GüncelMakaleler

YORUM | Vatandaş Kürtler!

"Tarihten bugüne klasik devlet anlayışının bilinci olan bu durum, çoğulculuğu sembolleştiren kamusal alanı, Kürt ulusuna karşı, ulusal tahakküm adına “taklitleştirme” ve “taktikleştirme” çabasıdır"

Ulus devletlerde vatandaşlık anlayışının hak ve hukuk konusunda eşit bir yapısının olduğunu savunan ulus devlet sistemleri, kendi sınırları içinde barındırdıkları farklı etnik toplumlara uyguladıkları dayatmacı yönetimle; eşitlik konusunu farklı etnik kökenli toplumlar nezdinde bir kez daha tartışma konusu yapmıştır.

Ulus devletlerde, devlet-toplum ilişkilerinin “sözde” eşit mesafeli ilkelere göre düzenlenmesi, ulus devletlerin modern ve demokratik bir işlev üstlendiklerine dair bir iddiadır. Birçok liberal düşünüre göre bu şekilde oluşturulan vatandaşlık kavramı, insanların yerel seçme ve yönetilme tercihlerini vatandaşlık konumuyla belirlemektedir.

Oysa ki yaşanan somut gerçekliğe baktığımızda bunun bir algı çalışması olduğu gerçekte ulus devlet modeli içinde yaşayan farklı toplumların vatandaşlık kisvesi altında sosyo-politik bir ayrıma tabi tutulduğunu görebilmekteyiz. Ki, ulus devlet modelinin karakteristik yapısından dolayı normal olan bu durum günümüz dünyasında toplumları bir uyanışa doğru yönlendirmektedir.

Etnik ve kültürel farklılıklara eşitlik temelinde yaklaştığını iddia eden Türk ulus devleti, ulusçu hukuk normları üzerine inşa ettiği adalet sistemini bugüne kadar hem Kürtler üzerinde hem de diğer milliyet ve inançlar üstünde faşist kurallarla yasallaştırmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal “hukuk üstünlüğü” olarak resmileştirdiği “hukukun gücü” yaptırımı, Kürt ulusu için daima inkâr ve asimilasyonun demek olmuştur. Bu devlet hukuku, aynı zamanda Kürt ulusunu sivil toplum kulvarında ötekileştiren “özel bir devşirilmiş topluluk” olarak konumlandırmıştır.

Bu ise beraberinde Kürt ulusu içinde sadece sınıfsal değil, farklı parçalanmalara neden olmaktadır. Kürt ulusu içinde TC devletine dayanan, Kürtlüğünü Türklük üzerinden tanımlayan kişilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Türkiye devleti içinde asimile etmek için seçici politikalara tabi tutulan Kürtler, vatandaşlığa dayalı ulusal kamu hukukuyla ötekileştirilmek istenen, varlığı red ve inkar edilen bir ulustur. Ulus kimliği kabul edilmeyen, etnik ve kültürel boyutta içi boşaltılmaya çalışılarak vatandaş kabul edilen Kürtler, TC devletinin tarihi boyunca ezen ulus şovenizmine maruz kalmışlardır. Bu koşullar içinde Kürtlerin kelimenin gerçek anlamında vatandaş olmaları mümkün değildir.

Bu vatandaşlık gerçeği karşısında farklılık taleplerinin siyasal alana taşınması, Kürt ulusu adına aciliyet gerektiren etnik bir sorumluluktur. Ulus devlet egemenliği içinde Türk ulusuyla eşit bir şekilde kendi etnik aidiyetini ve özgürlüğünü yaşayamayan Kürt ulusunun, hukuksal olarak kendi temel haklarını kazanması için mücadele etmesi; kendi yok oluşunu engelleme adına ciddi bir eylemdir.

Bugün vatandaş olarak egemen Türk ulusunun tahakkümü altında yaşayan Kürt ulusunun kendi varlığını anayasal bir güvence altına alması mücadelesi vermesi kadar doğal ve insani bir tavır olamaz.

 

TÜRK ULUSAL DEVLETİNDE KAMUSAL ALAN ve KÜRTLER

Türkiye’de ulusal tanımlanın etkisi altında gelişen kamusal alan, farklı etnik kökenli toplumları bireysel ve çoğulcu katılımlardan soyutlayan tek millet anlayışına dayanmaktadır.

Türkiye’de bu şekilde yaşanan kamusal alan, farklı toplumların kamusal taleplerinin kamusal alan dışında tutulduğu modern ulus devletinin bir savunusuna dönüşmüştür. Bir toplumun özgürlüğünün diğerinkinin başladığı yerde bitmesi, Kürt toplumunun Türkiye’de yaşadığı kamusal alanı bizlere olduğu gibi göstermektedir.

Kamusal alanın bir yasaklama aracı olarak kullanıldığı Türkiye’de, toplumsal taleplerin kamusal alanda olmadığını ve Kürt ulusunun temel haklar konusunda kamusal alanda birey ve toplum olarak kabul edilmediği böylelikle bir kez daha anlaşılmaktadır. Kamusal alanın faşist zihniyetin bir çıkarsaması olarak tekçi devlet erkinin elinde olması, bu alanın devlet tekeli olarak, devlet tarafından sistemleştirildiğinin kanıtıdır.

Dolayısıyla Türkiye’de kamusal alanın, Kürt ulusu ve Türk olmayan diğer milliyet ve inançlarla felsefik bağlarının kopuşu, sınırları tek ulus faşizmi üzerine çizilmiş Cumhuriyet rejiminin inkârcı anlayışını bir kez daha bizlere hatırlatmaktadır. Ulus devlet hakimiyetinin her zaman kamusal alanda uygulandığı Türkiye’de, ulus devlet şovenizmine göre şekillenmiş vatandaşlık terimi, tanımı gereği farklı etnik kökenli ulus ve milliyetleri, kamusal alanı içinde asimile etmektedir.

Dolayısıyla Türkiye’de kamusal alan nötr bir düzlem olmayıp, doğrudan farklı toplumların siyasi çatışma alanı olmaktadır. Böylelikle Türkiye’de kamusal alan farklı toplumları birbirlerinden ayıran bir filtre mekanizması da görmektedir. Kürt halkının, Türkiye kamusal alanı içinde sosyal ve siyasal alanda kendi aidiyetini “ötekileşmeden” yaşayamaması, Kürt ulusunun yaşadığı asimilasyon gerçeğini bizlere göstermektedir.

Bu nedenle Kürt toplumunun ötekileşerek ancak kendi yaşamını sürdürmesi, aslında Kürtlerin kendileri için yaşamadığını ve Türk ulusal varlığına köle ettirilmek istenildiğini bizlere kanıtlamaktadır.

Kürtlerin tarihten günümüze yaşadığı bu gerçeklik, Kürtlerin; dil ve kültür alanında neden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldiklerini bizlere anlatmaktadır. Sosyal ve politik gelişimin arenası olarak bilinen kamusal alan, ulus devlet yapısı itibariyle, Kürt toplumunun ve diğer etnik toplumların kendi köklerine yabancılaştırıldığı bir alandır.

Ve bu alan tarih sahnesinde tekçi Türk ulusalcı zihniyeti tarafından varlığını sürdürmektedir. Kürt halkı için politik katılım krizinin yaşandığı kamusal alan, Kürtlerin bireysel ve toplumsal olarak yaşadığı benlik çatışmasını gün geçtikçe artırmaktadır. Sosyalleşmenin kayıtsızlaştırıldığı Türk ulusalcı kamusal alanı, merkantalist bir sürecin gelişimi olarak Kürtlerin bağımsızlığını tehdit eden ciddi bir problemdir.

Türkiye’de “saray kamusallığı”nın sosyo-politik resmini çerçeveleyen kamusal alan, Kürt ulusu ve diğer Türk olmayan milliyet ve inançlar için özgürlüğü ve bağımsızlığı tehdit etmektedir.

Türk ulusal ve kültürel hegemonyasının gerçeği olan bu durum, ırkçı faşist Türk milliyetçiliğinin, Kürtlere yaşattığı etnik bir dayatmanın hukuksal anlayışıdır. Tek ulus gerçekliğini yasallaştıran Türk devleti, kendi ulus statüsünü, Kürt ulusu ve diğer milliyet ve inançları baskılayıp sömürmek için kullanmaktadır.

Tarihten bugüne klasik devlet anlayışının bilinci olan bu durum, çoğulculuğu sembolleştiren kamusal alanı, Kürt ulusuna karşı, ulusal tahakküm adına “taklitleştirme” ve “taktikleştirme” çabasıdır.

Kapitalist yönetim sisteminin çelişkisi ve otoritesi olan bu gerçeklik, Kürt ulusu için ve diğer Türk olmayan milliyet ve inançlar için, tekrar değerlendirilmelidir. (Heybet Akdoğan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu