Makaleler

YIKILASI ZİNDANLAR(IMIZ)IN GERÇEĞİ![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Rastî, ji dereng

ketinê hez nake.”[1]

Michel Foucault’nun, “Hapishane, iktidarların sopası olmuştur tarihte”; Leo Tolstoy’un, “Bir devlet hapishanelerinden anlaşılır,” sözleriyle betimlediği zindanlar, insan doğasına aykırı korkunç yerlerken; Anton Çehov’a göre da toplum tarihi, insanları nasıl hapsettiğimizin tarihidir.

Bir iktidar aygıtı olan (c)ezaevleri, egemenler tarafından öç alma mekanizmaları olarak kullanılır. Örneğin IRA’lı Bobby Sands’e yaptıkları gibi…

Ya da 2002’de 59 bin olan tutuklu-hükümlü sayısının, Türkiye Tabipler Birliği’nin (TTB) açıklamasına göre, 2012’de 130 bini aştığı; AKP’nin 48 yeni (c)ezaevi açtığı Türkiye’de olduğu üzere…

Egemen medyanın tüm sus-pusluğuna karşın, duymamış olamazsınız; (c)ezaevlerinde yüzlerce siyasi tutuklu ve hükümlünün başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi tehlike sınırına dayandı.

56 cezaevinde açlık grevini sürdüren tutuklu ve hükümlü sayısı 600’ü aştı…

Açlık grevlerinde kritik bir aşamaya gelindi. Her an ölüm haberleri gelebileceği gibi, 40. günden sonra B vitamini alınmazsa tutukluların vücut fonksiyonlarını işlemez kılan ve hafıza kaybına yol açan Wernicke Korsakof hastalığına yakalanma ihtimalleri yüksektir. Bu, onlarca, yüzlerce insanımızın sakat kalması demektir.

Bazı cezaevlerinde açlık grevine başlayanları hücrelere koyuyorlar. Ve bunu da hükümetin bir müsteşarı, “Bilinçleri kapandığında rahat müdahale edebilelim diye hücreye aldık” diye açıklıyor. Bu yaklaşım kabul edilemez.

Evet, evet Türkiye yine bir kâbusun eşiğinde… Binlerce tutuklu açlık grevinde… Tıpkı daha öncekiler gibi… Hatırlayın bugünleri daha önce de yaşa(tıl)dık. Bir çok kez tarifsiz acılarla yaşa(tıl)dık…

PKK, PJAK ve KCK davalarının tutuklu ve hükümlülerinin 12 Eylül 2012 günü başlattıkları ve hâlen 58 cezaevinde sürdürülen süresiz açlık grevi, Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının yaratılması, anadilde savunma ve eğitim hakkının tanınması” talepleriyle sürdürülüyor.

Cüneyt Özdemir, “Gelin görün ki bu kişiler açlık grevinde kritik bir eşiğe gelmesine rağmen medyada tek bir satır haber yapılmıyor. Birkaçı dışında yüzlerce köşe yazarı bu açlık grevinden tek bir kelime söz etmiyor. Sanki bir yerden ortak bir emir çıkmış gibi, sessizce görmezden geliniyor. Dünyaca ünlü sihirbaz Huduni ya da David Coperfield gelse açlık grevindekileri böyle görünmez kılamazdı,” derken; hapishanelerdeki direniş -kimi liberal “itirazlar” ile- Türk(iye) medyası, kamuoyu ve AKP hükümetinin vurdumduymazlığıyla karşı karşıya…

Birçok mahkûm kritik eşikteyken; “Her gün eriyen bedenler karşısında sessiz kalamazdım. Yaşanacak ölümlerin sorumluluğu başta hükümet olmak üzere bu direniş karşısında sessiz olan herkese ait olacaktır,” diyen BDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız da açlık grevine katılırken, Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde açlık grevine giren tutuklulara çıplak aramanın dayatıldığı, iletişim haklarının engellendiği, B1 vitamininin verilmediği ve darp edildikleri belirtildi.

Avukat Davut Erkan, Kandıra F Tipi Cezaevi’nde görüştüğü açlık grevindeki tutukluların sağlık durumlarının kötüye gittiğini belirtti. Açlık grevinde olan Erol Şen’in 11 kilo kaybettiğini, Emrah Kaplan ile Şeyhmus Öncel’in de konuşmakta zorluk çektiğini ve boşaltım yollarında kanama olduğunu belirtti.

Açlık grevlerinde kritik bir aşamaya girildiğine dikkat çeken BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Mardin’de 17 kişinin Eylül ayının başından, Diyarbakır’da ise 27 kişinin 12 Eylül’den beri açlık grevinde olduğunu belirterek, “TTB’den açlık grevine giren bazı tutuklularda kanamaların başladığını öğrendik,” diyor.

Ayrıca da Silivri Cezaevi’nde açlık grevi başlatan 15 siyasi tutsağa yapılan saldırılara ilişkin hazırladığı gözlem ve değerlendirme raporunu açıklayan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe, “KCK” davasından tutuklu bulunan ve süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi yapan 10 tutsağın 25 Eylül’de cezaevinde görevli askerlerin saldırısına uğradıktan sonra tek kişilik hücrelere atıldıklarını açıklıyor.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın, “Bilinç kapandıktan sonra yapılan müdahaleler çok geç. Ölmeseler bile sakatlıklarla karşımıza çıkıyor bu insanlar”; Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu’nun, “Bakanlıktan 17 Ekim 2012’de gelen ‘Bekliyoruz, bilinç kaybı olduğu zaman tedavi edeceğiz’ açıklaması ise kan dondurucudur,” dedikleri koordinatlarda çeşitli cezaevlerinde sayıları yüzlerle ifade edilen Kürt tutukluların sürdürdüğü açlık grevi tutukluları tedavisi mümkün olmayan Wernicke-Korsakoff hastalığı tehdidiyle yüz yüze bırakıyor.

Söz konusu hastalık denge bozukluğu, yürümeye ve hatta ayakta durmaya engel olabiliyor. Ayrıca göz bozuklukları, kaslarda istemsiz kasılmalar, hafıza kaybı, öğrenme ve belleğe kayıt bozukluğu, el ve ayaklarda uyuşma ve yanmalar, yanan ayak sendromu gibi yakınmalara yol açıyor. İleri derecelerde beyinde hücre ölümüne bağlı olarak kalıcı hafıza kaybı ve kayıt bozukluğunu devreye sokuyor. Unutkanlık, yürüme bozukluğu, kendi başına hareket edememe ve hatırlayamama da başlıca göstergelerindenken; sonrası ise ölümdür.

Evet Ezgi Başaran’ın, “Ape Musa’nın evlatları açlıktadır… Onlar dönülmez bir yoldadır. Ape Musa’nın evlatları… Bir felaketi önleyelim”; Koray Çalışkan’nın, “Bir vekili açlık grevi yapıp, Allah korusun, ölen bir ‘en ileri demokrasiye’ doğru koşuyoruz,” diye haykırırken; Tekirdağ 2 No’lu F Tipi zindanından Umut Daşdemir de ekliyor:

“Biz siyasi körler değiliz. Bize reva görülen yaşama karşı isyan ediyor ve mücadele ediyoruz. Düşmanımızı biliyoruz. Düşmanımızın tüm halkları güdülecek sürü olarak görmesini, bu yolla aşağılamasını, horlamasını kanıksamıyor öfke duyuyoruz… Düşmanımızın da bizden hoşnut olmadığını elbette biliyoruz”![2]

RETROSPEKTİF BİR BAKIŞ

Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, Zeki Baştımar, İ. Bilen, Reşat Fuat, Aziz Nesin, Kemal Bekir, Hasan İzzettin Dinamo, Kerim Korcan, Mehmet Ali Aybar, Abidin Dino, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif…

Nail Vahdeti Çakırhan, Sadun Aren, Ruhi Su, Fethi Naci…

Baytar Cevdet, Martel Şükrü, Boz Mehmet, Eczacı Vasıf, Patriyot Hayati, Komsomol Hasan, Şoför İdris, Hamdi Şamilof, Zihni Anadol, Ahmet ve Macit Bilge Kardeşler, Sakallı Celal, Fırıncı Ahmet, Saatçi Niko, Sarkis Çerkezyan, Aram Pehlivanyan, Sarı Mustafa, Nihat Sargın…

Sabiha Sertel, Behice Boran, Ankara mahpusu Suat Derviş, Sıdıka Su, Zehra Kosova… Kadınlar…

Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Haig Açıkgöz, Müeyyet Boratav…

Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Enver Gökçe, Şükran Kurdakul, Arif Damar, Cahit Irgat… Ahmet Arif…

Kemal Tahir’den Orhan Kemal’e…

Ya da Sabahattin Ali’den ağabeyi Vartan İhmalyan’ın getirdiği boyalarla resim yapan Jak İhmalyan’a…

Veya adını zikredemediğimiz daha nicelerine “Görecek günler var daha/ Aldırma gönül aldırma!” derken; Nâzım Hikmet’in, “Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele!” gerçeğini kanıtlayanlar…

Hapishanelerde açlık grevleri siyasi tutuklu ve hükümlülerin öz savunma, taleplerini duyurma yöntemlerindendir. Bunlardan en bilineni Nâzım Hikmet’in 12 yıl aralıksız hapiste yattıktan sonra Bursa Cezaevinde 8 Nisan 1950 ila 19 Mayıs 1950 günleri arasındaki aralıklı açlık grevidir. Bu direnişi Bedri Rahmi bir şiirle ölümsüzleştirmişti.

Süresiz açlık grevlerine gelince, ilk kez Diyarbakır 5. No.lu Cezaevi’nde gerçekleşmişti. Beş insan açlık grevlerinde canını verene dek… Ali Erek, 20 Nisan 1981’de zorla yedirilen bir ekmeğin yemek borusunu kesmesi nedeni ile ölmüştü.

Kürdistan tarihine “Dörtler” diye geçen açlık grevi 14 Temmuz 1982’de başlamıştı. Kemal Pir 7 Eylül, Hayri Durmuş 12 Eylül, Akif Yılmaz 15 Eylül ve Ali Çiçek 17 Eylül 1982 günü yaşamını yitirmişti. Yine aynı cezaevinde 1984 yılı başlarında ve 54 gün süren açlık grevinde Orhan Keskin ve Cemal Arat ölmüşlerdi.

1984’ün Haziran’ında, bu kez Sağmalcılar (Bayrampaşa) Cezaevi’nde Abdullah Meral, Fatih Öktülmüş, Haydar Başbağ, Hasan Telci açlık grevi sonucu öldüler. 1988 Şubatı’nda ise Diyarbakır’da açlık grevi nedenli bir ölüm daha oluyordu: Mehmet Emin Yavuz’du bu kez bedenini açlığa teslim eden…

1989’da Eskişehir’den Aydın’a sürgünü protesto etmek için yapılan açlık grevinde Hüsnü Eroğlu ve Mehmet Yalçınkaya 2 Ağustos günü yaşamlarını yitireceklerdi.

Nisan 1996’da başlayıp, 20 Mayıs’ta tüm ülkeye yayılan açlık grevleri ise, 3 Temmuz’da ölüm orucuna çevrilmişti. 38 ildeki 43 cezaevinde 2174 mahkûm açlık grevine, 355 mahkûm da ölüm orucuna katılmıştı, açlık grevinde iki kişi daha ölmüştü. Adları 23 Temmuz’da Yozgat’ta ölen Fesih Beyazçiçek, 11 Ağustos’ta yaşamını yitiren Amasya’da Remzi Altun. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar’dı…

21 Eylül 1995 Buca Hapishanesi’ne operasyon

Düzenlenen operasyon sonucunda onlarca mahpus yaralanırken üç mahpus yaşamını yitirdi.

4 Ocak 1996 Ümraniye Hapishanesi’ne operasyon

Ümraniye Hapishanesi’ne düzenlenen operasyonda onlarca mahpus vücutlarının çeşitli yerlerinden yaralanırken dört mahpus yaşamını yitirdi.

24 Eylül 1996 Diyarbakır Hapishanesi’ne operasyon

Diyarbakır Hapishanesi’ne düzenlenen operasyonda 10 mahpus vücutlarına aldığı darbeler sonucu yaşamını yitirdi.

26 Eylül 1999 Ulucanlar Hapishanesi’ne operasyon

26 Eylül 1999’da Ankara Ulucanlar Hapishanesi’ne düzenlenen operasyonda 10 mahpus vücutları kalaslar ve demir çubuklarla parçalanarak katledildi.

19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş Operasyonu”

19 Aralık 2000’de 20 hapishaneye birden organize olarak, aynı anda operasyon düzenlendi. Bu operasyonda, 8 jandarma komando taburu, 37 bölük olmak üzere 8 bin 335 askeri personel, binlerce gardiyan ve ek olarak Çevik Kuvvet ekipleri görevlendirildi. Operasyon sırasında 20 bini aşkın gaz bombası ve onbinlerce mermi kullanıldı. Sonuçta 28 mahpus yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren mahpusların bazılarının vücutları tanınmayacak derecede kömürleşmişti.

20 Ekim 2000 F tipi cezaevlerine karşı başlayan ve 19 Aralık günü 20 cezaevinde 1000 asker ve polisle 30 kişinin ölümüne yol açan kanlı saldırıyla sona erdirilen açlık grevleri de belleklerde olanca acısıyla capcanlıdır. O dönemin Başbakanı da Bülent Ecevit’ti…

Kanlı operasyon sırasında Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan ve Ali Suat Ertosun’a 2004 yılında AKP hükümeti kararıyla Devlet Bakanı Cemil Çiçek tarafından ‘Devlet Üstün Hizmet Madalyası’ verilmişti. Yukarıda sadece ölümlerden söz ettik. Sağ kalanlar ise hayatlarına -Wernicke-Korsakoff sendromu (WKS) başta olmak üzere-sağlıksız devam etmektedirler.[3]

Açlık grevleri yeni değil. 1996’da insanı insanlıktan çıkaran F tipine karşı açlık grevleri ve ölüm oruçları başlamıştı. 69. günde hükümet arkasında yeterli kamuoyunu bulamadığı için geri adım attı. F tipi projesini erteledi. Oruç ve grev bitti. Ama 12 mahkûm öldü, yüzlercesi tedavisi olmayan hasarlarla hayatına devam etti.

Dört yıl geçti. 2000’de F tipi projesi yine gündeme geldi. Mahkûmlar direnmeye karar verdi. Hükümet geri adım atmayacağını söyledi. Ancak açlık grevleri ve ölüm oruçlarının arkasında kamuoyu desteği vardı. Eylemin 51. gününde Adalet Bakanı, F tipi projenin ertelendiğini söyledi. Ama proje rafa kalkmamıştı.

Kamuoyu biraz yatışınca adı ‘Hayata Dönüş’ operasyonu olan katliam gerçekleştirildi. Ordu ve polis 20 cezaevine saldırdı, 4 gün boyunca yaktı yıktı. 32 kişi öldürüldü, 200 kişi ağır yaralandı. 1000 mahkûm zorla F tiplerine nakledildi. Eylemler sürdü. Dünya tarihinin en acı ve en büyük ölüm oruçlarından biri 122 insanın ölümüyle sonlandı. 500 kişi ise, geri dönülemez bir şekilde ya sağlığını ya aklını yitirmişti.

Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 tutuklunun yaşamını yitirdiği, “Hayata Dönüş” harekâtından 10 yıl sonra 39 asker hakkında açılan davanın Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 25 Mayıs 2012 tarihinde görülen duruşmasında tanık olarak dinlenen dönemin İstanbul Başsavcısı Ferzan Çitici’nin, operasyonunun sorumları kim sorusuna, “Tespiti yargıya aittir,” diyerek cevap vermekten kaçındığı; “Hayata Dönüş” diye adlandırılan vahşet, bir “operasyon” (yani “iyileştirme” değil!) askeri bir kıyım harekâtıdır.

12 yıl önce Bayrampaşa Cezaevi’ne düzenlenen “Hayata Dönüş” harekâtında 12 tutuklunun katli, 77 tutuklunun da yaralanmasıyla ilgili davada üst üste tutanak skandalları yaşandı.

Harekât günü kaleme alınan tutanakta imzası olan beş subayın kimliklerine dair jandarmanın 2011 yılında mahkemeye gönderdiği yazıda iki ismi bildirilirken, üç ismin saptanamadığı belirtilmişti. Ancak 2005’te tutukluların yargılandığı Eyüp’teki davaya jandarmanın beş farklı ismi bildirdiği anlaşıldı. Jandarma bu kez mahkemeye Eyüp’e gönderdiği isimleri bildirdi. Fakat bu kez de rütbeler farklı çıktı.

Bayrampaşa Cezaevi’nde 19 Aralık 2000’de operasyon günü yazılan ‘Olay Yeri Tutanağı’na göre, koğuşlar tutuklularca alev makinesiyle yakılmış, “kadın teröristler” kendilerini topluca ateşe vermiş, birbirlerine ateş etmişti. Bu tutanakta beş askerin sicil numarası ve imzaları vardı. Bu tutanak, ilk olarak Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava kapsamında gündeme geldi.

İstanbul Jandarma Komutanlığı’ndan mahkemeye yüzbaşılar Zeki Bingöl, Ömer Arık, Hüseyin Pir, Ahmet Koçyiğit ve Ahmet Eş’in isimleri verildi. Aynı tutanak, 39 erin yargılandığı Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada da gündeme geldi. Jandarma bu kez 27 Eylül 2011’de yolladığı yazıda, 2005’tekinden farklı olarak, sicil numaralarından ikisinin Başçavuş Macit Sarıkaya ve Kıdemli Başçavuş Suat Aykan’a ait olduğunu belirtti. Diğer üç numaraya ilişkin de “Bu numaralara sahip muvazzaf ya da emekli personel bulunmadığı tespit edilmiştir” denildi. Böylelikle üç sicil numarasının gerçek dışı olduğu ortaya çıktı.

Bu arada, görevli subayların isimlerinin “bilinemediği” ve arşivde “bulunamadığı” savunulurken, harekâtta yanan tutuklulara ait giysiler Eyüp Adliyesi’nin adli emanetinden çıktı. Oysa bu giysiler de 12 yıldır bulunamıyordu.

“Hayata Dönüş” harekâtı nihayetinde, coğrafyamızdaki zindan gerçeğinin bir kanıtıydı…

ZİNDAN(LARIN) GERÇEĞİ

TBMM ‘İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nundan Ertuğrul Kürkçü’nün, cezaevindeki fiziki koşulların “korkunç” olduğuna işaret ettiği; milletvekili Levent Tüzel’in, “Cezaevlerinde insanlık onuru çiğneniyor,” dediği tabloda Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, “Koşullar çok iyi… Cezaevi saray gibi,” demesi acı acı gülümseten bir yalandır!

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishane’sinden Emrah Kaş’ın, “12 Eylül, F Tiplerinde devam ediyor,” dediği koşulları; Ayetüllah Aytekin de, “Cezaevleri tam bir işkencehane,” sözleriyle tarif ediyor.

Kolay mı? Osmaniye ve Hatay cezaevlerinden sonra Mersin E Tipi Kapalı Cezaevinde de “A Takımı” oluşturulduğu söyleniyor. “A Takımı”nın koğuşlara baskın düzenleyerek 13 kişiyi şiddet uygulayarak tek hücrelere koyduğu belirtiliyor. Özel eğitimli robocoplardan oluşan takımın, tutuklulara “Haydi kendinizi yakın” dediğini aktarıyor Av. Hamza Yılmaz…

Öte yandan Sincan 2 No’lu ve Kırıkkale F Tipi Kapalı Cezaevleri’nde yaptıkları görüşmeler sonucunda tutuklulara keyfi uygulamaları raporlaştıran avukatlardan oluşan bir heyete göre, tutukluların maruz kaldığı hak ihlâllerinin ulaştığı boyut endişe verici. Keyfi uygulamaların rutin bir hâl aldığı cezaevlerinde, her şey “sakıncalı”!

Evet Türkiye’de başta F tipi cezaevleri yatan tutuklu ve hükümlülere yönelik cezaevi yönetimlerinin keyfi uygulamaları sonucu hak ihlâlleri yaşanıyor.

Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden Sercan Ahmet Arslan haberleşme hakkının cezaevi idaresi tarafından sistemli olarak engellendiğini belirterek ekliyor:

“Hapishane idaresi haftalık 10 saat sohbet hakkımızı uygulamıyor, gasp ediyor. 1 ve 3 kişilik hücrelerdeki insanları, ayda 7.5 saat bir araya getirmek ve onun dışında kimseyle görüşmesine, sohbet etmesine izin vermemek insanlığa sığar mı? Ben dahil 18 kişi hakkında açlık grevi yaptığımız iddiasıyla 1 ay etkinliklerden men ve 2 ay açık görüş yasağı verildi. Ancak iddia edilen tarihler arasında açlık grevi yapmadığımızı belgeleriyle ispatlayabiliriz. Yine açık görüş alanlarında ailemiz ve arkadaşlarımızla da fotoğraf çektiremiyoruz. Bu uygulamanın da hiçbir yasal dayanağı olmayıp sadece bu cezaevinde uygulanmakta. Ayrıca cezaevi yönetimi boya kalemlerini tornavida ve delici alet kategorisine sokarak hukuksuzluğunu savunuyor.”[4]

Ayrıca Kocaeli Kandıra 1 No’lu F Tipi ve Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ndeki tutukluların yakınları da, Adalet Bakanlığı’nın çıkarmış olduğu genelgelere karşın havalandırma, sohbet gibi hakların yerine getirilmediğini ve cezaevleri idarelerince keyfi uygulamalarının sürdüğünü belirtip, havalandırmada biriktirilen tozların içinden çıkan bitkiye bile tahammül edilemediği vurgusuyla, “Cezaevlerinde ölüm oruçlarına giden ve onlarca mahkûmun yaşamını yitirdiği yeni bir 19 Aralık süreci yaşamak istemiyoruz” diyorlar.

Bunların yanında Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Başkanı Taylan Tanay, Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’ndeki hükümlü ve tutukluların en ufak sağlık sorunları için bile muayene edilemediklerini açıklarken; cezaevinde düzenli bir hekimin olmadığına dikkat çekerek ekledi:

“Ayrıca tutukluların muayenesine doktorun yanı sıra jandarma da katılıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Tutuklu ve hükümlülerin kelepçeleri de çıkarılmıyor. Bu yasalara tamamen aykırıdır. Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde ölmek üzere olan hastalar var. Adalet Bakanlığı ne yazık ki hasta ve tutukluları ölüme terk ediyor.”

Öte yandan Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 2012’nin Nisan ayında iki kez yaşanan gıda zehirlenmesinden 800 tutuklunun etkilenmesinin arkasından Cezaevi Yönetimi’nin insanlık dışı uygulamaları çıktı. Cezaevi Yönetimi’nin yemeklerde tarihi geçmiş gıdalar kullandığı, tutuklulara verilen yemeklerden böcek, tırnak ve poşet gibi maddeler çıktığı belirtildi.

Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki avukatların tutuklu ve hükümlülerle görüşme yaptığı odalara “güvenlik gerekçesi”yle kamera takılması gibi baskılarla, savunma hakkının dahi kısıtlandığı hapishanelerde on yılda yaklaşık 2 bin kişinin de yaşamını yitirmesine yol açan sorunlar, ÇHD Komisyonu Raporu’yla bir kez daha gündeme geldi. Raporda yer alan bazı şikâyetler de şöyle:

Edirne F Tipi

“Diş için 7 ay boyunca sevk bekledim”, “Hastanede muayene esnasında tutuklu ya da hükümlülerin kelepçesi sökülmüyor.”

Kocaeli 1 No’lu

“Kardeşimle aynı hapishanede kalıyorum, onunla yaptığım görüşü açık görüş sayıyorlar.”

Maltepe Cezaevi

“Televizyon izlerken 5 TL elektrik parası alınıyor.”

Bakırköy Kadın Tutukevi

“Topluca radyo dinlememiz yasaklandı.”

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi

“Kantinde piyasanın çok üstünde bir ücretle satış yapılıyor”, “İlaçların çoğunu devlet karşılamıyor. Kendi paranızla alın deniyor. Bir de reçetelerden 3 lira reçete bedeli alınıyor.”

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi

“Telefonla görüşmede tekmil dayatması var. İsim-soyisim söylenmeden görüşmeye başlandığında telefonu kesiyorlar”, “Hücre çok soğuk. Doğalgaza geçtiler ama tasarruf için yakmıyorlar. Sıcak su verilmiyor.”

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden C.K

10 Şubat 2011’de şartlı olarak tahliye edilmesi gerekirken, almış olduğu disiplin cezaları gerekçe gösterilerek tahliye edilmiyor.

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden D.Ş

4 yıldır tutukluyum. 2014 tarihine kadar ziyaret, 1 yıla kadar da iletişim (telefon ve mektup) yasağım var.

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden S.A

Epilepsi hastasıyım, ayrıca yüksek tansiyonum var. Sürekli ilaç alıyorum. Gece revirde doktor bulunmuyor.

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden S.Ç

Kişisel temizliğimizi yapamıyoruz. Burada 2 hafta da bir sıcak su verilir. O da düzensiz. Bazen tüm arkadaşlarımızın yıkanacak kadar süresi bile olmuyor. Çünkü sıcak su kesiliyor.

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden Ç.Ş

‘Birgün’ Gazetesi’ne yollamak istediğim mektup hakkında örgütsel haberleşme gerekçesiyle bir kısmı karalanarak gönderilmiştir.

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden C.A

1970 yılına ait eski bir parayı elimde bulundurduğumdan yasak para bulundurmaktan hakkımda soruşturma açılmıştır.

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden Ö.Y

En ufak bir olayda süngerli hücreye atılıyoruz.

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden H.K

İlk girişte üst araması sırasında darp edildim. Açılan soruşturmanın savunması sırasında hapishane müdürü Haydar Ali Ak suratıma yumruk attı.

İHD Diyarbakır Şubesi’nin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki cezaevlerine ilişkin ihlâl raporuna göre, 2011’de cezaevlerinde 13 ölüm, 14 yaralanma, 147 işkence vakası, 133 sağlık hakkı ihlâli, 70 kişiye tecrit, 96 kişiye haberleşme hakkı engeli başta olmak üzeren toplam 1453 hak ihlâli yaşanırken; Türkiye’de en yoğun hak ihlâllerinin yaşandığı cezaevleri ise Kürkçüler F Tipi, Osmaniye Kapalı T Tipi, Karataş Kadın Kapalı, Pozantı Çocuk, Karaisalı, İskenderun M Tipi Kapalı, Hatay E Tipi Kapalı, Van M Tipi, Rize Kalkandere L Tipi, Gümüşhane ve Samsun Bafra T Tipi zindanları oldu. Pozantı Cezaevi’ndeki çocuk mahkûmlara yönelik işkence ve tecavüzler bunların artısı oldu!

Tam da bu noktada “Cezaevlerindeki olayların arkasında çeşitli haksızlık ve mağduriyet duygularının tetiklediği karmaşık bir öfke saklı,” diyen Oral Çalışlar’a; Adalet Bakanı Sadullah Ergi’inn, 13 mahkûmun ölümüyle sonuçlanan Urfa Cezaevi’ndeki olaylar sonrasındaki, “Cezaevleri her gece rüyalarıma giriyor” saptaması eşlik ediyor!

SAYILARLA (C)EZAEV(LER)İNDE “DURUM”

Muhtelif tarihli verileri hızla sıralayarak durumu gözler önüne serelim:

i) Adalet Bakanı Ergin, Türkiye’de cezaevlerinde bulunan her 100 kişiden 26.2’sinin tutuklu olduğunu belirtti.

ii) Türkiye cezaevlerinde 100 bin yatak, 128 bin mahpus var.

iii) 36’sı açık olmak üzere 370 cezaevinin toplam kapasitesi 116 bin 754 kişi. Buna karşılık cezaevlerinde yaklaşık 130 bin tutuklu ve hükümlü var. Adalet Bakanlığı 2012 yılında 20 yeni cezaevini faaliyete geçirmeyi planlıyor.

iv) Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, 2011’in Kasım ayı sonu itibarıyla cezaevleri verilerine göre, cezaevlerinde “tutuklu” 36 bin 462, “hükmen tutuklu” 17 bin 950 ve “hükümlü” 73 bin 419 olmak üzere toplam 127 bin 831 kişi bulunuyor.

v) Cezaevlerinin kapasitesi 116 bin 207. Bu rakamlara göre cezaevlerinde 11 bin 624 kişi kapasite fazlası var. Sivil toplum kuruluşları ise cezaevlerindeki kişi fazlasının 13 bini bulduğunu savunuyor.

vi) 2000 yılında afla sayıları 40 bine düşen tutuklu ve hükümlü sayısı 10 yılda üç katına çıkarak 132 bini aştı. Adalet Bakanı Ergin’nin gazetecilerle “imaj düzeltme” gezisi düzenlediği cezaevlerinde bulunan 8 bin 76 kişinin “yatacak” yerinin bile olmadığı anlaşıldı. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı verilere göre, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 10 yılda üç katına çıkarak 132 bin 369’a ulaştı. 8 bin 76 kişinin “kapasite fazlası” olduğu cezaevlerindeki çocuk sayısı ise 2 bin 281’i buldu.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı istatistiki raporda, son dönemde çocuk tutuklu ve hükümlülere yönelik cinsel taciz ile tecrit suçlamalarıyla gündeme gelen cezaevlerindeki yaşamın sayısal boyutu mercek altına alındı. Cezaevlerinde bulunanlar, 125 bin 270 erkek, 4 bin 818 kadın ve 2 bin 281 çocuk olmak üzere 132 bin 369’a ulaştı. Kamuoyunda “Rahşan affı” olarak bilinen düzenlemeyle 1999 yılı itibarıyla 70 bin kişilik kapasitesi dolan cezaevlerinin nüfusu 40 bine kadar düşmüştü. Ancak aradan geçen 10 yıl içerisinde cezaevlerindeki doluluk oranının yüzde 200 arttığı ortaya çıktı.

vii) TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin Ekim 2002 itibariyle nüfusu 67 milyon 803 bin 927. 2002 sonunda toplam hükümlü/tutuklu sayısı ise 59 bin 429. Buna göre, o dönem nüfusun binde 0.87’si cezaevinde bulunuyordu. Ancak Aralık 2011 itibariyle bu rakam adeta ikiye katlandı. Geçen yılın sonunda toplam nüfus 74 milyon 724 bin 269, toplam tutuklu/hükümlü sayısı 128 bin 604 oldu. Cezaevindekilerin nüfusa oranı ise binde 1.72 olarak gerçekleşti.

Essex Üniversitesi Uluslararası Cezaevi Çalışmaları Merkezi’nin çalışmalarına göre diğer ülkelerdeki tutuklu sayıları şöyle:

Rusya: 755 bin 600 (1 Ocak 2012). Hüküm giymeyen tutukluların oranı: yüzde 15.6.

ABD: 2 milyon 266 bin 832 (31 Aralık 2011). Hüküm giymeyen tutukluların oranı: yüzde 20.8.

İran: 250 bin (Ekim 2011). Hüküm giymeyen tutukluların oranı: yüzde 25.7.

Çin: 1 milyon 650 bin (1 Haziran 2010). Hüküm giymeyen tutukluların oranı: 100 bin ile 260 bin arasında tutuklunun hüküm giymediği düşünülüyor.

Polonya: 81 bin 382 (31 Aralık 2011). Hüküm giymeyen tutukluların oranı: yüzde 10…

viii) Türkiye’deki tutuklu ve hükümlülerin durumu diğer ülkelerle karşılaştırıldığında da çarpıcı sonuçlar ortaya çıkıyor. “Ülkelere göre cezaevlerinin doluluk oranı” Türkiye’de yüzde 100 oranında iken, Rusya’da doluluk oranı yüzde 91, İsveç’te yüzde 94.4, Brezilya’da yüzde 167.9, Yunanistan’da yüzde 136.5. “Ülkelere göre Cezaevindeki Kişisi sayısı Nüfus Oranına” göre hesaplandığından Türkiye’de her 100 bin kişiden 166’sı cezaevinde bulunuyor. Bu durum, ABD’de 730 Kişi, Rusay’da 516 kişi, İsveç’te 70 kişi, Danimarka’da 74 kişiden oluşmakta. Türkiye yüzde 27.5 tutukluluk oranıyla da bir çok Avrupa ülkesinin gerisinde kaldı.

ix) TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu içindeki Cezaevleri Alt Komisyonu Malik Ecder, Gaziantep Cezaevi’nin 550 kişi kapasiteli olmasına rağmen 1650 kişinin, Mardin Cezaevi’nin 450 kişi kapasiteli olmasına karşın 987 kişinin kaldığını belirterek, “Gaziantep’te 282 kişi yerde yatıyor, yatacak yer yok. Kimi koğuşlarda 2 kişi aynı yatakta yatıyor. Yine 20 kişi kapasiteli Mardin Cezaevi’nin kadınlar koğuşunda 62 kadın kalıyor ki düşünün bu koğuşta tek tuvalet var” diye konuştu.

x) Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ndeki kadın tutuklular, artan tutuklamalarla cezaevinde yer sorunu yaşadıklarını, 13 kişilik koğuşta 41, 8 kişilik koğuşta ise 26 kişinin kaldığını belirtirken, BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak ise cezaevlerinde 2’si milletvekili, 2’si belediye başkanı, 25’i kadın meclisi üyesi olmak üzere 500’den fazla BDP’li kadın tutuklunun bulunduğunu kaydetti.

Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ndeki kadın tutuklular mektupla, yaşadıkları sorunları dile getirdi. Kadın tutuklular, 13 kişilik koğuşta 41, 8 kişilik koğuşta ise 26 kişinin kaldığını söyledi. Yer yokluğu nedeniyle tuvalet ve banyo önünde yatmak zorunda olduklarını kaydeden kadın tutuklular, bunun birçok hastalığı tetiklediğini, sorunlarının çözümü için yönetimle yaptıkları görüşmelerin dikkate alınmadığını anlattı.

xi) Adalet Bakanlığı, 9 yılda cezaevlerinde görev yapan personel hakkında açılan davalarda sadece 27 kişiye hapis cezası verildiğini açıkladı. Bakanlık verilerine göre, cezaevi personeli hakkında açılan davaların büyük bölümü cezasız kalırken, ÇHD devletin cezaevi personeline yönelik “bir cezasızlık politikası” izlediğini ileri sürdü.

2003-2012 arasında cezaevlerinde görev personel hakkında “hakaret, görevi ihmal, görevli kötüye kullanma, kasten yaralama, tehdit, zimmet, resmi belgede sahtecilik, zor kullanma yetkisine ait sınırın aşılması” suçlamalarıyla toplam 739 dava açıldı.

Açılan bu davalarda, sadece 27 personel hapis cezası alırken, 3 personel adli para cezası, 16 personel de ağır para cezasıyla cezalandırıldı. Ancak haklarında dava açılan personelden 10’unun hapis cezası ertelenirken, 96 personel hakkında “hükmün açıklanmasının geri bırakılması”na karar verildi. Yargılanan 75 personele verilen para cezası da ertelenirken, 512 personel ise beraat etti.

xii) ‘İnsan Hakları İhlâl Raporu’na göre, 2012’nin Nisan ayında, cezaevlerinde 4 kişi öldü. 5 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kalırken 7 kişi toplam 84 gün hücre cezasına çarptırıldı.

xiii) Urfa Cezaevi’nde kapasitesinin üzerinde tutuklu ve hükümlünün bulunması nedeniyle çıkan kavga sonucu 13 mahkûmun yaşamını yitirmesi cezaevlerinde ölümleri bir kere daha gündeme getirdi.

Cezaevlerinde 2012 yılının ilk 6 ayda 31 tutuklu ve hükümlü, kavga, intihar ya da hastalık sonucu yaşamını yitirdi.

Cezaevlerinde yaklaşık 250 tutuklu ve hükümlü ise ölüm döşeğinde tedavi olmayı bekliyor. Tutuklu ve hükümlüler, kanser, ağır şizofren, böbrek, Wernicke-Korsakoff, epilepsi, siroz gibi ağır hastalıklarla mücadele ediyor.

xiv) Adalet Bakanı Ergin, 2 Nisan 2012 tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında 469 hasta tutuklu ve hükümlünün bulunduğunu belirtti.

(C)EZAEVİNDEKİ HASTALAR

Adalet Bakanlığı’na bağlı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü resmi verilerine göre, 2000’den 2011 yılına kadar cezaevlerinde toplam 943 hasta hükümlü ve tutuklu yaşamını yitirdi. Sadece 2010 yılında hastalık nedeniyle hayatını kaybeden tutuklu ve hükümlü sayısı 161’i buldu. 2011 yılında ise cezaevlerinde ölen tutuklu sayısı Kasım 2011 itibariyle 30’du.

Yine Adalet Bakanlığı’nın Şubat 2012 verilerine göreyse, cezaevindeki hasta tutuklu ve hükümlü sayısı 520 oldu. Bu rakam Nisan 2012’de 469 olarak açıklandı. Hayati tehlike düzeyinde sağlık sorunu yaşayan 364 tutsak hâlen cezaevi koşullarında “tedavi” ediliyordu!

Gerçekten de TTB Genel Merkez üyesi Dr. Arzu Erbilici’nin, cezaevlerinde ciddi sağlık sorunları olduğunu ve ölümlerin arttığını belirttiği Şubat 2012 tarihli İHD raporuna göre, cezaevlerinde ağır hasta durumda 211 tutuklu ve hükümlü vardı. İçlerinden 32’si “ölüm sınırında ağır hasta” olarak tanımlanıyordu.

Konuyla ilintili olarak Erzurum E tipi Cezaevi’nde incelemelerde bulunan ÇHD’nin hazırladığı rapor da kadınların cezaevlerinde yaşadığı sıkıntıları gözler önüne seriyor. Tutuklu kadınlar, fiziksel ve psikolojik tacize maruz kalıyor ve sağlık sorunlarına yeterli özen gösterilmiyorken; ÇHD İstanbul Şubesi’nden yetkililerin hazırladığı rapor şunlara dikkat çekiyordu:

“Özellikle hasta tutukluların cezaevinde hastaneye geliş ve gidişlerinden ciddi sorunlar yaşanılıyor. Bu rahatsızlıklar özellikle cezaevinde görevli askeri komutanlar tarafından yapılıyor. Görevlerini kötüye kullanarak psikolojik ve fiziki tacizlere kadar varılıyor. Yaşanan taciz olayları ile ilgili, mağdurların bunu bildirmelerine rağmen, cezaevi idaresi tarafından şimdiye kadar yapılmış bir işlem yoktur. Taciz iddiası ile şikâyet edilen şahıslar hakkında yapılan soruşturmalar ve işlemler şikâyetçilere bildirilmemiştir. Ancak mağdur tutuklulara değişik disiplin cezaları reva görülmüştür.”

Konuya ilişkin olarak birkaç çarpıcı örneği daha aktarırsak:

i) 2007’den beri Bakırköy Kadın Cezaevi’nde kalan görme engelli ve kanser hastası Hediye Aksoy, gözleri görmediği için her hareket ettiğinde duvara ranzaya çarparak kendini yaraladığı ve defalarca tek başına yaşayamaz raporu verildiği hâlde içeride.

ii) Ağrı merkezli yürütülen “KCK” soruşturması kapsamında 3 Aralık 2011’de Diyarbakır’da gözaltına alınıp Ağrı’ya gönderilen ve burada çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanan Ajda İnci’nin, kalp yetmezliği nedeniyle götürüldüğü Erzurum Devlet Hastanesi’nde kelepçeli muayeneyi kabul etmediği gerekçesi ile tedavi edilmeden yeniden cezaevine götürüldü.

iii) Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde 1994’te bir böbreği alınan, diğer böbreğinin de yüzde 15’i çalışan, müzisyen Yasemin Karadağ, 28 Şubat 2012’de “terör örgütü yöneticisi olma ve terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla çıktığı, İstanbul Özel Yetkili 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde “tansiyon ve kemik erimesi rahatsızlıkları” gibi ciddi sağlık sorunları yaşadığını ve 7 aydır cezaevinde bulunması nedeniyle hastalığının ilerlediğini belirterek tahliyesini istediği duruşmada mahkeme tutukluluk hâlinin devamına karar verdi.

iv) Tutuklanmasına dört gün kala elinden ameliyat olacakken revir doktorları “ameliyatlık durumun yok” dediği Kandıra 2 No’lu F Tipi Hapishane’deki Kemal Avcı’ya ilişkin ekliyorlar:

“Epilepsi nedeniyle 3 kez hastaneye gitti. İlk ikisinde ‘Beyin fonksiyonlarında yavaşlama var. Buna bağlı epilepsi oluşabilir’ dediler. Üçüncüde ‘Hiçbir şeyin yok, sağlamsın’ diyerek kullanmakta olduğu ilaçları vermiyorlar. Verem taramasında akciğerlerde leke görülmüş. Röntgenleri vermemişler”!

v) Batman M Tipi’nde Hayrettin Toktaş adlı tutuklu yaşamını yitirdi. Antep’te de hasta tutuklu Ramazan Özalp ölüme terk edildi.

11 yıl tutulduğu cezaevinden 2004’de çıkan, sonra yeniden tutuklanan 57 yaşındaki Hayrettin Toktaş, Batman M Tipi Kapalı Cezaevi’ne konulduktan sonra 22 Mayıs 2012 tarihinde kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.

Beyninde çıkan tümör nedeniyle ameliyat geçiren ve sol tarafı felç olan Ramazan Özalp da, bir yıldır yatalak olmasına karşın tahliye edilmiyor. Ölüme terk edilen Özalp sürekli başka cezaevlerine sürgün ediliyor.

vi) Kırıkkale F Tipi’nde bulunan hükümlü Hasan Alkış, hayati tehlike bulunan yüzlerce hasta tutsaktan biri. İki açık kalp ve safra kesesi ameliyatı geçiren Alkış, aynı zamanda Behçet hastalığıyla mücadele ediyor. Cezaevi koşullarında birçok hastalığa karşı mücadele veren Alkış’ın durumu giderek kötüleşiyor.

ZİNDANLARDAKİ ÇOCUKLAR

Hatırlar mısınız? Ya da duydunuz mu?

“Allahım beni daha iyi bir hapishaneye yolla…” tümcesi; coğrafyamızın, 12 Eylül’ün zifiri karanlığına boğulduğu 1980’li yıllarda Yılmaz Güney’in çektiği ‘Duvar’ filmindeki sübyan koğuşunun çocuklarının “Tanrı”ya yakarışıdır.

Türkiye’deki zindanlarda yaklaşık 2200 çocuk tutuklu ve hükümlü varken; ayrıca “tutuklu” çocukların 164’ü 0-3 yaş, 87’si ise 3-6 yaş grubunda… Yani çoğunluğu 0-3 yaş grubunda olan toplam 251 çocuk, çeşitli cezaevlerinde anneleriyle birlikte kalmak zorundadır!

Tam da bu noktada iki çarpıcı örneği aktarmak gerekiyor!

İlki Ekin Şinar Dülek’in hikâyesi: Bebekken tanıştığı cezaevinde “yalnız” bir kız çocuğu Ekin Şinar Dülek. Annesine verilen hapis cezası nedeniyle demir parmaklıların ardında büyümek zorunda kaldı. 3 yaşına geldiğinde, cezaevindeki kreşe gitmeye başlamıştı ki, kreşi olmayan başka bir cezaevine sürgün edildiler.

Anne Gazal Dülek, PKK üyesi olduğu gerekçesiyle mahkûm edildiği 6 yıl 3 ay hapis cezasının onaylanmasının ardından 2 Ocak 2010’da Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na götürüldü. 1 buçuk yıl sonra infazını tamamlayacak olan anne, hapse girdiğinde 10 aylık olan kızını da yanında götürmek zorundaydı. Ekin Şinar, yaklaşık 2 yıl boyunca babasıyla dışarıda buluşup özgürlüğün tadını çıkardı. Baba Şemseddin Dülek de Ekim 2011’de yapılan KCK operasyonu kapsamında “örgüt üyesi” olduğu gerekçesiyle tutuklanarak Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’ne gönderildi.

Ekin Şinar ise bu arada büyüdü, 3 yaşına geldi. Bakırköy’deki cezaevindeki kreşe gitmeye, günde 1 saat de olsa yaşıtlarıyla arkadaşlık etmeye başlamıştı. Ekin Şinar’ın annesi 10 Mart 2012’de kreşi olmayan Gebze M Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. Babasının tutuklanmasıyla dışarıdaki özgür saatleri iyice azalan Ekin Şinar, böylece arkadaşsız da kalmış oldu.

İkincisi de Renas’ın hikâyesi: Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde hükümlü bulunan DTP’nin Gebze eski İlçe Başkanı Meral Kurum ve oğlu Renas’ın çifte dram yaşıyor.

Annesi ve siyasi kadın tutsakların yoğun çabasıyla cezaevinin annesinin işyeri olduğunu sanan Renas’ın yaşadıkları, Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filmini anımsatıyor. 15 gününü dışarıda babasının yanında, 15 gününü parmaklıkların ardında annesinin yanında geçiren Renas, tam anlamıyla bir travma yaşıyor.

Oyuncak, boya kalemi alınmayan Bakırköy Cezaevi’nde leğen ve çekpasla kendine oyun üreten Renas’ın en sevdiği oyun ise volta atmak. Siyasi kadın tutsaklara, “Hadi gelin voltacılık oynayalım” diyen Renas, günlerini, kollarını arkasına kenetleyip volta atarak geçiriyor.

Gardiyanlardan korktuğu için cezaevinin kreşine gidemeyen ve her an annesinden koparılma endişesiyle yaşayan Renas’ın sık sık annesine, “Anne artık burada çalışmayı bırak” demesi ise tüm yaşananları özetliyor.

İş bunlarla bitmiyor elbet; dahası da var! Onlardan da şöyle söz ediyor Yalçın Doğan:

“Eşek kadar mahkûm 13 yaşındaki çocuğu zorla yatağına alıyor. Çocuğun çığlıkları sabaha kadar sürüyor.

– Bir çocuk gösteride polise taş atıyor. Hapse giriyor. Aynı gösteride bir başkası da yakalanıyor, bu çocukla birlikte aynı hücreye konuyor. O kişi, taş atan çocuğa tecavüz ediyor. Daha sonra ikisi de KCK’den tutuklanıyor.

– A.T. 17 yaşında, tek başına hücreye atılıyor. Hücrede boncuk yapıyor. Beş liralık elektrik borcunu ödeyemiyor, boncuklarına el konuyor.

– 15 yaşındaki Y.A. tutuklular tarafından öldürülüyor. Açılan davada hapishane görevlileri beraat ediyor. Dosya Yargıtay’da.

Pozantı Cezaevi’nde 218 çocuk var. 39’u Terörle Mücadele kapsamında! 34 koğuş var. Çocuklar 30, büyükler 4 koğuşta kalıyor. Koğuşlar ayrı olsa da, büyüklerin ve çocukların aynı hapishanede kalması tecavüz rezaletini tetikliyor. 218 çocuk, 218 trajedi…”

Nihayet Adana Pozantı Çocuk Cezaevi’nde çocuklara yönelik, adli mahkûmlarca “işkence, tecavüz, taciz” iddialarını yerinde inceleyen milletvekillerinden Veli Ağbaba, Ümit Özgümüş, Nurettin Demir, Özgür Özel ve Melda Onur’dan oluşan heyet raporunda, insan hakları örgütlerinin 25 çocuğun şikâyetini, Adana Valiliği, Cumhuriyet Savcılığı ve Adalet Bakanlığı’na iletmelerine rağmen, 1 yıldır hiçbir işlem yapılmadığı ifade ettiği raporda, “Gardiyanlar tarafından siyasi suçtan gelen herkese ‘teröristsiniz’ denilerek dayak atıldığı”na dikkat çektiler!

POZANTI FACİASI

Geldik; olmaz olası Pozantı faciasına!

Pozantı Cezaevi’nde ‘taş atanlar’ olarak anılan çocuklar, adli tutuklu-hükümlü yaşıtlarınca defalarca tecavüz ve tacize maruz bırakıldı.

Pozantı Cezaevi’nde 4 ay kalan H.K. (15), “Bazı arkadaşlarımıza adli tutuklular tarafından defalarca tecavüz edildi. Bazen zorla pantolonlarımızı indirmeye çalışıyorlardı. Yaşadıklarımız anlatılır gibi değil” derken; A.K. (17) de Pozantı Cezaevi’nde cinsel istismar yaşadığını ve cezaevi idaresinin olayı örtbas etmeye çalıştığını söylerken; Ş.A. (17) da ekliyordu: “Adliler, boğazımıza ip takıp sıkıyorlardı. Terörist olduğumu söyleyip öpmemiz için yüzümüze bayrak uzatıyorlardı. Öpmek istemediğinde ise yine dövüyorlardı”!

Pozantı Cezaevi’nde ilk kez 2011’in Temmuz’unda dile getirilen “taciz”, 8 ay sonra üç müfettişle incelenmeye alındı!

Pozantı’dan tahliye olan 16 yaşındaki N.S. 29 Şubat 2012’de İHD Mersin Şubesi’ne gelerek şikâyette bulundu. Başından geçenleri şöyle anlattı: “Orada her türlü şey oluyor, cinsel istismar dahil. Bulaşık yıkatıp, yerleri sildiriyorlar, sabaha kadar uyutmuyorlar, ayakta bekletiyorlar.”

Pozantı’dan tahliye olan 13-17 yaşlarındaki yedi çocuk da 2012’nin Mayıs ayında İHD Mersin Şubesi’ne başvurarak taciz ve şiddet iddialarını el yazılarıyla yazmıştı. Ö.K. ve M.D., “Cinsel taciz ve tecavüz sürekli oluyordu. A-10 koğuşunda Ahmet D.’nin, A-3’te Kemal Y.’nin diğer mahkûmları taciz ettiğini duyduk. Fırat M., A-3’te kalırken, Mehmet T.’ye tecavüz edildiğini söyledi,” derlerken; TİHV’in raporunda da, adli tutuklu Zeki K.’nın ‘Mehmet’ adlı; bir çocuğa tecavüz ettiği iddiasına yer verilmişti.

Daha öncede Pozantı Çocuk Cezaevi’nde Yasin Akyüz, koğuş arkadaşlarınca dövülerek öldürülmüştü. 2009’da Akyüz’ün öldürülmesinde “ihmal” gerekçesiyle yargılanan yedi infaz koruma memuru beraat etmişti!

Yani vukuatlarıyla maruftu Pozantı zindanı!

Su yüzüne çıkan facianın ardından Adalet Bakanı Ergin’in, Pozantı Cezaevi’ndeki tüm çocukların Sincan’daki ceza infaz kurumuna nakilleri ve Pozantı Cezaevi’nde görev yapan ikinci müdür kadrosundaki 2 kişinin görevden alındığına ilişkin karar alındığını açıkladı. Hepsi bu kadardı!

Ardından da Pozantı Cezaevi’nde “taciz, tecavüz ve kötü muamele” mağduru olan çocukların, nakledildikleri Sincan Cezaevi’nde de “kurallara uymamaları” durumunda “Sizi Pozantı’dakilerin koğuşuna götürürler” diye tehdit edildiği ortaya çıktı!

Ama iş bununla da bitmedi; Pozantı Cezaevi’nden Ankara Sincan Cezaevi’ne nakledilen çocukların ve ailelerin çilesi bitmedi. Çocukların katıldıkları eylemlerde kamu malına zarar verdikleri gerekçesiyle 47 aileye bir yılda yaklaşık 500 bin lira para cezası kesildi. Ancak ceza bununla sınırlı kalmadı. Ailelere bir de “çocukların henüz işlemediği” suçtan dolayı ceza verildi. Mersin Valiliği’nce iki çocuğun ailesine gönderilen yazıda “Aralık 2012 tarihindeki eylem” nedeniyle 5 bin 180 lira para cezası kesildiği bildirildi. Bir başka çocuğun ailesine ise, çocuklarının cezaevinde bulunduğu sırada gerçekleştiği söylenen suç nedeniyle ceza verildi. Valilik, henüz olmamış eyleme neden ceza kesildiğine dair sorusuna, “Yanlışlık olmuş” yanıtını verdi!

Evet, evet iş bunlarla da tükenmedi; Pozantı ile Kürkçüler cezaevlerinde çocukların maruz kaldığı taciz, tecavüz ve işkence dehşetini anlattıklarıyla açığa çıkaran T.T., devletin hedefi olmaktan kurtulamıyor. Tecavüzü anlattıktan sonra yeniden tutuklanan ve iki kez intihar girişiminde bulunan T.T. hakkında 6 ayrı suçlamayla dava açıldı. Savcı, T.T. için 40 yıl hapis cezası istendi!

Nihayet TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi Ertuğrul Kürkçü, “İHD bu kötü muamele, taciz ve tecavüze maruz kalan çocukların ve ailelerinin başvurularını 2011’in Mart’ından itibaren Adalet Bakanlığı’na, cumhuriyet savcılıklarına, Pozantı Cezaevi Savcılığı’na ve Mersin Cumhuriyet Savcılığı’na iletti. Fakat bunlarla ilgili hiçbir kovuşturma yapılmadı. Şimdi birçok kurum buradan kendine vazife çıkarıyor ve Adalet Bakanlığı, Cezaevi ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, Pozantı Cezaevi Savcılığı bunları yeni duymuş gibi davranıyor,” derken; Adalet Bakanlığı Pozantı Cezaevi’nde çocuklara yönelik cinsel taciz ve işkence olaylarıyla ilgili raporda, 10 çocuk hakkında kötü muamele, 8 çocuk hakkında taciz iddialarıyla, aralarında cezaevi eski müdürünün de bulunduğu 6 kişi hakkında görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma açılması için suç duyurusunda bulundu; ancak bu “devlet rutini”ydi!

Çünkü Pozantı Çocuk Cezaevi yöneticilerinin, geçmişte “işkence ve kötü muamele” iddiaları olmasına karşın “terfi ettirildikleri” ortaya çıktı!

Bunlarla birlikte ÇHD Adana Şube Başkanı Taylan Özgür Eker, Pozantı Çocuk Cezaevi’nde ve Osmaniye T Tipi Kapalı Cezaevi’nde “terör suçlarından tutuklu çocukların” diğer suçlardan tutuklu çocuklar tarafından taciz edildiğini ve tecavüze uğradığını açıklarken; Erzurum Kapalı Cezaevi’nin 1-B Çocuk Koğuşu’nda kalan üç çocuk tutuklunun 2010’da İ.Y’ye (15) ranza altında defalarca tecavüz ettikleri ortaya çıktı.

Hırsızlıktan tutuklu S.V. (17), G.K.(17) ve A.S.D. (17) ile kalan İ.Y’ye gece koğuş arkadaşları ölüm tehdidiyle ranza altında tecavüz etti. Talihsiz çocuk bayram ziyareti için gelen annesi S.Y’ye her şeyi anlattı. Anne suç duyurusunda bulundu, savcılık soruşturma başlattı. Soruşturma sürerken tecavüzcüler de mağdur da tahliye oldu. Bu sırada İ.Y’nin “fiili livataya maruz kaldığı ve ruh sağlığının bozulduğu” yönünde rapor çıktı!

Evet, alın size Türk(iye) (c)ezaevleri gerçeğinden bir kare!

ŞAKRAN FELAKETİ

Türk(iye) (c)ezaevleri gerçeğinin Şakran karesine gelince!

“Kadın mahkûmlar soyularak aranıyor, işkence yapılıyor,” diyor Manisa Milletvekili Özgür Özel, İzmir Yenişakran Kapalı Cezaevi’nde kadınların uğradığı insanlık dışı muameleye dikkat çekerken!

Kadın mahkûmların şiddete maruz kaldığını belirten Özel, “Özellikle önceden yarası olan ya da ameliyat geçirmiş bölgenin hedef seçildiği”nin de altını çiziyor!

Tutuklu ve hükümlülere dönük hak ihlâllerinin yoğun olarak yaşandığı İzmir’in Aliağa İlçesi’ndeki Şakran Cezaevi’nde hak ihlâlleri artarak sürüyorken; çıplak aramadan geçirilen kadınlar “Otur kalk” muamelesine maruz bırakılıyor. Ağır hasta kadın hükümlünün hücreye atılması, yine jandarmanın kadın mahpusların muayenesi sırasında odadan çıkmaması gibi bir dizi onur kırıcı ve keyfi uygulama ise cezaevinin şimdiden Ebu Garip, Diyarbakır, Mamak ve Guantanamo cezaevlerinin yolunda ilerlediği yorumlarına neden oluyor.

Evet, kadın tutsakların saçlarından tutularak yerlerde sürüklenmesiyle adını duyuran Şakran Cezaevi’nde bu kez de kadın tutuklulara içi inşaat hafriyatı ile dolu odalar temizlettiriliyor. Doktor raporları olmasına rağmen hasta tutuklulara ilaçları verilmezken, yemeklerin az verilmesinden dolayı kadın tutuklular sürekli aç kalıyor.

Türkiye’nin ikinci büyük cezaevi olarak açılan Şakran Cezaevi’ne Bergama Cezaevi’nden nakledilen kadınlar, soyularak aranmaya karşı çıktıkları için saçlarından tutularak sürüklendi ve darp edildi. Ayrıca yeni yapılan cezaevinin kaba inşaatı ve temizliği de kadınlara yaptırıldı. Şakran Cezaevi cinsiyetçi uygulamalarıyla kadınlar için adeta bir eziyet evi hâline geldi.

Kadın tutuklulardan birinin yakını, 30’a yakın kadının Bergama Cezaevi’nden nakilleri sırasında, Bergama’da arama yapılmasına rağmen, tekrar ince arama ile iç çamaşırları da dahil çıplak aranmak istendiğini; iç çamaşırlarının çıkarılmasına itiraz eden kadınların ise görevliler tarafından saçlarından sürüklenerek darp edildiğini söyledi. Ayrıca 500 metrekarelik ve inşaat hâlinde olan koğuşların kadınlara temizletildiğini ifade etti.

Kadınların temizlik için kullandıkları sıcak su, kendilerine verilen sıcak sudan sayılmış. Cezaevinin görüntüsünün çok lüks, yerlerin kaygan ve parlak olduğunu söyleyen tutuklu yakını, içeride ise kadınların zor şartlarda kaldığını dile getirdi.

İHD Cezaevi görevlisi Necla Şengül, yeni açılan cezaevlerinde, idarenin tutuklu ve hükümler içinde hâkimiyet kurmak için “Hoş geldin” karşılaması yaptıklarını ifade etti. Yaşananların insanlık suçu olduğunu söyledi.

ÇHD İzmir Şubesi’nin, işkence, tecrit ve hak ihlâlleri yapıldığına dikkat çektiği Yeni Şakran Cezaevi’nden tahliye edilerek İzmir’de ev hapsine alınan Emine Aslan, 7 ay kaldığı cezaevinde yaşadığı hak ihlâlleri ve keyfi uygulamaları anlatırken; “İnce aramanın” dayatıldığını, bunu kabul etmedikleri için yerlerde sürüklenerek, tekmelendiklerini söyledi.

Cezaevine girmeden önce astım olmak üzere birçok rahatsızlığı olduğunu, bundan dolayı sürekli ilaç tedavisi gördüğünü söyleyen Aslan, cezaevindeyken etkin bir şekilde tedavi edilmediğini, ilaçlarının düzenli bir şekilde verilmediği için cezaevinde kaldığı süre boyunca iki defa felç geçirdiğini söyledi. Felç geçirdiği sırada cezaevi idaresine anında haber verilmesine rağmen ambulansın 2 saat sonra geldiğini aktaran Aslan, tedavi için götürüldüğü Aliağa Devlet Hastanesi’nde durumunun ciddi olmasına rağmen etkin bir şekilde tedavi olmadan tekrar cezaevine gönderildiğini ifade etti.

Yine Şakran Cezaevi’ne sürgün edilen 13 tutukludan biri olan Hatice Çetin, cezaevinde tahliye edildikten sonra yaşadıklarını şöyle anlattı:

“Şakran’da koşullara dayanmak için insanın olağanüstü iradeye sahip olması gerekir, her gün işkence altında geçiyor… Şakran Cezaevi Diyarbakır zindan vahşetiyle yarışıyor… İşkence daha kapıda başlıyor… İşkence rutin bir faaliyet!”

(C)ezaevlerinin Şakran karesi de böyle!

“YASAK(LAR)”

Gelelim zindanların, kendinden menkul ve kendi “hukuk”unu dahi ayaklar altına alarak, liberal Hasan Cemal’i bile çileden çıkaran “yasakları”na!

Önce Hasan Cemal’den aktaralım:

“Hapishaneden mektup var! İlginç bir mektup. Hem yargımızın hâllerini, hem de özgürlük sicilimizin içyüzünü sergilediği için öyle. Benim 2011 yılında çıkan ve kitapçılarda serbestçe satılan son kitabım ‘Barışa Emanet Olun’la ilgili. Kitap cezaevinde yasaklanmış. Hatta imhasında karar kılınmış!

Oysa, Barışa Emanet Olun kitabı bir yıla yakın bir süredir serbestçe satılıyor kitapçılarda.

Ne denir ki? Hapishanede yasak, dışarıda serbest!”

Evet, dışarıda serbest olanın içeride “yasak” olduğu cinnet hâline alın birkaç örnek!

i) Adalet Bakanı Ergin, Kocaeli 2 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’na girişine izin verilmeyen 7 ciltlik ‘Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’ ile ‘Bildiğin Gibi Değil’ ve ‘Diyarbakır Gecesi’ başlıklı kitaplarda, “Türkiye Cumhuriyeti’ni ve devletini aşağılayıcı, bölücü ve ayrımcı” hususları içeren ifade ve yorumların yer aldığına dikkat çekti!

ii) Ankara Sincan Kadın Kapalı Cezaevi yönetimince, Fyodor Gladkov’un ‘Çimento’, İlya Ehrenburg’un ‘Paris Düşerken’, Prof. Dr. Server Tanilli’nin ‘Uygarlık Tarihi’, Karl Marx’ın ‘Komünist Manifesto’, Mao Zedung’un ‘Seçme Eserler’, Georgi Dimitrov’un ‘Savaşa ve Barışa Karşı Birleşik Mücadele’ başlıklı yapıtları, dışarıda serbestçe satıldığı hâlde “yasak olduğu gerekçesi”yle cezaevine alınmadı!

iii) DHKP-C davası tutukluları Aysun Akdağ ile Elif Sultan Kalsen’e gönderilen İlya Eyrenburg’un ‘Dipten Gelen Dalga’, J. Stalin’in ‘Strateji ve Taktik’, V. İ. Lenin’in ‘Gençlik Üzerine’, Mao Zendung’un ‘Halk Savaşında Temel Taktikler’ başlıklı kitaplar, Bakırköy L Tipi cezaevi idaresince “sakıncalı” bulunarak verilmedi!

iv) Sıkıyönetim dönemlerine özgü keyfi yasaklar ve uygulamaların yeniden hortladığı cezaevlerinde özellikle siyasi tutuklu ve hükümlülere uygulanan keyfi yasaklara her gün yenileri eklenirken; cezaevi yöneticileri şimdi de tutuklu ve hükümlülerin ücretsiz dergi ve gazete okumaları hakkını elinden alan bir karara imza attı. Bu yasak kararı, Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde uygulamaya kondu.

Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde ziyaretçileri tarafından getirilen dergi ve gazetelere el koyarak mahkûmlara vermeyen yönetim, posta ile gönderilecek süreli ve süresiz yayınların da verilmeyeceğini, mahkûmların okumak istedikleri gazete ve dergilerin listesini aylık olarak idareye bildirmeleri hâlinde bayiden satın alınarak kendilerine iletileceğini duyurdu!

v) Kırıkkale F Tipi Hapishanesi’nde kalmakta olan Ercan Güllü’nün, “24 Şubat 2012 tarihinde yapılan genel aramada, bir hücreden kaloriferin üzerine asılmış, bir bağ portakal kabuğu ‘amaç dışı’ kullanıldığı gerekçesi ile alınıp, hücredekiler hakkında soruşturma açıldı”!

vi) Tekirdağ 2 No’lu F tipi Cezaevi’nde Sergen Solak, cezaevindeki hükümlülerin slogan atma, türkü ve marş söyleme gerekçesiyle tahliyelerinin engellendiğine dikkat çekerken; cezaevinde slogan attıkları, türkü ve marş söyledikleri gerekçesiyle Kenan Günyel, Fırat Özçelik ve Cem Kılıç’ın serbest bırakılmadığını ve hücrede tutulduğunu belirterek, “Gazete ve dergilerimiz yasaklanıyor, mektuplarımıza el konuluyor. Slogan attığımız, türkü söylediğimiz gerekçesiyle yılları bulan iletişim yasağı ve ziyarete çıkma yasağıyla cezalandırılıyoruz” dedi!

vii) TİHV’in ‘İnsan Hakları İhlâli’ raporunda Bayburt M Tipi Cezaevi’nde kalan tutuklu Yılmaz Atlığ’ın ‘Toplumsal Ekonomik Yapılanma’ başlıklı tez çalışmasının “devlete alternatif ekonomik yapılanma olduğu” iddiasıyla cezaevi yönetiminin şikâyeti sonucu imha edilmesi; Amasya E Tipi Cezaevi’nde yaklaşık 10 tutuklu ve hükümlünün “Kürtçe şarkı söyledikleri” gerekçesiyle gardiyanlar tarafından darp edilmesi olaylarına da yer verildi!

viii) Kürtçe şarkı söylediği için hakkında disiplin soruşturması açılan Hatice Şahin, 7 yıllık hapisliğin sonunda Kocaeli 2 No’lu T Tipi Cezaevi’nden bu nedenle tahliye edilmedi. 23 Şubat 2012’de cezaevinde 7 yılını tamamlayarak, tutulduğu Kocaeli 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nden tahliye edilmesi gereken Hatice Şahin, Kürtçe şarkı söylediği için açılan soruşturma nedeniyle bırakılmadı!

ix) Kırıkkale Hacılar F Tipi Cezaevinde tutuklu ve hükümlülere resim yapmak yasak. Hacılar F Tipi Cezaevinde Asrail Seyithan Özer isimli tutuklunun resim yapması yasaklanarak malzemelerine el konuldu!

x) KCK Operasyonu adı altında tutuklanan ve “İnsanlık Ölmüştür” başlığı altında Kocaeli 2 No’lu F Tipi Cezaevinde maruz kaldığı uygulamayı kaleme alan DEP’in eski Milletvekili Mahmut Alınak’ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a göndermek istediği faksı Kocaeli 2 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu, “sakıncalı mektup” kapsamında değerlendirerek gönderilmesine izin vermedi!

xi) İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi, cezaevinde bir ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Mersin E Tipi Cezaevi’ne nakledilen çocuklardan Nasır Özmen’in kaleme aldığı ihbar mektubunun cezaevi disiplin kurulunca, “sakıncalı” tutanağı tutulup, İHD’ye gönderilmediğine dikkat çekerek ekledi:

“Nasır Özmen, mektubu benim adıma gönderilmek üzere cezaevi idaresine teslim etmiş. Ancak, söz konusu mektup, cezaevi görevlisi tarafından okunduktan sonra 17 Ekim 2011’de sakıncalı bulunmuş, tutanak tutulmuş. Bunun üzerine ihbar mektubu Mersin E Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu’nda da incelenmiş. Aralarında kurum müdürü, idare müdürü, psikolog, öğretmen ile 3 üyenin bulunduğu 7 kişilik disiplin kurulu 18 Ekim 2011’de 2001/800 sayı ile sakıncalı mektup kararı vermiş”!

xii) Hapishanelerde yaşanan hak gasplarını duyurmak isteyen tutuklu ve hükümlülerin gazetecilere gönderdiği her mektup sakıncalı olarak görülürken, dışarıda da haber yapmaya çalışan basın emekçilerinin önleri kesilmeye çalışılıyor. Baskı ve sindirme politikalarına karşı çıkan tutuklu ve hükümlüler “ne olursa olsun yazmaya, sesimizi duyurmaya devam edeceğiz” diyor.

Kocaeli Kandıra Hapishanesi’nde yatan Murat Kaymaz gönderdiği mektupta, hapishane içerisinde yaşadıkları hak gaspları, keyfi uygulamalar, onursuzca aramalar, fiili ve fiziki işkenceleri duyurmak için yazdıkları mektupları, köşe yazarlarına göndermek istedikleri için cezalandırıldıklarını, mektuplara da el konduğunu yazdı!

BASKILARA SOMUT ÖRNEKLER!

“Bafra T Tipi cezaevi toplama kampı gibi” diyen Neşet İnan içeriden aktarıyor:

“Bulunduğumuz cezaevinin politik bileşeni çeşitli cezaevlerinden sürgün edilen hükümlülerden oluşuyor. Buraya sürgün altında saldırıya uğruyor, işkence edilerek darp ediliyor, çırılçıplak soyularak onurumuzla oynanıyor ve bir de soruşturmaya tabi tutularak dava ediliyoruz. Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde sürgün edilen Tekin Bayram, Enver Özkartal, Ekrem Ay, Enes Künter, A. Kemal Türk ve Bülent Gökçen arkadaşlarımız da yukarıda bahsettiğimiz saldırılara maruz kaldı. A. Kemal Türk arkadaşımız saldırılar sonucu yaralanıp hastaneye kaldırıldı ve durumu rapor edildi. Yapılan işkenceler raporla da tespit edildi.

Tecrit normalleştiriliyor… Tedavi olma hakkı engelleniyor… Cezası bir yılın altına düşen hükümlülerin ilçe cezaevlerine sevk olmaları engelleniyor… Cezaevinde Kürtçe konuşmak rahatsızlığa sebep olduğu gerekçesi ile engellenmek isteniyor… Yukarıda sıraladığımız sorunlar konusunda her türlü hukuki girişimimiz sonuçsuz kalıyor.”[5]

Durum; Bafra’dan her yere böyle!

İşte somut ve inkârı mümkün olmayan örneklerden kimileri…

i) Cezaevlerindeki işkence ve kötü muameleler ayyuka çıktı. Bir yıldır “örgüt yöneticisi” olma suçuyla cezaevinde olan Fırat Can’ın babası Ali Can, “Oğlunun ‘cezaevinde sizi yaşatmayacağız’ şeklinde tehdit edildiğini söyledi. Erzurum’dan Tekirdağ’a sürgün edilen İskender Karaman’ın da çıplak aramaya karşı çıktığı için gardiyanlarca kolu kırıldı…

ii) Antalya L Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan oğlu Recep Motor’un kendisine, “Anne burada her gün bize işkence yapılıyor, birgün cenazemiz çıkabilir buradan” dediğini belirten anne Sevda Motor, İHD Mersin Şubesi’ne başvurarak cezaevi yönetiminden şikâyetçi oldu…

iii) TBMM Cezaevleri İzleme Komisyonu üyesi Aytuğ Atıcı, Hatay Milletvekilleri Mevlüt Dudu, Refik Eryılmaz ve Hasan Akgöl şikâyetler üzerine incelemede bulundukları İskenderun M Tipi Kapalı Cezaevi’nde Newroz’a katılmak ve 1 Mayıs’ta bildiri dağıtmaktan tutuklu bulunan siyasilerin darp edildiğini ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldığını belirterek, cezaevi yönetiminin, “Bunlar terörist” dediğini aktardı…

iv) Gümüşhane E Tipi Açık Cezaevi’nde yaşanan hak ihlâlleri de, kapalı ceza infaz kurumlarını aratmıyor. Hükümlülere daha fazla iletişim hakkı sunulması ile tanınan açık ceza infaz kurumlarından Gümüşhane E Tipi Açık Cezaevi’nde doktor olmadığı için, hastalanan hükümlüler, 15 gün bekletildikten sonra kapalı cezaevi doktoru tarafından muayene ediliyor. Cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerin kullanması için bulunan 4 telefon da onarılmayarak iletişim hakkı gasp ediliyor, sık sık idarenin “kapalı cezaevine gönderme” tehditlerine maruz kalınıyor…

v) Erzurum H Tipi Cezaevi’nden, Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ne sürgün edilen İskender Karaman, Tekirdağ F Tipi’ne getirildiğinde fiziksel ve sözlü şiddete uğradı, çıplak arama sırasında sol kolu kırıldı…

vi) İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak, Urfa Cezaevi’nde 13 mahkûmun hayatını kaybettiği yangının ardından kadın mahkûmların Sincan Cezaevi’ne sevk edilmesi sırasında 200 kadar jandarma ve gardiyan tarafından darp edildiğini açıkladı…

vii) Mardin Cezaevi’ndeki BDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım’a, “açlık grevi” yaptığı gerekçesiyle cezaevi yönetimi tarafından “disiplin cezası” verilerek 1 aylık “açık görüş yasağı” getirildi…

viii) KCK tutuklusu eski milletvekili Fatma Kurtulan, BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan’a bir mektup yazıp yaşadıklarını şöyle anlattı:

“Nisan ayında Bakırköy Hastanesi Jinekoloji Bölümü’ne götürüldüm. Muayene odası yol geçen hanı gibi. Beni götüren komutan, iyi ahbabı olduğu belli iki doktor, 2 sağlık görevlisi, bir adli tutuklu, bir cezaevi memuru bir de kadın asistan eşliğinde muayene masasını odadan ayıran perdenin yarı açık olduğu bir ortamda muayene olmak zorunda kaldım. Yine dün aynı hastanenin nöroloji bölümüne gittim. Muayene sırasında askerlerin dışarı çıkmaması üzerine muayene olamadan geri döndüm. Yine askerlerin kaba davranışlarına maruz kalıyorum. Örneğin; itme, kelepçeyi sıkma, bağırma gibi tutumlar sıkça yaşanıyor. Devam eden davalarımla ilgili bilgiyi ancak bir gün önce cezaevi anonsunda alabiliyorum. Böyle olunca avukat bulundurulamıyor. Dosyanın içeriği hakkında bilgi sahibi olamıyorum. İdare ile yaptığım yazılı-sözlü başvurulardan sonuç alamadım. Çoğu kez adli tutuklularla götürülüyorum. Beni tanıyorlar. Ring aracında ve nezarethanede saatlerce tek başıma onlarla kalmak zorunda kalıyorum. Siyasi tutuklularla birlikte götürülmem güvenliğim için daha uygun”!

ix) Bakırköy Kadın ve Çocuk Kapalı Hapishanesi’nde cezaevi komutanının tutuklulara karşı keyfi tutumları sürerken; hapishane komutanı Ö.A, Türkçeye hâkim olmadığı için sevk sırasında Kürtçe tercüman isteyen Barış Annesi Sakine Güven’e ırkçı sözlerle saldırıda bulunup, Fatma Tokmak’ı da taciz etti…

x) Adalet Bakanı Ergin tutukluların yakınlarıyla Kürtçe konuşmalarının engellenmesine ilişkin, “Türkçe dışında konuşulan dille suç teşkil eden konuşmaların yapıldığı tespit edildiğinde, hükümlü veya tutuklunun, aynı kişiyle Türkçe dışında bir dilde konuşmasına izin verilmiyor,” dedi…

xi) KCK soruşturması kapsamında tutuklanan ‘Vatan’ gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus, cezaevinde infaz koruma memurlarının kötü muamelesine maruz kaldığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Ulus’la 22 Şubat 2012’de Maltepe cezaevinde görüşen avukatı Hüseyin Ersöz, gardiyanların müvekkiline tuvalet temizletmek istediklerini söyledi…

xii) Amasya Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Avni Binici gönderdiği mektupta cezaevinde hak ihlâllerin arttığını belirterek, cezaevi idaresi tarafından tutuklulara karşı provokatif girişimlerde bulunulduğunu kaydederek; mektubunda yaşadıkları sorunları şöyle sıraladı: “Kürtçe halay çekiyorsunuz diye iletişim cezaları verilmeye kadar gitti. Kürtçe halay çekildiğinden dolayı birçok mahkûmun haftalık telefon hakkı iptal edildi…

xiii) Kocaeli 2 No’lu Cezaevi’nde 7 yıldır hükümlü bulunan ve cezası 23 Şubat 2012’de dolan Hatice Şahin, Kürtçe şarkı söylediği için tahliye edilmedi…

xiv) Çorum L Tipi Cezaevi’nde yatan Engin Erdem’in eşi Gülnur Erdem, cezaevinde gardiyanların Alevi ve Kürt kökenli mahkûmlara baskı uyguladığını belirtip, eşinin birçok defa şikâyette bulunduğunu, ancak gardiyanlar tarafından dilekçesinin yırtılıp atıldığını belirten Erdem, eşinin iç çamaşırına saklayarak verdiği mektupta yaşananları anlattığını söyledi…

xv) Sincan Cezaevi’ndeki hasta tutukluları ziyaret eden Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, haftalık 10 dakika telefonla görüşme hakkı verilen hükümlülerin, telefonla görüşebilmeleri için gardiyanlara tekmil vermek zorunda olduklarını belirterek, “Görüşmenin başlayabilmesi için karşı taraftaki kişinin de tekmil vermesini bekliyorlar” dedi…

xvi) İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi, bölgenin tek kadın cezaevi olan Adana Karataş Kapalı Cezaevi’nde kadınların çıplak aramadan geçirildiğini, cezaevinde kapasitesinin çok üstünde mahkûm bulunduğuna dikkat çekip, Karataş Kapalı Cezaevi’nden her gün hak ihlâlleri şikâyetlerini aldıkları vurguyla ekledi:

“10 kişilik koğuşta 22 kadın, 14 kişilik koğuşta 29 kadın kalıyor. Kadın tutuklu ve hükümlüler nöbetleşe uyumak ya da yere yatak sermek zorunda kalıyor. Sular günde yarım saat ile 1 saat arasında akıyor. Her bir koğuşa bir küçük vantilatör düşüyor. Birçok kadın cilt problemi yaşıyor, ama tedavi edilmiyorlar”…

xvii) İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi, 650 kapasiteli olan Mersin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 1500 Tutuklu ve hükümlü bulunduğunu belirterek, “Mersin Cezaevi’nde ‘A Takımı’ adı verilen özel giyimli ve yaptıklarından sorumlu olmayan 10 kişilik bir gardiyan ekibi var. Osmaniye Cezaevi’nde ‘A Takımı’ denen ekibin uyguladığı hak ihlâlleri, mahkûmların anlattıklarıyla yansımıştı ve bunu paylaşmıştık. Mersin’de de böyle bir ekip var ve bize A Takımı’nın uygulamalarıyla ilgili şikâyetler geliyor,” dedi…

xviii) Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nden hergün yeni bir işkence haberi geliyor. Daha önce “Süngerli oda işkencesi” ile adını duyuran cezaevi şimdi de “çıplak üst aramaları”yla tutuklulara baskı uyguluyor. Mazlum Dikmen adlı tutuklu Edirne Cezaevi’nden Tekirdağ 2 No’lu F Tipi’ne sevk edildiği sırada bir grup gardiyan tarafından saldırıya uğradığını bildirdi…

xix) Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yaşanan hak ihlâllerinin giderek arttığını belirten Sadık Kan, cezaevi yönetiminin keyfi gerekçelerle disiplin soruşturmaları açtığı vurgusuyla ekledi:

“Hapishane idaresi 2009 yılı sonundan bugüne sürdüğü bir politika dahilinde tutukluların belirli günlerde düzenlediği anma-kutlama programlarını soruşturma gerekçesi olarak kullanmakta, bu yolla senelere varan yasaklar getirmektedir. Hapishane idaresi mektupları, süresiz yayınları engellemektedir.

Oktay Kelebek’in 17 ay iletişim, 22 ay ziyaret yasağı var, sırada 2 yıldan fazla iletişim, ziyaret men var.

Fırat Özçelik’in 32 ay ziyaret, 16 ay iletişim yasağı var, 3 senelik iletişim ve ziyaret yasağı sırada. 2 senedir de kimse açık görüşe çıkamamıştır.

Fırat Özçelik ve Cem Kılıç, disiplin soruşturmaları nedeniyle normalde şartlı tahliye olmaları gerekirken fazladan hapis yatmaktadır.

Sami Çiftçi, kafasına aldığı darbeler nedeniyle psikolojik dengesi bozulmuş olduğu hâlde hapishanede tutulmaya devam ediyor. Çamaşır suyu içerek gerçekleştirdiği 10. intihar girişimi sonrasında İstanbul’a hastaneye sevk edilebildi”…

xx) ‘Tecrite Karşı Mücadele Platformu’ tarafından derlenen, cezaevlerindeki siyasi tutuklu ve hükümlüler üzerindeki tecrit uygulamaları raporuna göre, 2012’nin Nisan ayında da artarak, özellikle Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi, Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi, Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi cezaevlerinde yoğun olarak sürdü. “Gereksiz yere slogan atmak” nedeniyle aylarca iletişim ve ziyaret yasağı alan bazı isimler ve aldıkları cezalar da şöyle:

Barış Özçelik: 27 ay ziyaret, 14 ay iletişim yasağı getirildi.

Murat Şahin: 27 ay iletişim, 7 ay ziyaret yasağı var.

Mehmet Akdemir: 28 ay ziyaret, 16 ay iletişim yasağı var.

Cem Kılıç: 28 ay ziyaret, 17 ay iletişim yasağı var.

Nedim Öztürk: 30 ay ziyaret, 17 ay iletişim yasağı var.

Fırat Özçelik: 32 ay ziyaret, 11 ay iletişim yasağı var…

xxi) Osmaniye Cezaevi’nden gelen “kötü muamele” iddialarını 19 Mart 2012 tarihinde yerinde inceleyen TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu; tutuklu ve hükümlülerden gelen, “Sadece biz değil, ziyaretçilerimiz, yakınlarımız da çırılçıplak soyularak aranıyor” şikâyetiyle şoke olurken, cezaevinin keyfi uygulamalarıyla, adeta “korku imparatorluğu” yarattığı saptamasında bulundu.

Bu arada TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun, Osmaniye Cezaevi’nde incelemeleriyle ilgili hazırladığı 23 sayfalık bir raporda dikkat çeken tespitler de şöyle:

C tipi 196 kişi kapasiteli cezaevinde 227 tutuklu ve hükümlü tutuluyor.

T tipi cezaevinde de 1000 kişilik kapasiteye rağmen 1212 kişi tutuluyor.

Bir koğuşta 18 kişin kalması gerekirken 27 kişi kalıyor.

Kadın koğuşlarında 2’si kreşe giden toplam 4 çocuk kalıyor. Kantinde oyuncak satılmadığından çocuklara oyuncak temin edilemiyor.

Çocuklar da 14 günde yalnızca 1 saat spor için dışarı çıkarılıyor. Bu sürede çocuklara top bile verilmiyor.

9 çocuğun kaldığı koğuşlarda sadece 4 kişiye yetecek büyüklükte masa bulunuyor. Çocuklar masa ve tabak yetersizliği nedeniyle yemekleri sırayla yiyor.

Çocuklar görevlilerinden sert tavırlarından şikâyetçi. Ayrıca yazdıkları dilekçeler de dışarıya çıkarılmıyor.

Sayım esnasında tespitin yapılabilmesi için askeri usulle sayım yapılıyor. Mahkûmlar, “1, 2, 3, 4…” diye seslice numara söylüyor.

Gazete, dergi, kitap gibi yayınlar, “Kurum güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi” veya “müstehcenlik” içermesi gibi nedenlerle “Eğitim Kurulu” kararıyla mahkûmlara verilmiyor. Yasağın nedeni ise belli değil.

Mahkûmların saç ve sakalına müsaade edilmiyor. Mahkûmlar her gün sakal tıraşına zorlanıyor. Tıraş olmayanlar günlük faaliyetlerden men ediliyor.

Kuruma başka bir cezaevinden dahi geliniyor olsa tüm tutuklu ve hükümlüler çırılçıplak soyuluyor.

Ziyaretlerde görüşler kısa tutuluyor ve görüş bittiğinde insanlara kaba bir şekilde bağırılarak koğuşlara dönmeleri isteniyor.

Görüşlere gidilirken sağa sola bakılması yasaklanmış ve sadece öne bakılması şart koşulmuş.

Mahkûmlar sistemli bir dayak olmadığını ancak onur kırıcı davranışların son derece yaygın olduğunu ifade ediyorlar.

Osmaniye T Tipi Cezaevi’yle ilgili ürkütücü iddiaların ardı arkası kesilmezken; TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun ardından cezaevinde incelemede bulunan CHP’den bir grup milletvekili de cezaevine girişte tutuklu ve hükümlülere “makat, oyuk araması yapıldığı”, ziyaretçilerin ise “iç çamaşırlarına ve kadınların pedlerine kadar” çıkarılarak incelendiğini ve mahkûmların yazdığı şikâyet mektuplarının imha edildiğini açıkladılar…

xxii) F tipi cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere yönelik hak ihlâlleri, ziyaretçilere de uzandı. Zeynep Yayla, Sincan 1 No’lu F tipi Cezaevi’nde kalan Sezgin Çelik’i ziyarete gitti. Kapalı görüş sırasında, Yayla, daha önce tanıştığı Arif Sönmez ve İsmail Culuko ile de merhabalaştı. Ancak bu yüzden hakkında tutanak tutuldu. Yayla, söz konusu kişileri daha önceden tanıdığını, nezaket gereği selam verdiğini ifade etti. Cezaevi idaresi Yayla’ya ‘Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik’e aykırı davrandığı gerekçesiyle bir ay görüş yasağı cezası verdi.

Zeynep Yayla verilen karara Ankara İnfaz Hâkimliği nezdinde itiraz etti. Ancak hâkimlik, Yayla’nın başvurusunu reddetti. Cezaevi idaresinin verdiği kararın hukuka uygun olduğunu ifade eden İnfaz Hâkimliği kararında ilginç değerlendirmelere yer verdi.

İnfaz Hâkimliği’nin kararında, Yayla’nın daha önce yaptığı ziyaretlerde de benzer davranışlarda bulunduğu belirtildi. Kararda, ‘Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’a göre, ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmelerinin derhâl bitirilmesine imkân verdiği hatırlatılarak, “Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme yasakları, en üst amirce bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Sezgin Çelik’in ziyaretçisi Zeynep Yayla’nın diğer tutuklu ve hükümlüler ile görevli memurlarca uyarılmasına rağmen aynı tutumuna devam ettiği, ayrıca bu tutumu nedeniyle daha önce de hakkında uyarılma kararının olduğu, dolayısıyla ziyaretçi Zeynep Yayla’nın kuralları ihlâl ettiği anlaşıldı. Bu nedenle verilen karar yasaya uygundur” denildi…

Evet, evet sonsuz kere çoğaltılması mümkün olan örneklerden kimileriydi bunlar!

RESMÎ TULÛATIN MANTIK(SIZLIK)I

Yıkılası zindanlar(ımız)ın gerçeği bu merkezdeyken; resmî tulûatın mantık(sızlık)ına teslim olunması mümkün değildir.

Örneğin milletvekili Hüseyin Aygün’ün ‘Cezaevleri Hak İhlâlleri’ raporu “kapı döven tutuklulara bir ay ziyaretten men”, “az yemek verilmesini protesto edene 3 ay ziyaret yasağı”, “kurum tenceresine zarar verene 5 gün hücre cezası” ve “Tekirdağ’da disiplin soruşturmaları nedeniyle 2 yıldır kimsenin açık görüşe çıkamaması” gibi gerçekleri gözler önüne serip; Adalet Bakanı Ergin’in bazı gazetecilerle Silivri cezaevi ziyaretini “turistik gezi” olarak nitelendirilmesi karşısında, “Cezaevlerinin durumu turistik geziyle üstü örtülecek bir durum değil” demesi sonuna kadar haklıdır!

Tıpkı ‘Gazetecilere Özgürlük Platformu’ Dönem Başkanı Atilla Sertel’in, Adalet Bakanlığı’nın daveti ile Silivri Cezaevi’ni ziyaret eden köşe yazarlarının yazılarını eleştirerek, “Yazılan her satır sizin çoluk çocuğunuza bırakacağınız onur ya da utanç olacaktır. Bakan’ın gözüyle değil, vicdanınızın gözüyle Silivri’ye, cezaevine, orada çile çeken insanlara bakınız,” dediği üzere!

Bu arada Adalet Bakanlığı’nın Ceza ve İnfaz Kanunu’nda değişiklik öngören tasarısı, izinden eş ile görüşmeye kadar pek çok düzenleme getiriyor. Ancak tasarı F Tip’lerini yine dışlıyorken; Mehmet Ağar’ın “VIP cezaevinde” kaldığına dikkat çeken Milletvekili Veli Ağbaba’nın, “Sedat Peker’in Silivri’de özel bir görüşme odası var. Antetli kâğıtlara basılmış kartları, özel kalemi var,” diye yansıttığı tabloda; “Bugünün Raci Tetik’leri KCK davasından yargılanan bazı kadınların erkek gardiyanların önünde çırılçıplak soyundurularak oyuk araması yapıldığı, Pozantı’da tecavüz çığlıklarını duyan çocukların gece uyuyamadıkları” vurgusuyla, “Dün Mamak’ta Raci Tetik varsa bugün de onları aratmayacak müdürler var,” diyor.

Geçerken hatırlatalım: “Cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmak”tan cezalandırılan Susurlukçu Mehmet Ağar’a, yatacağı yeri yani Yenipazar K1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nu kendi seçti…

25 Nisan 2012’de Ağar’ın güvenliği için Adalet Bakanı’nın hiçbir masraftan kaçınılmadı. Önce cezaevindeki 50 mahkûm nakledildi. Yeni müdür ve gardiyanlar atandı. Cezaevi tepeden tırnağa yenilenirken tel örgüler bile değiştirildi. Bununla da yetinilmedi. Ağar’ın koğuşunda özellikle geceleri yalnız kalması için kendi ekibinden bir korumanın sabaha dek eşlik etmesine karar verildi.

Koruma amiri olan emniyet müdürü Yasugay Aksakal Yenipazar’a gitti. Akşamları hapse girip kapıda nöbet tutmaya başladı. Aksakal’ın nöbeti akşam saat 17.00’de başlıyor. Yakın dövüş uzmanı Aksakal, tutuklu ve hükümlü olmamasına rağmen 12 ayını Ağar ile hapiste geçirecek![6]

Bunlar böyleyken; devrimciler, muhalifler için cezaevlerinin zindana ve toplama kampına dönüştürüldüğü coğrafyamızda “Adalet” Bakanlığı’nın, Urfa E Tipi Cezaevi’nde çıkan yangında 13 mahkûmun yanarak katledilmesi ardından verdiği “müjde”nin, “Yeni 196 cezaevi yapıyoruz. Aslında 2009’dan bu yana Urfa’da ceza infaz kurumu yapmak için gayret sarf ediyoruz. Yer temini konusunda maalesef çok seri şekilde netice alınamadı. Önceki Urfa Valisi’ni bizzat kendim aradım. Yakın bir zamanda arsa temininde netice alındı. İhale süreci işliyor. Siverek Cezaevi’nin inşaatı hızla devam ediyor. Bu bölgede ilave yatırımlarımız var. Ama bunların hizmete girmesi bir süre zaman alacak,” diyebildiği bir cinnetin orta yerindeyiz…

Ezgi Başaran’ın, “Memleket hapishane duvarlarının üstüne basarak yükseleceğini sanıyor. Bir ülkeyi böyle yöneteceklerini sanıyorlar,” diye betimlediği ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na bilgi veren Ankara Sincan F Tipi Cezaevi psikoloğu Nermin Serin’in, sol görüşlü mahpusları “birçok haksızlık olduğuna inanan, heyecan ve farklılık arayan, biraz da saldırgan ve hoşgörüsüz kişiler” olarak değerlendirirken; sağ görüşlü mahpusların, “dini görüşlerinden dolayı cezaevinden daha az etkilendiğini” söylediği lanetli egemenlik çıldırmıştır…

Zindanlardaki açlık grevcileri, devrimci talepleriyle bu zulme karşı başkaldırmaktalar ve sonuna kadar da haklılar…

NİHAYET!

Açlık grevi bir tür siyasi direniş biçimidir.

Bedenini siper edinen bir direniş biçimi olarak da şiddeti dışa değil içe dönüktür.

Amacına ulaşmak için kendini ölüme yatırırken; insan(lık)ın vicdanına hitap ederek, taleplerinin yerine getirilmesini hedefler.

Amaçlara ulaşılması için sorunların gündeme getirilmesi açısından etkin bir yöntem, bir insan(lık) dramı olan açlık grevleri, bir yanıyla da devrimci itaatsizlik eylemidir.

Bu özelliğiyle de Şeyh Bedreddin’in, “Hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı tutanlar bizi anlamazlar… “Beni kara toprakta değil, hakikâti anlamış insanların yüreklerinde arayın!”; Jean Paul Sartre’ın, “İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe, insan değildir,” saptamasındaki hakikâtin ürünüdür…

Bu noktada “Ölümün bir ‘eylem biçimi’ olarak seçilmesini ve bunun dayatılmasını eleştirmeyecek miyiz? ‘Ölüm orucu’ bir eylem biçimi olabilir mi?” diye soran AKP ‘Star’ından Ahmet Kekeç’in, “Kaç ölü işinizi görür? diyen zırvasına bakın Albert Einstein ne yanıt verir:

“Sıradan bir beyin, geleneksel önyargıları körce boyun eğmeden reddeden ve düşüncelerini cesurca ve dürüstçe ifade eden insanları anlayabilecek kapasiteye sahip değildir…”

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Bizim için saniyenin, dakikanın bile önemi var. Kürt halkı sokağa çıkmalıdır. Bayram bize haramdır. Ya hep birlikte durduracağız ya da içerideki arkadaşlarımızla beraber öleceğiz,” kararlılığının altını özenle çizerek toparlıyoruz diyeceklerimizi:

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, “Söyle sevda içinde türkümüzü,/ Aç bembeyaz bir yelken/ Neden herkes güzel olmaz,/ Yaşamak bu kadar güzelken?/

İnsan, dallarla, bulutlarla bir,/ Ayrı maviliklerden geçmiştir/ İnsan nasıl ölebilir,/ Yaşamak bu kadar güzelken?” dizelerini büyük bir içtenlikle açlık grevinde de terennüm eden Onlar; Eray Canberk’i, “yılgın adamlar değil dal gibi çocuklardır/ gelecek savaşlara bağladığı umutlar/ bir güneşe uzanır gizlice ağır ağır/ her biri bir başka çiçek açan kuytuluklar,” dizelerindeki baş eğdirilemeyen, yenilemeyen gerçektir…

Seneca’nın dediği gibi, “Gerçek, gecikmeyi sevmez.”!

Gecikmeyecektir de!

25 Ekim 2012 09:39:07, Ankara.

N O T L A R

[*] Newroz, Yıl:6, No:223, 30 Ekim 2012…

[1] “Gerçek, gecikmeyi sevmez.” (Seneca.)

[2] Umut Daşdemir, “Öfkemiz Gücünü Tarihsellikten Alır”, Radikal, 22 Ekim 2012, s.18.

[3] Yalçın Yusufoulu, “Açlık Grevleri”, Gündem, 14 Ekim 2012.

[4] Ali Açar, “Yalınayak Hastaneye”, Cumhuriyet, 10 Mart 2012, s.7.

[5] Neşet İnan, “Bafra Cezaevi Toplama Kampı Gibi”, Gündem, 4 Ekim 2012, s.10.

[6] “Akşam Hapse Giriyor, Sabah Çıkıyor!”, Milliyet, 7 Mayıs 2012.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu