yerinde bir belirleme ve benzetme yapıyor: “Ne demişler, ‘don lastiğini ne kadar çekiştirirsen çekiştir, ne kadar uzatırsan uzat, bıraktığında eski haline döner.’ O hesap. Eski Kemalistler, yeni liberaller, ‘kendini aşanlar’, ‘kendini yazanlar’, hızla aslına dönmekte.”)

“AKP’ye karşı çare CHP”?!

Bu gelişmelerin ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 25 Mart günü Kral FM’de katıldığı bir radyo programında HDP ile görüştüklerini, HDP’nin seçimlere birlikte girme teklifini reddettiklerini söyledi. Ayrıca HDP ile birlikte hareket etmemelerinin nedeni olarak “Bugün HDP, AKP ile işbirliği yapıyor. Onu gayet iyi biliyoruz zaten. Çünkü sadece bizi eleştirerek, siyaset yapıyorlar. Yolsuzluğu, AKP’yi, diğer partileri eleştirmek konusunda bir çabaları yok” diyen Kılıçdaroğlu, anlaşılan seçimlerin manipülasyona açık ortamını, yalan-dolanla kendi lehlerine kullanmak istiyor.

Oysa işin aslında olayın gelişim süreci şöyle olmuştur: CHP; genel merkezlerine gelen ve aralarında Sırrı Süreyya Önder’in de bulunduğu HDP heyetini, genel merkezin girişinde bekleyen gazetecileri karşı karşıya getirmemek için “nezaket kurallarına” bile uymayarak otoparka indirmiş ve buradan yolculamıştır. Bu işin bir tarafı… Diğer yandan CHP, görüşmede HDP’ye kendileri için çalışma ama birlikte görünmeme gibi “ahlaksız bir teklifte” bulunmuş, bu olmaz ise Sırrı Süreyya yerine HDP’nin başka bir aday göstermesi gerektiğini söylemişlerdir.

Özellikle Kılıçdaroğlu’nun yaptığı bu açıklamanın ardından HDP’ye seçimlerden çekilmesi gerektiği yönlü telkinlerde bulunan bulunaydı. HDP İBB Eşbaşkan Adayları Önder ve Aydınlar’ı AKP’den nemalanmakla suçlayan saldırgan bir güruhun yanı sıra bunların “iyi niyetlileri” de peyda oldu. “Gönlümüz HDP ile ama… En demokrat ilke ve program HDP’de ama…” diyerek söze başlayan bu güruh, “Ama HDP’nin kazanma şansı yok. AKP artık gitmeli, onun yerine en güçlü aday CHP’den, o gelmeli. Bunun için de HDP’nin seçimlere girmesi yanlıştı. HDP’nin bu yanlıştan dönme şansı hala var” diyerek dillerinin altındaki baklayı çıkarmışlardır.

HDP’ye açıktan düşmanca davrananların ya da “iyi niyetli” görünenlerin yaydığı bu söylemler; Berkin Elvan ve bilumum Gezi şehitlerinin katilliğini açıkça üstlenen, hırsız, yolsuz, talancı ve kendi çıkarları için savaş çıkarmayı bile göze alacak kadar gözü dönmüş sistemleri operasyonlarla ve tape’lerle ortaya saçılan AKP ve özellikle de Başbakan Erdoğan’a yönelik öfke patlaması yaşayan halk kesimleri üzerinde ciddi etkiler yaratmıştır. Bunu kitle çalışmalarımız sırasında çok net görebiliyoruz.

Devrimci, demokrat kesimler, yani CHP’nin katliamcı ve faşist zihniyetini yakından bilenler de dahil önemli bir kesim; dört bir yandan “Dersimli” Kılıçdaroğlu’ndan, “iyi niyetlilerden” ve burjuva-feodal medya tarafından tutulduğu bu HDP karşıtı bombardımanın etkisine girmektedir. “Yeter ki AKP gitsin de… Kim gelirse gelsin” diyerek hükümetten yaka silken ve bunu artık daha açıktan ve güçlü bir şekilde dile getiren muhalif toplumsal kesimlere “çözüm yolu” olarak CHP gösterilmekte ve ulusalcı-faşistlerin bu bombardımanı ile muhalif kesimler arasında kamplaşmalar yaratılmak istenmektedir.

2013 Mayıs-Haziran ayları ile başlayan isyan dalgasının sistem içine kanalize edilmesinin adı olarak “AKP’ye karşı çare CHP” şiarı benimsetilmeye çalışılmış ve halkın ilerici, demokrat içerikli alternatifi olabilecek bir güç olan HDP bunun önünde engel olarak görülerek hedefe alınmıştır. Özellikle ulusalcı faşistlerin sosyal şovenizminin bir ürünü olarak ortaya attığı HDP’nin “AKP ile işbirliği yaptığı” yönlü dedikoduların yayılması ile HDP’nin halk kitleleri nezdinde itibarsızlaştırması ve diğer sistem partileri ile aynı kefeye konulması hedeflenmiştir.

“Yetmez ama tatava yapma!”

Bu süreçte özellikle HDP İstanbul adayları üzerinden yürütülen tartışmalarda “maziye” götüren söylemler de kulaklara çalınıyor. CHP’yi AKP karşısında “tartışmasız çözüm adresi” gören bir kesim aracılığıyla, Gezi İsyanı’ndan bu yana politik alana taşınan ve politikaya bir renk veren gençliğin sokak diliyle oluşturulmuş “Tatava yapma, bas geç” söyleminin yaygınlaştığını görüyoruz. “Gezicilerce” oluştuğu düşünülen söz konusu söylemin, aslında 12 Eylül referandumunda AKP’nin gücüne kayan liberal bir kesimin “Yetmez ama evet” söyleminin Gezi İsyanı’nın renklerini yalandan üzerine sürülmüş hali olduğu ve isyan ruhunun örgütlü güce çevrilemediği noktalarda etkili bir hal aldığı açıktır.

Gerçekte ise Gezi İsyanı gibi milyonların kendisi, yaşam alanları, ülke yönetimi gibi konulardaki öfkesinin yansıması olan bir ruhu kuşananların; ne kendisi ne yaşam alanları ne de ülke yönetimine dair bir iddiası olmayan böylesi bir söylemi sahiplenmesi pek mümkün değildir. Bu söylem; 12 Eylül’ün ardından baskı altında yok edilmeye çalışılan -zaman zaman kimi gelişmelerle hareketlenen- ama 2013 ortasından itibaren yeniden ve oldukça güçlü bir isyan dalgasıyla sarsılan toplumsal muhalefetin, “yetmez ama evetçiler” gibi bu kez “tatava yapma, bas geççiler” aracılığıyla, ehven-i şer yöntemiyle düzen içine çekilmesinin adıdır.

“AKP karşıtlığı”nın tartışmasız ilerici bir yönü vardır. Çünkü halk açısından AKP ve Başbakan Erdoğan nezdinde karşı çıkılan yolsuzluk, talan, sömürü ve baskıyla beslenen bu sistemin çarklarıdır. Bunun farkında olan egemenler, bu karşıtlığın sistemin tüm çarklarına aynı boyutta yansımadan önlem almak istemekte ve bu yüzden katliam ile faşizmin tescilli partisi CHP’yi cilalayıp cilalayıp önümüze sürmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken aynı zamanda uzun yıllardır devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever hareketlerin ortak bir zeminde mücadele etme deneyimlerinin sonucu olarak ortaya çıkan ve yerel yönetimlere dair ilke ve programlarıyla tüm sistem partilerinden ayrılan Halkların Demokratik Partisi’nin halk içerisinde ilerleyişine de engel olmaya çalışmaktadır.

Evet, HDP tam anlamıyla Gezi İsyanı’nın mirasını ve ruhunu henüz özümseyemedi. Ancak Kürt halkının mücadelesi ile Gezi’nin isyancı ruhunu ciddi anlamda birbirine yakınlaştırdı. Egemenlerin rahatsız olduğu bu iki yanardağın buluşması ve ülkeyi; halk düşmanları, çocuk ve kadın katilleri, sömürücüleri için cehennem haline getirmesidir. İşin özü budur. Bu yüzden halkın AKP’ye duyduğu öfke hoşuna gitmese de, halkın “muhalefetinin CHP’yle sınırlı kalmasını” arzulamaktadır. Bu yüzden sağcı-faşist partilerin kapı önüne koyduğu adayları toparlayıp, kendisine iktidar alanları yaratmaya çalışan CHP, aynı zamanda “sol” ile boyanıp karşımıza çıkarılmakta ve toplumsal muhalefet de kamplaştırılmaya, bölünmeye çalışılmaktadır.

Bizim bundan ve seçimlerden sonra sözümüz, “Tatava yapma, isyana geç!” diyerek seçim öncesi yaşanan bu bölünmeleri toparlamak adına ortak mücadeleyi yükseltmektir. 1 Mayıs, 18 Mayıs ve de Gezi İsyanı’nın yıldönümü yaklaşırken buna en iyi hazırlığı yapmaktır. Hadi bakalım; isyanı bölme, direnişe geç!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu