GüncelManşet

(İzlenim) Amed’den size neyi anlatayım?

Partizan Şehit ve Tutsak Aileri (PŞTA) ve Grup İsyan Ateşi olarak düştük yasaklı bölgeler diyarının yollarına… Amed’e inmeye yakın içimi bir heyecan kaplıyor. Uzun zamandır yaşamadığım bir heyecan bu. Küçükken parka giderkenki heyecanımı anımsatıyor bana, bir de zillere basıp kaçarkenki telaşımı. Havalimanından çıkıp bir taksiye biniyoruz, gitmek istediğimiz yeri söylüyoruz, burada her şey olağan dışı. Yollarda korkunç askeri araçlar var…

“Neler oluyor heval Amed’te?” diye soruyorum şoföre. Heval daha ben cümlemi bitirmeden öylesine öfkeli bir şekilde giriyor ki söze; “Ne olacak devlet almış biz Kürtleri karşısına, hepimizi terörist ilan etmiş, düşman gibi katlediyor” diyerek. Karanlık yollardan geçiyoruz, uzaklardan silah sesleri geliyor. Heval anlatmaya devam ediyor. İnsan aklından geçirmiyor değil hani; bir yerden kurşun gelecek diye.

Merkeze doğru yaklaşıyoruz, hemen önümüzde yarısı sivil kıyafetli,10-15 kişilik bir polis ekibi ellerinde uzun namlulu silahlarla yolu kapatmış, araçları durdurmuş, karşıdan karşıya geçiyor. Taksici sinirli bir o kadar da alaycı bir şekilde, “bak bak, şunlara bak millette huzur koymadılar, asıl terörist kim şimdi? Amerika nasıl ki Vietnam’dan çıkamadıysa, bu Tayyip diktatörü de Amed’den çıkamayacak. Burası Kürdistan, bizler de Kürdüz, bir kişi bile kalsak,  biz kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz bu zulme karşı” şeklinde konuşuyor. Daha adımımızı atar atmaz başlamıştık ablukanın yansımalarıyla temas etmeye.

İlk olarak çocuklarının cenazelerini alamayan ve bunun için süresiz açlık grevine giren aileleri ziyaret edip acılarını paylaşmak, onları dinlemek istiyoruz. Bazı şeyleri anlatmak için ne kadar yazmaya çalışsanız da yetmiyor. Acıyı, gözyaşını, inadına direnişi yerinde görmeniz o insanlara dokunmanız gerekir.

Bir anne baba düşünün çocukları 14 gündür devletin yasak dediği onların ise evlerinin yuvalarının olduğu bölgede, sokak ortasında vurulmuş halde bekletiliyor. Cenazeler yerlerde çürüyor, insanlar ne acılarını yaşayabiliyor ne de cenazelerini toprağa verebiliyor. Devlet cenazeleri kaçırıp kimsesizler mezarlığına defnetmek istiyor. Burada söz konusu olan kimliksizleştirme politikası değil, bunun adı İMHA politikasıdır. Acılarından artık ağlayamıyor bu insanlar, gözyaşları dahi kurumuş. Yerini öfke ve direnişe bırakmış. Sokak ortasında yok yere infaz edilebilmeniz için Kürt olmanız yeterli. Bugün zulüm Kürt halkının sofrasına kadar gelmiş, ekmeğini aşını kana bulamış, halkın bir yavan lokmasını dahi kursağında bırakmıştır.

 

Soframızda barut, soframızda kurşun…

Evlatlarının yanıbaşında, bir ananın canını daha almıştır zulüm. Ben günlerce baktım o ananın sofrada yatan cansız bedenine. Kendi annenizi koyabilirsiniz yerine, daha bir anlaşılır oluyor. O gün şu dizeleri yazmıştım; Kara koca gövdesiyle çirkin, paletli zulüm geçiyor homurdanarak çocukluğumun ortasından öfke dolu, kin dolu, nefret dolu. Soframıza kadar geldi zulüm kana buladı ekmeğimizi aşımızı kursağında kaldı anamın son lokması, anamın son lokması bir yavan ekmek, anam bir fukara can, boylu boyunca soframızda. Soframızda barut, soframızda kurşun, soframızda kan soframızda anam paramparça…

Derin derin iç çekişinizi duyar gibiyim. Burada o kadar çok yaşanmışlık var ki hangi birini anlatayım sizlere? 17 yaşındaki Rozerin’i mi? Evleri tanklardan atılan havan topları sonucu yıkılan, yaşlı annesi o sırada kalp krizi geçiren ve can havliyle annesini çatışma bölgesinden çıkaran ve oracıkta kelepçelenip, akrep denilen araca bindirilip elleri bağlı şekilde karanlık ormanlarda, karın, çamurun ortasında, çırılçıplak soyulup, öldüresiye dövülen, hakaretler edilen ve şans eseri ölümden kurtulan Nurettin’i mi? Yoksa, özgür alanlarda DAİŞ çetelerine karşı annesiyle aynı siperde savaşmak isteyen ve annesini çağıran, annesi geldiği gün daha birbirine sarılamadan şehit düşen hevali mi? Hevalin annesinin “oğlumun düşen silahını ben kaldıracağım” sözlerini mi? Yoksa, DAİŞ zihniyetli çetelere bugün sınırsız direniş sergileyen yiğit Kürt kadınlarını mı? Buradaki baskı ve zulümler çocukların gülüşlerini, kuşların cıvıltılarını çalmış! Ama direnişi her geçen gün büyütmüş, büyütmeye de devam ediyor. Ta ki çocuklar gülene, kuşlar yeniden cıvıldaşana dek bu mücadele çığ gibi büyümeye devam edecek. Hele karlar erisin, bizim dağlara bahar gelsin, sen bir de o zaman gör… 

Amed’de birçok yeri ziyaret ettik. Açlık grevinde olan ailelerden, kurumlara tek tek sohbetler geliştirdik. Tek istedikleri bizim oralara sık sık gitmemiz ve gördüklerimizi her kese anlatmamız. Amed’den ayrılık vakti geldiğinde, içimi bir hüzün kapladı. Bu hüzün uzun zamandır yaşamadığım bir hüzündü. Belki de geç kalmışlığın…

 

Bir PŞTA’lı

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu