GüncelManşet

(Panorama) 2013’ten 2014’e Kürt cephesinde gelişmeler

2013 yılının son günlerini yaşadığımız şu süreçte yeni bir yılı, hareketli gündemlerle karşılıyoruz. Tek cümleyle dolu dolu günler bıraktık 2013’te… Gezi İsyanı’nın sarsıcı etkilerinin kitleleri politik anlamda daha duyarlı kıldığı bir dönemde patlayan Cemaat-AKP dalaşı ve bu eksendeki Rüşvet Operasyonu; bir anda emekçi halkımızı sokaklara döktü yeniden… Zaten arkada bıraktığımız 2013 yılı da bir hayli hareketli geçmişti. Tarihe Gezi İsyanı olarak adını yazdıran ve neredeyse bütün bir yazı kaplayan direniş, kitlelerin yaşam ve geleceklerine sahip çıkma çığlığı olarak 2013’ün en önemli gelişmelerinin başında gelmekteydi.

2013 yılının politik sürecini belirleyici derecede etkileyen bir dizi gelişme de Kürt sorunu çerçevesinde yaşandı. Hatta denebilir ki, son yılların en önemli tartışmaları da, bu cepheden 2013’teydi.

 Özellikle Abdullah Öcalan’ın devlet görevlileri ile İmralı’da gerçekleştirdiği görüşmeler ve sonrasında Amed Newroz’unda yaptığı açıklama ile gelişen “Barış” süreci,  Kürtler cephesinden tartışılabilecek birçok gelişmede etken pozisyondaydı. Uzun yıllardır Kürt Ulusal Hareketi’nin stratejik kurgusu çerçevesinde zorladığı süreç, AKP’nin Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin de etkisiyle bu yıl tartışılır hale geldi.

Ancak, süreci AKP’nin kendi politik çıkarları ekseninde değerlendirmek ve bir tasfiye hareketi olarak işletmek istediği gerçeği, uzun süre geçmeden gün yüzüne çıktı. Görüşmeler çerçevesinde ortaya çıkan birçok demokratik talep karşılanmazken, AKP’nin sahte “demokrasi” paketlerinin de boş çıktığı kitlelerce defalarca görüldü.

Gerilla ülke dışına çıkmalı, Akil İnsanlar heyetinden görüş alınmalı vb. söylemlere sıkıştırılarak tartışılan sürecin, devlet açısından Rojava eksenli bir yaklaşımla ve Kürtlerin oradaki kazanımlarını baltalamak kaygısıyla işletildiği, “silahları bırakıp gitsinler”, “gidip Suriye’de savaşacaklar” şeklindeki söylemlerle ifade buldu.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in “KCK tutuklularını, PKK sınır dışına çıkmadan salamayız” içerikli söylemi de olası bir barışın inşa edilmesindeki en önemli parametrelerden olan siyasi operasyonlara dair devletin ve AKP’nin yaklaşımını gözler önüne sermekteydi.

Birçok tartışmada TMK’nın değiştirilmesi-kaldırılması yönlü Kürt Siyasal Hareketi kaynaklı taleplere kulak tıkayan AKP; bu açıdan da bir önceki yılın performansını aratmadı. 2011 yılında başlayan ve artarak devam eden KCK operasyonları, bu yıl da sürdü. Kitlesel operasyonlar yapılmamış olsa da birçok demokratik eylem suç sayılarak tutuklamalar gerçekleşti. Geçmişten süren davalara ceza veren ve tutuklu vekilleri tahliye etmeyen devlet, yeni yıla girdiğimiz şu günlerde HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’e de hapis cezası vererek bir kere daha faşizmini teyit etti.

 

Kürt mücadelesi belirleyici bir parametre olmuştur

Devletin çözüm adı altında işletmek istediği tasfiye hareketinin kanıtlarını gözler önüne seren bir diğer gelişme de Fransa’da; içlerinde PKK’nin kurucu kadrolarından olan Sakine Cansız’ın da olduğu 3 yurtsever kadının katledilmesiydi. TC devleti ile bağları olduğu bilinen bu katliamın ardından devlet, Kürt ulusuna kurşun sıkmaktan geri durmadı. Karakol yapımını protesto ederken katledilen Medeni Yıldırım ve Gever’de iki kardeşin katledilmesi bile tek başına; “barış” sürecinin tartışılması için yeterliydi.

Süreç her ne kadar devlet açısından tasfiye kaygısıyla işletilmiş olsa da Kürt ulusunun on yıllardır yürüttüğü mücadelenin bir neticesidir ve olumluluk hanesine yazılmak zorundadır. Zira, yıllardır Ulusal Hareketin stratejik kurgusu uzlaşı zemini üzerinedir ve hareketin gerçekliği böylesi pazarlıklara müsaittir. Ancak bir yıllık süreç açısından değerlendirildiğinde; süreç ülkemizdeki demokratik muhalefetin gelişimi açısından dolaylı bir etken ve Kürt mücadelesinin ülkemizin batısındaki halk kitleleri nezdindeki meşruiyeti açısından belirleyici bir parametre olmuştur.

 

Rojava, Kürt ulusunun en ileri mevzisini teşkil etmektedir

Kürt mücadelesi cephesinden bu yılki en önemli gelişme, kuşkusuz ki, Rojava’da işleyen süreç ve Kürtlerin bu bölge özgülündeki kazanımlarıdır. Demokratik Özerklik tartışmalarıyla birlikte yıllardır Ulusal Hareket tarafından dillendirilen projenin ete kemiğe bürünmüş hali olarak kamuoyuna lanse edilen Rojava direnişi, Kürtlerin Suriye’deki savaşa taraf olmayarak açtıkları üçüncü yol, bir anda Rojava’yı tartışmaların da, TC egemenleri cephesinden yapılan kurguların da merkezine oturmuş haldedir.

Zira Rojava’da PYD’nin ilan ettiği özerklik ve bu temelde örgütlenen yönetim, hem emperyalistlerin uzantısı olan çetelerin saldırılarına maruz kalmış, hem de Kürt siyasetinin farklı cephelerince –konu özgülünde Güney Kürdistan Yönetimi ve Barzani- ambargo altında tutulmuştur. Ancak Rojava, tüm bu saldırıların karşında geliştirdiği direniş ve örgütledikleri özyönetimlerle Kürt ulusunun en ileri mevzisini teşkil etmektedir bugün.

Tam da bu nedenledir ki, AKP’nin Suriye’deki savaşa taraf olma hevesi bir kat daha artmıştır. AKP eliyle desteklendiği artık burjuva basında bile açıktan yazılan El Nusra, El Şebab gibi çeteler, Kürtleri hedef tahtasına oturtsa da, halkın silaha sarılarak çeteleri püskürtmesi en çok da Kürt Ulusal Hareketi açısından öğretici olmalıdır.

 

Sarı-kırmızı-yeşile bulanmanın önemi tekrar ispatlanmıştır

2013 yılı içerisinde Kürt halkı açısından yaşanan önemli gelişmelerden en dikkat çekici olanı ise T. Kürdistanı dışında gerçekleşmiştir. Gezi İsyanı ile birlikte açığa çıkan muhalif dinamik; özellikle de sayısı milyonları bulan emekçi yığınların devletin faşist terörünü doğrudan deneyimlemesi, devlet karşısında bir kenetlenme yaratmış ve buna bağlı olarak da açığa çıkan milliyetçi-şovenist algıdaki gerileme Kürt mücadelesinin geleceği açısından artı hanesine yazılmıştır.

Ancak burada tartışılması gereken bir olgu, Gezi İsyanı karşısında Kürt Ulusal Hareketi’nin konumlanışı olmuştur. Zira, AKP’nin on küsur yıllık iktidarı boyunca yapıp ettikleri en çok Kürt halkını vururken ve Gezi ile birlikte devletin faşist ve sömürücü yüzü kitleler nezdinde bu boyutlarda teşhir olmuşken Kürt Ulusal Hareketinin yüklenmesi daha doğru bir pratik olurdu kuşkusuz. Ki benzeri bir yaklaşım Cemaat-AKP gerilimi sürecinde de sergilenmiş ve “Bu süreçten kurtulmak istiyorsan, müzakereleri başlat” içerikli açıklamalar gelmiştir. Bu konumlanış, her ne kadar kronik bir sakatlığa işaret etse de, Gezi İsyanı ile birlikte Kürtler ile Türklerin “doğudakiler ile batıdakilerin” ortak siperlerde birlikte direnmesi, ülkemizdeki Kemalist-Türk milliyetçisi algıya önemli bir etki niteliğindedir.

Sonuç olarak, 2013 yılı; yaşanan bir dizi olayla birlikte gelecek yıllara yön verecek gelişmelerle geçmiştir. Kürt halkının birçok cepheden on yıllardır sürdürdüğü mücadelenin daha görünür olduğu bir sürece girildiğini açıkça ifade edebiliriz. Kuşkusuz ki, yaşanan bir dizi gelişme, ülkemiz devrimci ve komünistleri açısından sahiplenilmeli, olumsuzluklar da olumlu hale getirilmelidir. Ancak tüm bunların yaşam bulması, ilk planda müdahil olmayı gerektirmektedir. Bu temelde HDK gibi ortak zeminlerin önemi bir kat daha artmış, sarı-kırmızı-yeşile bulanmanın önemi 2013’te tekrar ispatlanmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu